20 Eyl 2011 14:15
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:49
TUTUKLU GAZETECİLERDEN ÜLKEYE DEV HİZMET! O KAVRAM TARİHE KARIŞACAK!
Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tutuklu gazeteciler öyle bir hayra vesile oluyorlar ki... Daha önce kimsenin aklına gelmemişti, onlar vesile oldu...
"Yargısız infaz"dan daha kötü birşey varsa, o da "infazsız yargı" olsa gerek!..
"Her işte bir hayır vardır" der on yıl öncesinin "yobaz"larının, şimdinin ise "egemen güç"lerinin ataları. Gerçi keser döndü sap döndü, gün geldi hesap döndü. Geçtiğimiz yıl beyaz Türklerin torunları sahiplendi "her işte bir HAYIR! vardır" muhabbetini.
Her işte bir hayır vardır... Allah’tan gazeteciler tutuklandı da uzun tutukluluk sürelerinin toplumun kanayan yarası olduğunun farkına varıldı. Önceleri dağdaki çobanın, taşradaki garibanın, şehirdeki "sıradan" vatandaşın sorunuydu. Şimdilerde sosyetik boyut kazandı. Önceleri, sesini duyuramayan içine kapanık avam tabakasının kronik baş belası şimdi aristokratların haklı davası oldu.
Her neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, özgürlüğü elinden alınmış içeride yatan gazeteciler artık aslında birer "adalet kahramanı" sayılabilir. Belki onların kariyerlerinin en güzel yılları feda edildi, çürütüldü. Ancak toplum adına yapabileceklerinin en güzelini yapıyorlar yattıkları yerden. Farkında olmayarak da olsa müthiş bir farkındalık yaratıldı onların üzerinden.
Hükümet adalet saraylarıyla donatmakta ülkeyi dört baştan. İşlemler artık daha hızlı yürüyecekmiş. Belki de on yılda on milyon sanığı rahatlatacak adımlar atılacak. Onların etrafına örülen demir ağlar belki de artık kaldırılacak.
Gazeteciler içeride olunca işler çığırından çıkmadı da değil. Önce, marjinal bir tutum sergileyen bir gazete ve o gazetenin içindekiler "davacı" oldular. Çarpıcı iddialar manşetlere taşındı, belgeler iç sayfalarda yayınlandı. Ardından bir grup gazete "savcı" oldu. İddialar çarşaf çarşaf yayınlandı, tartışıldı, ceza istemlerinde bulunuldu.
Diğer bir grup medya ise sanıkların "avukatlığına" soyundu. Karşılıklı atışmalar başladı duruşma salonuna dönen medya köşelerinde.
Gerçek yargı ise bildiğini okudu. Medya mahkemesinin duruşmaları çok da enterese etmedi gerçek yargıyı. Teamüller neyse o yapıldı.
Ve ortaya çıkan manzara vahim. Uzun tutukluluk süreleri, infazsız yargı.
Evet, yargısız infaz değil asla. Uygulama çok açık: "İnfazsız Yargı".
Yıllarca hapislerde çürüyenler bir türlü infaz edilemiyorlar. Artık sanıklarda psikoloji şu: "ne zaman infaz edileceğiz?" "Ne olacaksa olsun artık"la açıklanabilecek tuhaf bir ruh hali.
Bugün geldiğimiz nokta, artık bu yaranın iyice olgunlaştığının, kabuk bağlamaya başladığının göstergesidir. Eğer bugün Mehmet Baransu, Nazlı Ilıcak, Nagehan Alçı ve o cephedeki birçok gazeteci çıkıp da "Nedim Şener ve Ahmet Şık neden tutuklu yargılanıyor?" diye sorabiliyorsa o yara kabuk dökmeye bile başlamış demektir.
Gazetecilik işte böyle birşey. Koca bir toplumun fotoğrafı çekildi, vicdanlara mikrofon uzatıldı, adaletin içindeki kocaman ura neşter atılıyor.
