'Türkiye gibi 8 gazetenin aynı manşetle çıktığı başka ülke yok'
Avrupa Birliği'nde medyada çoğulculuk üzerine çalışan akademisyen: İnternet sansürü konusu gerçekten endişe verici.
Avrupa Birliği'nde medyada çoğulculuk üzerine çalışan akademisyen
Elda Brogi, Gezi olayları sırasında dönemin başbakanı Tayyip
Erdoğan'ın "Demokratik taleplere can feda" sözlerinin ertesi gün
yedi gazetede manşet olmasına dikkat çekerek, "Güncel
araştırmalarımda böyle tek bir örneğe rastlamadığımı
söyleyebilirim. Bazen iki gazetenin aynı manşetle çıktığı, bir
meseleyi aynı yerden ele aldığı olur ama sekiz gazetenin aynı
siyasetçinin aynı sözlerini tırnak içine bile almadan propaganda
yapmak için manşetine taşıdığını hiç görmedim. Bu dehşet verici"
dedi.
Birgün'den Onur Erem'in sorularını yanıtlayan (30 Nisan 2015)
Brogi'nin açıklamalarından satır başları şöyle:
Medyada çoğulculuk neden önemli? Çoğulculuğun olmadığı ülkelerde
nasıl riskler vardır?
Medyada çoğulculuğun sağlanması halkın farklı fikirlere ve
düşüncelere ulaşabilmesi, bireylerin hakikati öğrenebilmesi, kendi
kararlarını verebilmesi ve toplumun farklı kesimlerinin seslerini
duyurabilmesi için çok önemlidir. Eğer medya bir grup insanın
elinde toplanmışsa, yayınlarda yalnızca onların görüşleri hâkim
olur.
Çoğulculuğun ölçütleri nedir?
Araştırmalarımızda kullandığımız belirli ölçütler var. Bunlar
arasında medya sahipliğinin dağılımı ve bunu düzenleyen yasalar,
farklı coğrafi, siyasi ve kültürel grupların medyada temsili ve
medyaya erişimi, bunu düzenleyen yasaların varlığı, internet
erişiminin yaygınlığı ve hızı, gazetecilerin çalışma koşulları,
basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü düzenleyen yasalar, basın
alanındaki düzenleyici kurumların bağımsızlığı, belli konular
üzerinde sansürün yaygınlığı, kamusal yayınlarda farklı görüşlerin
temsiliyeti ve kamusal yayıncılığı düzenleyen yasalar, siyasetin ve
hükümetin medya üzerindeki etkisi ve baskısı, "iftira" gibi
suçlardan ceza alan gazetecilerin sayısı, bilgi edinme hakkının
işlevi, farklı medya türlerinin varlığı ve daha pek çok ölçütten
bahsedebiliriz.
Bu ölçütlerle yaptığınız araştırmalara göre Avrupa'da medyada
çoğulculuk anlamında en başarılı ülkeler hangileri?
Avrupa'da bir ülkeye "en başarılı" dememiz mümkün değil. Bu kadar
çok ölçütle yaptığımız değerlendirmeler ile her ülkede bazı ciddi
sorunların olduğunu, hiçbir ülkenin kusursuz bir düzenlemeye sahip
olmadığını bulduk. Kıtadaki her ülkede gazetecilerin sürekli
elektronik gözetim altında tutulması çok büyük bir sorun.
Araştırmalarınızda Avrupa'da medyada tekelleşme konusunda bir
eğilim olduğunu söylüyorsunuz. Bu eğilimin temel nedenleri
nedir?
Bu eğilimin arkasında yapısal bir neden var. Çoğu basın kuruluşu
ulusal çapta yayın yapıyor ve hedef kitleleri bu nedenle diğer
şirketlere göre daha küçük. Kaynaklar az sayıda olduğunda bir süre
sonra tekelleşme kaçınılmaz oluyor. Ayrıca siyaset ve medya
arasında da her zaman bir tür ilişki olduğunu görüyoruz. Çoğu
ülkede bunu engellemek için yasalar var, fakat bu yasaların bir
şekilde uygulanmadığını da görebiliyoruz. Kendine yakın iş
insanları veya başka akrabalar aracılığıyla medya patronları ve
siyasetçiler bu yasaları aşıyorlar. Örneğin İtalya ve Macaristan bu
konuda kötü örnekler. İtalya'da neredeyse tüm özel yayıncılığı
kontrol eden Berlusconi, iktidara gelmesiyle hem özel yayıncılığı
hem de kamu yayıncılığını kontrol eden bir pozisyona sahip oldu. Bu
pozisyonunu da kullandı, kamusal yayın kuruluna kendi tercih ettiği
kişileri atadı. Böylece Berlusconi İtalya'da bir tekel haline
geldi. Macaristan'da ise 2010'da basın yasası değiştirilerek Ulusal
Düzenleyici Kurul'a atanan üyeler hükümetin kontrolüne verilmek
istendi. Buna büyük bir itiraz geldi Avrupa Birliği'nden ve sonunda
Macaristan geri adım attı.
Daha önce Türkiye üzerine araştırma yapma imkânınız oldu mu?
Türkiye basınındaki çoğulculuğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye üzerine akademik bir çalışma yapmadım fakat pek çok makale
okudum. Özellikle internet sansürü konusu gerçekten endişe verici.
Pek çok site kolayca yasaklanabiliyor ve bu korkutucu bir durum.
