Türk Medyasının Yeni Trendi "agresifizm" Mi? (“arızalı Entelektüel”in Önlemeyen Yükseliş

Aslında böyle bir “İzm” ya da “akım” yok! Tümüyle ben uydurdum. Daha doğrusu sosyal-siyasal manada yok. Psikoloji dilinden “ödünç alınmış” bir “benzetme”de bulunmaya çalışıyorum. Bu manada dilimize “Saldırgancılık”, “Mütecavizcilik” olarak da çevirebiliriz. Yüklediğimiz anlamda “Agresifizm” bir “ideoloji” bile değil. Zaten olayın bir ideolojisi olamayacağı içinde “Agresifizm” şekline bürünüyor. Mevcut haliyle “Agresifizm”i bir “tavır”, bir “duruş” (Aslında “duruşsuzluk” demek daha doğru ya neyse!) ve asabi bir “halet-i ruhiye” olarak adlandırmak sanırım daha doğru olacak. Bu yönüyle “Agresifizm”i “sağ”, sol” gibi “köşeli” bir ideoloji olarak okumak zaten pek mümkün değil. (Fakat her nedense, onu daha ziyade “liberaller” ve bir miktarda AKP revizyonizmine kapılanmış/nemalanmış “Neo-İslamcılar” şu sıralar çok seviyor. Diğer akımların aralarına da şu veya bu miktarda serpişmiş vaziyette. ) Kısaca son zamanlarda iyice “Yükselen Trend” haline gelen “Agresifizm” yırtıcılıkta, marazilikte sınır tanımıyor. Kendisini her geçen gün daha da “aşmakla” meşgul!

Belki de bu eğilimi bir “virüs türü” olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Çünkü bulaştığı adamı kısa sürede sağa sola saldıran bir “entelektüel zombi”ye çevirebiliyor. Dehşetle harmanlanmış bir bilim-kurgu filminden fırlamış yaratıklar gibiler adeta. Lunaparkların korku tünellerinin uyduruk mankenleri bile onların yanında daha “sevimli” kalır. Bunlar bir düşünce açıklamaktan, bir düşünceyi tartışmaktan ziyade bir “düşünce terminatörü” gibiler. Onların gerçekte bir düşünceyi anlama, doğru/yanlış savunma ya da reddetme gibi bir “dertleri” yok. Onlar çizilen “resmi politika”ya aykırı her tür düşünce, yaklaşım hatta soruyu bile zapt-u rapt altına almakla görevliler adeta. Entelektüel alanda da sürüp giden savaşta bir tür vurucu “sivil milis gücü” gibiler. Ya da ha futbol holiganları ha bunlar!

KRONİK ÖFKENİN, MUTLAK NEGATİVİZMİN KALEMŞORLARI!
İşin komiği gerçekte entelektüel derinliği de pek fazla olmayan bu gibi kimlikler ezberledikleri birkaç klişe cümleyi neredeyse yüzlerce kez tekrarlayarak “misyonlarını” yerine getiriyorlar. Duruma “kahvehane muhabbeti” düzeyinde vakıflar. (Bu halk ne dediğine bakmadan en iddialı, sesi en gür çıkanı ve tabii masaya en sert yumruğu vuranı sever ya!) Ancak o kadar susturucu ve yıldırıcı konuşuyorlar ki insanlarda bunların sözlerinde bir hikmet varmış gibi algılıyor. Aslında ortalamanın (vasatın) duymak istediğini, kulaklarına hoş geleni haplaştırarak söylüyorlar. Yoksa hepsini toplasan incir çekirdeğini bile doldurmayacak sayıklamalardan ibaret çoğu söyledikleri. Tüm yaptıkları basit bir “propaganda tekrarı”na endeksli ama bunları gören dünyada henüz ortaya konulmamış yepyeni bir felsefe akımının kurucuları sanır. Ne yazık ki düşünsel tartışmaları bir boks ringine, “çakma”ya, “nasıl geçirdim ama” avamiliğine çeviren bu gibiler çaplarıyla orantılı olmayan bir “etki alanı”na sahipler. (Öyle ki zaman zaman bu tavırlarını fiziki saldırganlığa hatta tehdide dönüştüreni bile var.!) Bunu da şu an önemli ölçüde arkalarında hissettikleri iktidar desteğine ve “ideolojik iklim”e borçlular. Yoksa başka bir konjonktürde bunların esamesi bile okunmazdı. Bunlara değil köşe vermek, televizyon tartışma programlarına kondurmak (Zaten bazıları hep “sen, ben, bizim oğlan/kız” tarzı “ekip” halinde dolaşıyorlar!) gazetelerin, televizyonların kapısından içeri bile sokmazlar. Gazete ve televizyonla tek ilişkileri okuyuculuk/seyircilik düzeyinde kalırdı!

