12 Şub 2012 15:27 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:19

"TÜRK OLSAM ÇILDIRIRDIM HERHALDE, GAZETECİLER BİRBİRİNİ SEVMİYOR"

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu'nun eski Eşbaşkanı Joost Lagendijk'ten çarpıcı tespitler!

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun eski Eşbaşkanı Joost Lagendijk, gazeteci Nevin Sungur’la evlendi, adeta bizden biri oldu.

Gündemin hızından ve her gün bir sürü topun peşinden koşmak zorunda olmaktan o da yakınıyor. O hem artık Türkiyeli hem de dışarıdan bakabiliyor..

Lagendijk Habertürk'ten Elif Key'e çarpıcı açıklamalarda bulundu

- Türkiye’de sabah tutuklamalarla kalkıyoruz, öğlen ülkenin bir yerinde deprem dahi olsa gece dizileri konuşuyoruz. Sizce Türk olmak ne kadar kolay ne kadar zor?

Çok zor. Türkçem o kadar iyi olmadığı için ülke gündemini biraz geriden takip ediyorum ve bu benim avantajım, çünkü olaylar sakinleştikten sonra daha rahat bakabiliyorum. Siz her gün bir sürü topun peşinden koşmak zorundasınız. Herhalde Türk olsaydım delirirdim. Bir sürü konu çözümsüz bırakılıyor. Sonrasında hasara bakılmıyor. Ülkenin nereye gittiği, nasıl bir polarizasyondan geçtiği görülmüyor. - Köşenizde “AKP, AB’den uzaklaşmak doğrultusunda bir siyasî adımın entelektüel zeminini mi hazırlıyor” diye sordunuz. Biraz endişeliyim. Başmüzakereci Egemen Bağış’ın pazarlıklar konusunda mutsuz olduğunu biliyorum çünkü hiçbir ilerleme kaydedilemiyor. Bağış acele etmiyor, Sarkozy ve Merkel’e ne olacağını bekliyor ve 2014’e kadar sabretmek gerektiğini düşünüyor. Çünkü seçimlerle gidebilirler. Ancak AB şu anda farklı bir dinamik içinde, ekonomik anlamda ayakta kalmaya çalışıyor. Ne siyasi ne de entelektüel anlamda genişlemeye dair bir ajandası yok. En son Hırvatistan’ı kabul ettiler ama onunla da kimsenin ilgilendiği yok.

- Arkadaşınız Egemen Bağış görevinde nasıl?

Çok eleştirildiğini biliyorum. İyi bir satışçıdır, seyirci karşısında neyi nasıl satacağını bilir. Ancak başmüzakereci olarak zor durumda ve zaman zaman Türkiye’nin AB dilenciliği yapmadığını vurgulamak zorunda kalıyor. Bu sebepten birkaç senedir “AB’nin Türkiye’ye daha çok ihtiyacı var” retoriğine sahip çıkıyor. Bu AB’de çok takdir edilen bir tutum değil. Zaman zaman Başbakan sert konuşmalar yapıyor, o ise çıkıp “Başbakan’ın kastettiği tam olarak bu değil” demek zorunda kalıyor. İlişkiler zarar gördüğü zaman bunu tamir etmek ona düşüyor. Egemen’in boş bir iş yaptığını, onun şakalarla uğraştığını düşünenlere katılmıyorum. Zor bir iş yapıyor çünkü topu oyunda tutmak zorunda.

- Başbakan’ın başdanışmanlarından İbrahim Kalın AB’ye ihtiyacımız olmadığını söyledi. Sizce?

Krizler gelip geçer. Ama Kalın, AB’nin dünya için de Türkiye için de öneminin kalmadığını düşünüyor. Buna kızıyorum. Çünkü bir entelektüel için bu kolay bir yol ve Başbakan’a akıl veren insanlardan biri o. Başbakan’ın başdanışmanı. Türkiye iyi durumda ama bu kadar tepeden bakmayı anlayamıyorum. Kalın’ın İslam fobisi hakkında bir kitabı var. Ben bunun olmadığını, Avrupa’da ırkçılığın ve bu fobinin yükselmediğini söyleyemem. Ancak bütün Avrupa’yı İslamofobik olarak etiketlemek yanlış. Avrupa’nın yüzde 20’si ırkçı ve fobik olabilir ama yüzde 80’i bu insanlardan nefret ediyor.

‘SAKİNLEŞTİREN GÜL’DÜ’

- Fransa konusunda öfkeli olmak hata mı?

