24 Şub 2012 16:44 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:22

TÜRK GAZETECİLER NEDEN SURİYE'DE DEĞİL?

Deyim yerindeyse, "Atlantik'ten Urallar'a kadar" hatta daha da ötesinde, mutlaka Türk medyası bayrak sallandırırdı.

Deneyimli gazeteci Zafer Arapkirli, Medyamız ve haber ’ithalatı’ başlığı ile Gazeteport’taki köşesinde yazdığı yazısında bir kaç meslektaşıyla konuşurken akıllarına takılan br konuyu okurlarıyla paylaştı.

"Uluslararası çaptaki olaylara, eskiden olduğu gibi neden Türk medyasının yerinde izlemek üzere muhabir göndermediğini, gönderemediğini üzülerek görüyoruz.

Bundan 10 – 15 yıl önce, nerede bir savaş olsa, nerede bir önemli hadise cereyan etse, hatta nerede Türkiye’yi ilgilendiren bir spor olayı olsa (bizim takımımız oynamasa dahi), en az 5 – 10 medya kuruluşundan bir düzine Türk gazeteci oraya üşüşürdü. Öyle ki, gittiğimiz yerlerde yabancı muhabirler hayrete düşerdi, "Yahu, sizin kamuoyunun bu kadar dünya olaylarına ilgili olduğunu bilmezdik. Helal olsun.." gibilerden şaşkın şaşkın izlerlerdi "deplasmandaki" rekabetimizi.

Hani, deyim yerindeyse, "Atlantik’ten Urallar’a kadar" hatta daha da ötesinde, mutlaka Türk medyası bayrak sallandırırdı.

Şimdi bakıyorum da, burnumuzun dibinde cayır cayır yanan bir Suriye (belki yakın gelecekte İran) var ve şu yazının yazıldığı an itibarı ile, hiç bir gazete veya televizyonumuz, doğrudan kendi muhabirleri ile haber kovalamıyor.

Yaptığımız şey, ABD’li, İngiliz, Fransız ve benzeri ülkelerin medyası veya ajanslar aracılığı ile izliyoruz, "iki adım ötede" olup bitenleri.

Geçen gün bir büyük gazetemizin manşetinde "CNN International muhabirinin Humus izlenimleri"ni okuduk.. Ertesi gün bütün televizyonlarda hayatını kaybeden Fransız ve Amerikalı iki gazetecinin ölümünü haber yaptık. Bir başka Amerikalı gazetecinin Suriye’de ölümü ardından, buradaki dostları çok dokunaklı "ağıt yazıları" yazdılar.

Peki, biz niye orada değiliz?

Niye, örneğin Amerikalı, İngiliz, Brezilyalı, İskandinav okuyucu ve izleyiciler, Halep’den, Şam’dan, Humus’tan, T.C. Kimlikli gazetecilerin geçtiği haberleri okumaz veya izlemezler?

Öyle ya, bu bölgeyi bu "mahalle"yi buralarda olup bitenleri en iyi bizlerin bilmesi ve dünyanın bizlerden (hem haber hem de yorumla) öğrenmesi gerekmez mi?

Ama, olmuyor.. Olamıyor. Nedeni, son derece basit ve aslında hazin...

Çünkü, habercilik artık eskisinden çok daha pahalı bir iş, medya patronları için. Üstelik pahalı olması, maliyetin daha da artmasından kaynaklanmıyor. İletişim olanaklarının ve uluslararası hızlı haber kaynaklarının daha da çeşitlenmiş, "satın alınabilecek" bilginin ve haber malzemesinin daha da kolay (ve ucuz) elde edilebilir olmasından kaynaklanıyor.

Yani bir nevi "üretim pahalı, ithalat daha ucuz" durumu..

Aynı şey, yurtdışında büro veya muhabir bulundurma konusunda da geçerli..

Bu da, seyahat+barınma+iletişim+uydu+link+telefon+güvenlik ve belki öngörülemeyen bir yığın kalemden oluşan "ekip veya eleman gönderme yükü"nü, medya kuruluşlarımızın muhasebe servisleri için daha fazla "itici" hale getiriyor.

Maalesef, medya yönetimleri olaya "kar – zarar" hesabı açısından bakarken, özellikle kendi "mahallemiz"den haberleri, yabancı kaynaklardan izliyor olmamızın manevi maliyetini ve prestij kaybını düşünemiyorlar.

Bunun yan maliyetini (yani kayıplarını) de burada vurgulamak gerek.

Türk medyasının (ve tabii patronlarının) bu işleri farklı algıladıkları dönemlerde, "oralarda" yani haberin olduğu her yerde olabilmemiz neticesinde, editoryal kadrolardaki konuya hakimiyet ve tecrübeli uluslararası çapta haberci yetişmesi, çok önemli bir güven unsuruydu.

O günlerin birbiri ile kıyasıya rekabet içinde olan savaş muhabirleri, spor muhabirleri, diplomasi muhabirleri bir yandan deyim yerindeyse "fişek gibi" işler çıkarıyorlar, hem de arkalarından gelen yenilerini yetiştirerek, insan malzememizi sürekli takviye ediyorlardı.

"Oralarda" bayrak göstermemiz sonucu, Türk medyası her yerde daha ciddiye alınıyor ve bu platformdaki "bağlantılarımız" da giderek güçleniyordu. Bu "bağlantı"nın son derece hayati önemini, uluslararası alanda gazetecilik yapan tüm meslektaşlar çok iyi bilirler. Bugün ise bunların ne kadar zayıf olduğunu da..

Umarız, bu konuda en büyük görevin düştüğüne inandığım medyanın editoryal yöneticisi arkadaşlarım, yeniden böyle bir iklimin oluşması anlamında "üst katlar"ı yeniden ikna ederek, Türk yazılı ve görsel medyasının bayrağını en azından Türkiye’nin yakın çeperinde dalgalandırmaya başlatırlar.

Pek çok etik ve pratik güncel sorunla boğuşan medyada, bu konunun "bizim katların"(muhabir, kameraman, foto muhabiri, editör, prodüktör düzeyinde) sürekli gündeminde olduğunu biliyorum.

"Yukarılara" da, toplantı odalarına da ulaşması dileğiyle...

"İthalat" her sektörde ideal ve kazançlı çözüm değildir.