"TÜRKLER HOLLYWOD'DA" GAZINA GELMEYİN DİYEN AHMET HAKAN DENİZ AKKAYA'NIN TECAVÜZ SAHNESİNİ DERS OLARAK ÖNERDİ!..
Deniz Akkaya ve Tamer Karadağlı'nın rol aldıkları Hollywood yapımı Ölümle Dans filmini izleyen Ahmet Hakan,Hürriyet'teki yazısında filmi yerden yere vurdu.
Hollywood´a açılmak dediğiniz bu muydu?
ÇOK eskiden Muzaffer Tema adlı jönümüz, öyle hava falan atmaya kalkışmadan sessizce sokulmuştu Hollywood´a...
Sonuç:
Birkaç Amerikan filminde 3-5 saniyelik görünme! Hepsi bu.
Sonra bizimkilerde müthiş bir Hollywood ihtirası baş gösterdi:
Kor ateşlerde yanmalar, çarpık sevdaya tutulmalar, ihtiras tramvayından inmemeler falan...
Son dönemlerde bu ihtirasın bayrağını eline alan Meltem Cumbul kardeşimiz, hazırladığı kataloglarla ve "Burası beni kesmiyor" türünden demeçlerle bayrağı Hollywood burçlarına dikmek için epey tırmaladı.
Ama heyhat! Olmadı, olamadı.
Demek ki "muhteris olmak" kadar "kifayet" de gerekiyormuş.
Neyse...
Tam "Bizimkiler beceremez" yargısı bütün benliğimi kaplamıştı ki...
Bir kıvanç abidesi gibi "Ölümle Dans" adlı Hollywood filmiyle ilgili haberlere maruz kalmayayım mı?
Haber başlıkları bir büyük zaferi muştuluyordu:
"Sonunda başardık!" "Deniz Akkaya tecavüz sahnesiyle Hollywood´u birbirine kattı!" "Tamer Karadağlı, Hollywood´u salladı!" "Yelda´nın İngilizcesi tam not aldı."
Haberleri okuyunca...
İçimden, "Ulan yoksa Oscar´a mı gidiyoruz" demiştim.
* * *
"Türk´ün Hollywood ile imtihanı"nda kazanılan bu muhteşem zaferi, iliklerime kadar hissetmek amacıyla kendimi hemen bir sinema salonuna attım.
Deniz Akkaya´ya gıcık olmama, Tamer Karadağlı´dan hazzetmememe karşın, atomla bile parçalanması güç olan önyargılarımı törpüledim.
Çünkü "Türklük başımda dumandı" ve ben ırkım adına gururlanmak istiyordum.
Neyse...
Filmimiz şöyle artistik ve etkileyici bir soygun sahnesiyle başladı:
Hızlı kamera hareketleri, bizim filmlerdeki gibi mantar tabancası kıvamında patlamayan silahlar, insanda hiçbir masraftan kaçınılmamış duygusu uyandıran prodüksiyon...
"Ulan iyi, ulan güzel" diyerek daha da dikkat kesildim.
Ancak...
Film ilerledikçe bendeki zafer duygusu hezimete dönüşmesin mi?
Şöyle söyleyeyim:
Bu film, benim uykusuz gecelerimde "son çare" olarak izlemek zorunda kaldığım, televizyonların gece yarısından epey sonra ekrana sürdükleri, kilo ile satılan dandik mi dandik video filmlerine benziyordu.
Hani şu "B sınıfı" dedikleri türden filmlere.
Klişenin kralı bir hikáye... Kopuk bir senaryo... Dökülen oyunculuklar... Türlü mantıksızlıklar... İnandırıcılıktan uzak sahneler...
Film o kadar berbattı ki, bunun yanında Michael Dudikoff filmleri bile başyapıt sayılabilirdi.
* * *
Peki ya bizimkiler?
B sınıfı bir filmle de olsa Hollywood´a uzanmayı başarmış bizimkiler nasıldı?
Çıkardığım karne şudur:
DENİZ AKKAYA: Bir televizyon muhabirini canlandıran Deniz Akkaya´nın, sırtında kamerayla kan dökülen acayip tehlikeli bir yere podyumda salınır gibi gitmesi acayip komikti. Tecavüz sahnesi için bir şey demek istemiyorum ama tecavüzün ardından sergilediği oyunculuk, "Sanat ve kaçınılması gereken abartı" başlıklı seminerlerde ders olarak okutulabilecek nitelikteydi.