Avrupa’da nereye giderseniz gidin herkes Fransa’daki soykırım yasasının ne kadar manasız olduğunu söyleyecektir. Yapılacak şey mağduru oynamak ve “Bunu bize nasıl yaparsınız” demekken Türkiye “Onlar kendilerine, Cezayir’e baksınlar” demeye başladı. Tarihsel olayları kullanarak başkasını suçlarsanız onların oyununun bir parçası olursunuz. Kaldı ki Sarkozy bu çıkışı Ermeniler için yapmadı ve o da biliyor ki Ermenilerin hepsinin oyu ona değil. Sarkozy’den nefret eden çok Ermeni var. Dolayısıyla yanıt verirseniz, o da “Bakın ne fena insanlar” der ve onu haklı çıkarırsınız. Türkiye öfkesini nerede kullanacağını karıştırıyor. - Erdoğan’ın iyi bir danışmanlar kadrosu var mı sizce? Erdoğan’ın en iyi danışmanı Abdullah Gül’dü. Erdoğan’a yakın olanlar bunu söylüyor. Gül’ün sakinleştirici bir tarzı var ve Erdoğan’ı sakinleştiriyordu. Şimdi muhtemelen “Siz en doğrusunu biliyorsunuzdur” diyen insanlar var etrafında. Belki de iyi danışmanları var ama onların lafını dinlemiyor da olabilir.

- 2015’te Ermeni olaylarının 100’üncü yılı. Türkiye buna ne kadar hazır?

Halk hazır ancak hükümet değil. Mesela şu tarihçilerden oluşan komite neden bir an evvel kurulmuyor? “1915’te kötü olaylar yaşandı, kelime ‘soykırım’ olmayabilir, ama bizim bu konuya dair yaklaşımımız için özür dileyebiliriz” denebilir. Hükümet böyle bir açıklama yaparsa Ermenilerin yüzde 90’ı memnun olacaktır.

'AUSTER ARTIK DAHA ÜNLÜ'

- Paul Auster meselesi var. Sizce Başbakan bu konuyu neden uzattı? Bu iş en çok kime yaradı?

Hata yaptığını düşünüyorum. Muhtemelen bugüne kadar Paul Auster’ı da duymadı. Auster ünlü bir yazar ama ABD’nin en önemli yazarlarından biri değil. Ama artık Erdoğan sayesinde daha da ünlü! Şimdi bir sürü sinek var ve bunlar “konuşma özgürlüğü” hakkında vızıldıyor. Auster Türkiye hakkında olumsuz yazılar yazan gazeteciler sayesinde durumdan haberdar ve aslında Erdoğan da Auster’a değil böyle yazılar yazan gazetecilere kızgın! Ama böyle yaparak, Auster’ın söylediğini onaylıyor ve “Türkiye‘nin ne kadar otoriter bir başbakanı var” diyenleri ispatlıyor. Auster’a “Gelme” demek yerine, “Mr. Auster seni anlıyorum, ama gel ben sana neyin ne olduğunu, İsrail’den farkımızı anlatayım” diyebilirdi.

'GERÇEK GAZETECİLER VE GAZETECİ ETİKETLİLER'

- Türk gazeteciler birbirini seviyor ve kolluyor mu?

Hiç sanmıyorum. AK Parti döneminde gazetecilere yansıyan durumlar bundan önceki hükümetlerde de yaşandı, bu ilk değil. Sağ ve sol görüş arasında çok büyük farklılıklar var. Örneğin sol basından birine dava açılınca sağ tarafın gazetecileri tepki göstermiyor. Avrupa’da görüş farklılığı da olsa gazeteciler bu tip dava durumlarında biraraya gelip birbirlerini destekliyor. Türkiye’de durum böyle olmadığından, bu aşırı polarizasyon yetki sahiplerinin medya üzerinde çeşitli oyunlar oynamasına olanak sağlıyor. Aynı zamanda kimin gerçek gazeteci olduğu ve kimin gazeteciliği etiket olarak kullandığını anlamaları da lazım. Mesela, Odatv’dekilerin yaptıkları gazetecilik değil propagandaydı. Gazeteciliği etiket olarak kullandılar. Ama Büşra ve Ragıp’ın tutuklanmasını da Ahmet’le Nedim’i de anlamıyorum.

- Türk gazetelerinde çok fazla köşe yazarı olmasını eleştiriyorsunuz.

Türkiye’de köşe yazarlarının fikirlerine çok fazla değer veriliyor. Her gazetede neredeyse 10-15 köşe yazarı var. Avrupa’da her gazetede 3-4 köşe yazarı vardır ve kendi fikirlerinden çok, somut gerçeklerle ilgili yazılar yazarlar. Ben de köşe yazarıyım gerçi!