KADINLARA BİLE BİR ŞEYLER OLDU!
Tabii onlarında kendi içlerinde “versiyonları”, ekolleri var. Kimi iyice azgınlaşmış, kimi henüz acemi ve “alıştırma” düzeyinde. Kimi daha korkak (Karşısına kendisinden daha çetin biri çıkınca tırsak!) kimi daha pervasızca cesur. Kimi burnundan kıl aldırmayacak derecede küstah, kibirli kimi daha “nezaket dahilinde”, çaktırmadan yaptığını sanıyor. Kimi makineli tüfek gibi önüne kim çıkarsa tarıyor kimi “nokta atışı” yapıyor. Lakin hepsi de kızgınlık ve hiddetin birer minik “gazap tanrısı” kesilivermekte ustalar adeta. “Entelektüel kabadayılık”ta üzerlerine yok. (Son zamanlarda bu eğilim kadın yazarlara da sirayet etti. Erkeklere oranla görece daha “naif” olması beklenen kadınlar bile “Agresifizm”e meylettilerse varın bu akımın gücünü siz anlayın. Yakında bunlar “Seni gidi yelloz, saçını başını yolarım, ağzını cart diye ayırırım cadaloz!” şeklinde konuşmaya başlarlar ve birbirlerine girerlerse hiç şaşırmam!) Hangi gazetenin sayfalarını çevirsek, hangi televizyonu zaplarsak karşımızda bunlar zuhur ediyor. Dolayısıyla onları gördüğümde hemen “görece sakin” bir başka kanala “iltica etmek” geliyor içimden!

Ancak, aynı zamanda ortada “muhalif”, “karşıt yaklaşım” adına (Malum nedenlerle!) pek adam kalmadığı için şimdilerde “muhatap” ve “saldırı nesnesi” bulmakta zorlanıyorlar. O yüzden insanlara gıyaplarında da “manen” saldırmaya başladılar. Bu “kıtlık” sürerse yakında birbirlerini de yer bunlar. Nitekim ilk işaretleri zuhur etmeye başladı! (Geçenlerde bir yerde “enerji vampirleri” diye bir kavram görmüştüm. Bunlar kanla beslenen değil, ama karşısındaki kişinin enerjisi onu yorarak, hırpalayarak, negatif yüklemelerde bulunarak çalıyorlarmış. Nedense aklıma böyle bir paralellik geldi!) Velhasıl bu yeni “izm” pek revaçta şu sıralar…

Yanlış anlaşılmasın insanlar illâ ki çok “sakin”, “uysal”, “mülayim” olmak, yazmak, tartışmak zorunda değil. Bunu yapmaya çalışsanız bile zaten pratikte pek mümkün değil. (Hepimizi çileden çıkartan durumlar, kişiler muhakkak vardır.) Fakat bunu bir “düşünce“ adına, entelektüel sosa bulayıp, bir “çizgi” haline getirmek başka bir durum. Hepimizin “agresif” olabileceği anları vardır. Lakin bunu adeta bir “izm”e çevirmek, “dominant davranış” biçimi haline getirmek, sırf prim yapmak için bu “izm”in “militanı”nı oynamak küllen “sakıncalı herhalde. O yüzden kemaliyet semtlerine bile uğramıyor!