Söyleşiden önce mulksuzlestirme.org üzerinden gösterdiğiniz
medya-enerji-inşaat sahiplikleri haritası da Türkiye'deki medya
tekelleşmesinin ve bu tekellerin ihaleler aracılığıyla hükümetle
kurduğu ilişkinin boyutlarını anlamama yardımcı oldu. Dürüst olmak
gerekirse Türkiye'deki durum hiç parlak değil. Ticari çıkarlarla
basın iç içe geçmiş durumda. Biz AB ülkelerinde basına dair pek çok
sorundan bahsediyoruz fakat Türkiye'deki sorunlar tüm bunların da
ötesinde, daha büyük sorunlar. AB standartlarından çok uzak bir
durumda Türkiye.
Türkiye'de sık sık birden çok gazetenin hükümet lehine aynı
propaganda manşetiyle çıktığına tanık oluyoruz. Erdoğan'ın
"Demokratik taleplere can feda" sözlerini yedi, "Bir Musa gelir"
sözlerini dokuz gazete aynı şekilde kullunmıştı. AB'de en son ne
zaman böyle bir örnek gördünüz?
Güncel araştırmalarımda böyle tek bir örneğe rastlamadığımı
söyleyebilirim. Bazen iki gazetenin aynı manşetle çıktığı, bir
meseleyi aynı yerden ele aldığı olur ama sekiz gazetenin aynı
siyasetçinin aynı sözlerini tırnak içine bile almadan propaganda
yapmak için manşetine taşıdığını hiç görmedim. Bu dehşet
verici.
Basında çoğulculuğun yok edildiği ve tekelleşmenin gerçekleştiği
bir ülkede süreci tersine çevirmek için neler yapılabilir?
Bu konuda yasalar çıkarılması için mücadele etmek bir çözüm ancak
pek çok ülkede bu yasaların da bir şekilde etrafından dolaşıldığını
gördük. Bu yüzden en etkili yöntem yurttaşların sürekli bilinçli
bir şekilde medyayı takip edip çoğulcuğun eksikliğini hissettikleri
anda bunun için kampanyalar başlatmaları. Ayrıca basında farklı,
bağımsız sesler yaratmaları veya böyle çabalara destek vermeleri de
önemli. İnternetteki alternatifler de insanlara yeni imkânlar
sunuyor. Tabii ki doygunluğa ulaşmış bir medya pazarında bunu
yapmak zor olacaktır ama yurttaşların bunun için mücadele etmesi
şart.
AB müktesebatında basında çoğulculuğun yeterince yer almamasını
eleştirmiştiniz. Bu alandaki mevcut müktesebattan bahsedebilir
misiniz?
Avrupa Anlaşmaları'nda bu konuda bir spesifik yasa olmadığı için
Avrupa Birliği'nin basın özgürlüğü veya çoğulculuk konusunda ulusal
yasalara müdahale etme imkânı yok. Bu durumu biraz da olsa
düzeltmek için komisyon, bizden bu gözlem projemize başlamamızı
istemişti.
Avrupa Birliği'nde doğrudan medyada çoğulcuğu güvence altına almak
için çıkarılmış bir yasa olmaması önemli bir sorun. Bunun yerine
Rekabet Yasası, İşitsel Görsel Medya Yönergesi gibi yönergeler
mevcut. Bunlar televizyonda Avrupa filmlerine daha fazla yer
verilmesi, reklam sürelerinin kısıtlanması gibi işler için etkili
ancak çoğulcuğun özünü oluşturan sahiplik ilişkileri gibi konulara
değinmekten çok uzak. Bu konuda özgün bir yasa çıkması için çabalar
oldu fakat gerçekleşmedi. Avrupa Parlamentosundaki tüm gruplardan
bu yönde talepte bulunan temsilciler var, ancak yeterli sayıda
değiller. Bir milyon AB yurttaşından imza toplayarak komisyonun bir
çalışma başlatması adına düzenlenen "Medyada Çoğulculuk için Avrupa
İnisiyatifi" adlı imza kampanyası da bir milyon imzaya ulaşamadığı
için sonuçsuz kaldı. Bu konuda bir yasa çıkması için baskı
uygulanmaya devam edilecek fakat yakın gelecekte böyle bir yasanın
çıkacağını sanmıyorum.
Tehlikeli söylemin nefret söyleminden farkı
HRANT Dink Vakfı'ndaki panelin diğer konuşmacısı olan Susan
Benesch, tehlikeli söylem kavramını anlattı. Amerikan Üniversitesi
Öğretim Üyesi ve Tehlikeli Söylem Projesi Direktörü olan Benesch
şunları söyledi:
"Nefret söylemi ile tehlikeli söylem arasında bir ayrım yapmamın
nedeni, nefret söyleminin tanımının net olmaması, her gün daha
geniş bir anlamda kullanılması ve hatta hükümetler için bir baskı
aracına dönüşebilmesi. Tehlikeli söylemin tanımı ise net: Bir grup
insanı bir hedefe yönelik kitlesel şiddet işlemeye yönlendirecek
bir söylem. Bu söylemle toplumun bir kısmı doğrudan katliam gibi
suçlar işlemeye, geri kalan büyük kısmı da bu katliama ses
çıkarmamaya itilir. Tehlikeli söylemin beş faktörü vardır: Kitlesi
üzerinde etkili olan bir konuşmacı tarafından söylenmesi, söylemin
etkilerine açık bir dinleyici kitlesi olması, söylemin içeriği,
söylemin toplumsal ve tarihsel bağları, söylemin yayıldığı iletişim
araçlarının etkinliği. Tehlikeli söyleme nasıl karşı çıkılabilir?
Öncelikle bu söylemin tehlikesinin erkenden farkına varmak önemli.
Ondan sonra da 'aşılama' tekniğiyle, yani kitlelere bu söylemin
esas amacını ifşa ederek karşı çıkılabilir. Bir daha bir siyasi
lider tehlikeli söylemde bulunduğunda kitlesi, o liderin neden öyle
bir söylemde bulunduğunu, neyi amaçladığını anlayabilir."