"TÜRK DEMOKRASİSİNİN UTANÇ FOTOĞRAFINI KESİN SAKLAYIN"!..SEDAT ERGİN O FOTOĞRAFA BAKTI,ERDOĞAN'A FENA ÇAKTI!..
Dünkü Milliyet´in 16´ncı sayfasında yayımlanan bir fotoğraf, Sedat Ergin'e malzeme çıkardı. Ergin fotoğrafa baktı, Başbakan Erdoğan'ı hedef tahtasına koydu.
Dünkü Milliyet´in 16´ncı sayfasında yayımlanan bir fotoğraf, Bilkent Oteli'nin lobisinde Başbakanlık görevlileri tarafından kapıdan içeri girmesine izin verilmeyen bir muhabirin çaresizliğini belgeliyordu.
AKP Kadın Kurultayı´nı izlemek üzere Bilkent Oteli´ne giden, ancak içeri alınmayan gazeteci, Milliyet´in Başbakanlık muhabiri Abdullah Karakuş´tur. Hatalı bir haber yazdığı iddiasıyla akreditasyonu iptal edilen Karakuş´un, yalnızca Başbakanlık binasına değil, Başbakan´ın bulunduğu hiçbir mekâna alınmayacağı ortaya çıkmıştır.
Karakuş, akreditasyon iptaline yol açan haberde hatası olmadığını belgesiyle kanıtlamasına karşılık durum değişmemiştir. Kaldı ki, hata da yapabilir; ama bu keyfi bir şekilde akreditasyonunun iptal edilmesine haklılık kazandırmaz.
Abdullah Karakuş, yaklaşık 15 yıldır Milliyet´te muhabirlik yapıyor. O, bilerek hata yapacak gazetecilerden değildir. Milliyet´in genel yayın yönetmeni olarak benim kendisine güvenim tam.
MUHABİRLERLE UĞRAŞAN BİR BAŞBAKAN
Meselenin düşündürücü yanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan´ın toplantıdan çıkarken gazetecilere yaptığı açıklamada, "Yalan yanlış haber yapanların akreditasyonu iptal edilir. Biz onlarla yola devam etmeyiz" diyerek, Karakuş´a reva görülen uygulamayı savunabilmiş olması.
Koskoca Başbakan´ın kendini içine koyduğu durumu görüyor musunuz?
Başbakan, yalnızca eleştiri hakkından feragat etmeyen medya grupları, onların sahipleri, kendisini eleştiren köşe yazarları ve gazete yöneticileri ile değil, muhabirlerle de uğraşıyor.
Bir muhabiri "yalancılıkla" suçlayan Erdoğan, Başbakanlık´ın uçağına, hakaretten, iftira atmaktan mahkûm olmuş kişileri davet etmekte, anti Semitizm yapan, köktendinci gazetecileri yanına oturtmakta beis görmüyor.
Bu arada, Abdullah Karakuş için kullandığı "yalancı" sözünü Başbakan´a iade ediyorum.
BÖYLESİ ASKERİ YÖNETİM DÖNEMİNDE OLURDU
Milliyet´te dün yayımlanan fotoğraf, 2008 yılında Türk demokrasisinin utanç fotoğrafıdır.
Bu fotoğraf, siyasal iktidarın bir gazetecinin görev yapmasını, mesleğini icra etmesini engellerken suçüstü yakalanmasının da belgesidir.
Ve bu fotoğraf, keyfiliğin hâkim olduğu, otoritenin mutlak bir liderde toplandığı istibdat yönetimlerinin, Saddam türü rejimlerin fotoğrafıdır; AB´ye tam üyelik sürecinde yol alan bir ülkenin değil...
12 Eylül döneminde askeri yönetim altında üç yıl muhabirlik yapmış bir gazeteciyim. O dönemde, sıkıyönetim komutanlarının ya da maiyetlerindeki subayların bu tür keyfi uygulamalarına muhatap olduğumuzun örnekleri çoktu. Ama adı üstünde askeri idareydi ve komutanlar demokratlık iddiasında değillerdi.
Ama arada bir fark var. O zaman hiç olmazsa komutanların taahhütleri çerçevesinde demokrasiye dönüleceği konusunda umutlar besliyorduk. Bugün ise AKP´li seçilmişlerin yönetimi altında demokrasiden uzaklaşmanın iç karartıcı ruh halini yaşıyoruz.
BATI´DAKİ ERDOĞAN ALGISI DEĞİŞİYOR
Peki demokrasiden uzaklaşıp nereye yöneliyoruz?
Muhabirimize yapılan bu uygulamanın, dünyaca ünlü Economist´in dünkü sayısında Erdoğan´ı "otokrat" (müstebit) olarak ilan etmesi ile aynı zamana denk gelmesi hiç şaşırtıcı değil.
Hafta başında da dünyanın en saygın gazetelerinden The New York Times´ın, benzer bir şekilde ülkedeki liberallerin AKP hükümetinden desteklerini çektiklerini anlattığı yazısı, Erdoğan´ın reformcu kişiliğinin sona erdiği tartışmasını konu alıyordu.
ABD´nin bir başka etkili yayın organı olan Newsweek dergisinde kısa bir süre önce Erdoğan´ın "Putinleşmeye" başladığını ve muhalefeti ortadan kaldırmaya çalıştığını anlatan bir yazının çıktığı hatırlardadır.
Batı basınında bu doğrultudaki örnekler son dönemde süratle artıyor. Bu haber ve yorumların büyük bölümü, Erdoğan´ı demokrasiden uzaklaşan, otoriter eğilimleri baskın çık