Basın Özgürlüğü Kahramanı Nedim Şener! İyi ki varsın. Şimdi de "Basın Esareti Kahramanı" oldun iyi mi...
ÖMER ÇAMOĞLU/MEDYARADAR
"Her işte bir hayır vardır" der on yıl öncesinin "yobaz"larının, şimdinin ise "egemen güç"lerinin ataları. Gerçi keser döndü sap döndü, gün geldi hesap döndü. Geçtiğimiz yıl beyaz Türklerin torunları sahiplendi "her işte bir HAYIR! vardır" muhabbetini.
Her işte bir hayır vardır... Allah’tan gazeteciler tutuklandı da uzun tutukluluk sürelerinin toplumun kanayan yarası olduğunun farkına varıldı. Önceleri dağdaki çobanın, taşradaki garibanın, şehirdeki "sıradan" vatandaşın sorunuydu. Şimdilerde sosyetik boyut kazandı. Önceleri, sesini duyuramayan içine kapanık avam tabakasının kronik baş belası şimdi aristokratların haklı davası oldu.
Her neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, özgürlüğü elinden alınmış içeride yatan gazeteciler artık aslında birer "adalet kahramanı" sayılabilir. Belki onların kariyerlerinin en güzel yılları feda edildi, çürütüldü. Ancak toplum adına yapabileceklerinin en güzelini yapıyorlar yattıkları yerden. Farkında olmayarak da olsa müthiş bir farkındalık yaratıldı onların üzerinden.
Hükümet adalet saraylarıyla donatmakta ülkeyi dört baştan. İşlemler artık daha hızlı yürüyecekmiş. Belki de on yılda on milyon sanığı rahatlatacak adımlar atılacak. Onların etrafına örülen demir ağlar belki de artık kaldırılacak.
Gazeteciler içeride olunca işler çığırından çıkmadı da değil. Önce, marjinal bir tutum sergileyen bir gazete ve o gazetenin içindekiler "davacı" oldular. Çarpıcı iddialar manşetlere taşındı, belgeler iç sayfalarda yayınlandı. Ardından bir grup gazete "savcı" oldu. İddialar çarşaf çarşaf yayınlandı, tartışıldı, ceza istemlerinde bulunuldu.
Diğer bir grup medya ise sanıkların "avukatlığına" soyundu. Karşılıklı atışmalar başladı duruşma salonuna dönen medya köşelerinde.
Gerçek yargı ise bildiğini okudu. Medya mahkemesinin duruşmaları çok da enterese etmedi gerçek yargıyı. Teamüller neyse o yapıldı.
Ve ortaya çıkan manzara vahim. Uzun tutukluluk süreleri, infazsız yargı.
Evet, yargısız infaz değil asla. Uygulama çok açık: "İnfazsız Yargı".
Yıllarca hapislerde çürüyenler bir türlü infaz edilemiyorlar. Artık sanıklarda psikoloji şu: "ne zaman infaz edileceğiz?" "Ne olacaksa olsun artık"la açıklanabilecek tuhaf bir ruh hali.
Bugün geldiğimiz nokta, artık bu yaranın iyice olgunlaştığının, kabuk bağlamaya başladığının göstergesidir. Eğer bugün Mehmet Baransu, Nazlı Ilıcak, Nagehan Alçı ve o cephedeki birçok gazeteci çıkıp da "Nedim Şener ve Ahmet Şık neden tutuklu yargılanıyor?" diye sorabiliyorsa o yara kabuk dökmeye bile başlamış demektir.
Gazetecilik işte böyle birşey. Koca bir toplumun fotoğrafı çekildi, vicdanlara mikrofon uzatıldı, adaletin içindeki kocaman ura neşter atılıyor.
Basın Özgürlüğü Kahramanı Nedim Şener! İyi ki varsın. Şimdi de "Basın Esareti Kahramanı" oldun iyi mi...
ÖMER ÇAMOĞLU/MEDYARADAR