UFUK GÜLDEMİR'İN ARDINDAN NİÇİN YAZMADIĞINI AÇIKLAYAN ENGİN ARDIÇ'TAN ŞOK SÖZLER!.."ATATÜRK ÖLMÜŞ GİBİ BİR HAVA YARATILDI!..
Tam bir hafta geçti, toz duman yatıştı, sular seller duruldu. Herkes eteğindeki taşı döktü, artık ağzımı açabilirim.Herhalde dikkatinizden kaçmamıştır, bu köşede merhum Ufuk Güldemir´le ilgili tek satır çıkmadı.
Ufuk Güldemir´i niçin yazmadım?
Tam bir hafta geçti, toz duman yatıştı, sular seller duruldu. Herkes eteğindeki taşı döktü, artık ağzımı açabilirim.
Herhalde dikkatinizden kaçmamıştır, bu köşede merhum Ufuk Güldemir´le ilgili tek satır çıkmadı.
Çünkü "riyakârlık" edemezdim.
Serdar Turgut´un bir yazısında belirttiği gibi, bu ülkede "obituary" geleneği yoktur. Ölen bir ünlünün arkasından onun hayatını ve her anlamda eserlerini derli toplu, tarafsız ve eleştirel bir gözle anlatan yazılar bize uymaz. Övmek zorundasın. Övmekle de yetinmeyecek, ölçüyü kaçıracak, göklere çıkaracaksın ve bir süre de indirmeyeceksin. Tersini yaparsan çok büyük tepki toplarsın.
Ercan Arıklı´nın ölümü üzerine yazdığım yazı dolayısıyla başıma gelmişti de, oradan biliyorum.
Yok, o da bir "obituary" falan değildi, çok duygusal, taraflı ama çok içten bir yazıydı ve fakat Babıali´nin ne kadar müseccel iti köpeği varsa fırsat bilip üzerime saldırdı...
Çünkü "ölüyü hayırla yad etmek" bir "ümmet toplumu" geleneğidir, ölen birey olabilir ama ananlar henüz oralara gelememişlerdir. Ve bu tür yazılara gösterilen tepki, büyük ölçüde de yılların ötesinden kalmış öfkelerin, nefretlerin, kızgınlıkların, dargınlıkların, çekememezliklerin acısını çıkarmak, intikamını almak için kullanılır.
Bana da bunu yaptılar, ben de bir daha "ölü yazısı" yazmamaya yemin ettim.
Bu yemini bir tek sevgili dostum, kırk beş yıllık arkadaşım Tuğrul Şavkay´ın çok zamansız ölümü üzerine bozdum. O da dengeli bir yazı olmadı tabii, bir ağlama yazısı oldu.
Ama gene çok zamansız bir başka ölü, Ufuk için bunu yapamazdım.
Çünkü ben Ufuk´u hep kötü yanlarıyla tanıdım. Ne yazık ki.
Dolayısıyla, sahtekârlık edemez, "ıskatçılık" yapamazdım.
Demek ki, o yazıyı yazmaya yetkili değildim.
Korktuğumdan değil, gene bana saldırırlar endişesinden değil, o konuda artık şerbetlendik. Vız gelir tırıs gider.
Ama yazının bir yanı, rahmetli Ufuk´un iyi yanları, eksik kalacaktı. Yazı topal ördeğe benzeyecekti.
İkiyüzlülük de edemezdim, gerek medyada gerekse cenaze töreninde boy gösteren ve sağlığında onun aleyhinde etmedikleri lafı bırakmayıp sonra da arkasından timsah gözyaşları dökenlerden olamazdım...
Beni iten başka bir şey daha oldu: Bu ölümün ve cenazenin suyu çıkarıldı.
Ercan Arıklı´ya, iki gazete çıkarmış ve ikisini de çok kısa sürede, birkaç hafta içinde batırmış adama "çağdaş Türk gazeteciliğinin babası" demekten utanmamıştı bazı zavallılar. Burada da, sanki "Atatürk ölmüş" gibi bir hava yaratıldı!...
Habertürk televizyonunun ve Internet sitesinin bunu yapması son derece doğaldır, kınamak aklımdan geçmez. Ne yani, Allah gecinden versin Aydın Doğan´a bir hal olsa Hürriyet kara başlıkla çıkmayacak mı, özel sayı hatta sayılar yapmayacak mı?
Fakat bilen bilmeyen herkes bir "aman geri kalmayayım" yarışına girince o yarışta olmak istemedim.
Ben ölsem Babıali nasıl olsa tek satırla anmaz, böylece basınla da şimdiden ödeşmiş sayılırız!
Nur içinde yat Ufukcuğum. Gittiğin yerde "değer miydi" sorusuna yanıt bulup bulmadığını sormuyorum, çünkü o soruyu o ölümcül hastalık haberini aldığında sorduğunu ve sonuca da ulaştığını biliyorum. Üstelik bunu mertçe de açıkladın, saygı duyuyorum.
Keşke daha önceleri, sağlam olduğun dönemde de sorabilseydin, keşke... "Your way" was a distinguished way, for sure, but not nece