PEKİ NEDEN BÖYLELER?
Peki adeta bu birdenbire “kabaran dalga”nın nedenleri neler? Belki iç içe birçok daha başka nedenleri de olabilir. Fakat bana göre şöyle sıralanabilir;

1) Düne kadar iktidarların hep itilen, kakılan, terk edilmiş çocuğu olan “aydınlar”ın (?) şimdi birden bire iktidar tarafından “evlat edinilen” konumuna yükselmesiyle minnet, yaranma, önemsenme hisleri duymaları öne çıkıyor. Bu gücü arkalarına almaları ve “nasıl olsa bana kimse dokunamaz”, “yerim sağlam” kibrine kapılmaları seziliyor.
2) Hatta kimilerinde “iktidara ben akıl veriyorum, ben olmasam iktidar ne yanlışlar yapacak”, “benim önerilerim olmasa bunlar batar” havası bile mevcut.
3) Bu yüzden insanın bir “taraf”ı olmasıyla “yandaş” olmak arasındaki ölçüyü iyice kaçırmaları çok belirgin. Ki, buna “Kraldan fazla kralcılık”da diyebiliriz!
4) Ego köpürmelerinin şehvetli cazibesine kapılmakta birbirleriyle yarışıyorlar. Bu kifayetsiz muhterislikle birleştiğinde ortaya daha “vahim” tablolar çıkabiliyor. Söz konusu anlayış aynı zamanda “vasatizm” ile kolkola dolaşıyor!
5) Başkalarının da en az kendileri kadar “haklı”, “doğru”, “bilgili” vb olabileceğini unutmaları, önemsememeleri çok bariz.
6) Aydının/Entelektüel’in “bağımsız” bir yaratık olduğunu hiç anlamamaları, aydını asıl aydın yapanın “karşıtlarına” yönelik eleştirileri değil “kendi gibilere” yönelik “duruşu” olduğunu fark edememeleri açıkça sırıtıyor.
7) Konuşmanın, tartışmanın, fikir belirtmenin illâ ki bağırmak, çağırmak olduğunu zannetmeleri duygusu ön planda. Ara sıra kaza ile de olsa “saygı gösterirmiş gibi” davranmaları bile çok yapmacık. Bu “yetersizlik duyguları”, kompleksleri, bastırılmış güç arzusu ile birleşince ortaya daha da “çetrefil” bir durum çıkıyor. Bir fikri savunmak kadar o fikri savunma biçiminizin de bir o kadar “önemli” olduğunu kavramada sıkıntı yaşıyorlar.
8) Bu “tarz”ın “halk” tarafından “tutulduğunun” farkına varmaları, bu yolla dikkat çekme, ilgi toplama ve prim yapmanın mümkün olduğu kanaatine kapıldıkları tavırlarında iyice su yüzüne çıkıyor.
9) Sanırım çevrelerince de destek görüp, teşvik edilmeleri, bir tür “kim tutar seni koçum!” gazına gelmeleri ya da kendilerini getirmeleri söz konusu.
10) Dönemlerin geçici olduğunu, bugün el üstünde tutulanların, sırtı sıvazlananların yarın pekalâ, “tu kaka” edilip “değersizleşme”ye uğrayabileceğini unutmaları, bu konjoktürün hep sürüp gideceği “aldanışı” kendilerine hakim görünüyor.

Elbette bu saydığım maddelere eklemeler ya da çıkarmalar olabilir. Diğer yandan kimileri söylediklerime bakıp, “açık konuş, kimi kastediyorsun, isim ver” diyebilir. Bunu yapmayacağım. Çekindiğimden, polemiğe girmekten korktuğumdan değil. Sadece ve sadece onların seviyesine inmekten, zaten karşı çıktığım bir “tarz”ın yeniden üretilmesine katkıda bulunup, zemin hazırlamaktan kaçınırım. Hem zaten benim işim kişilerle değil zihniyet ve anlayışlarla. Ali olmuş, Veli olmuş fark etmez!

Üstelik siz onların kimler olduğunu zaten biliyorsunuz değil mi?..

Atilla AKAR

[email protected]