Tuncay Özkan'dan çarpıcı çıkış! Fatih Altaylı'ya sahip çıkalım!
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), 6 yıldır Silivri Cezaevi’nde yatan Tuncay Özkan’ı bir kez daha ziyaret etti.
Basın ve ifade özgürlüğü mücadelesinin öncü meslek örgütü Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti, tutuklu gazetecilere desteğini sürdürüyor.
TGC Yönetim Kurulu üyeleri Gülseren Ergezer Güver ve Recep Yaşar
önceki gün, Silivri 1 No’lu cezaevinde gazeteci Tuncay Özkan’la
buluştu.
Ergenekon Davası’nda gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 16 yıl,
Cumhuriyet mitinglerini düzenlediği için de müebbet hapis cezası
verilen Tuncay Özkan, bir saatlik görüşmede medyanın ve Türkiye’nin
geleceğiyle ilgili umutlu mesajlar verdi. İşte, masum
olduğunu ve iddianamede yer alan hiçbir suçlamanın üzerine
yapışmadığını vurgulayan Tuncay Özkan’dan önemli satır başları:
BOMBALARIM NEREDE?
Tutukluluğumun ilk 6 ayında hakkımda 16 bin 800 haber çıktı. Her
şeyi yazdılar. Artık hüküm oluştuğuna göre soruyorum; nerede
bombalarım? Nerede silahlarım? Kaçırdığım vergiler nerede? Bana
iddianamede yazılan hiçbir şey yapışmadı. Tek kuruş borcu olmayan
bir adamım. Ama benim Norveç’ten Hakkari’ye vicdanen borçlu olduğum
binlerce insan var. Onlar için direniyorum ve güçlü kalacağım.
BİRİ ANNEME ANLATSIN
Müebbet ve 16 yıl mahkumiyet kararı çıktıktan sonra annem
ziyaretime geldi. “Şimdi bunun anlamı ne? Neden buradasın?” diye
sordu. “Suçlu olsan oğlum katil, namussuz, hırsız derdim. Şimdi ben
ne diyeceğim?” dedi. Bu dava siyasidir. Daha baştan çökmüştür. Ama
bizi yıldırmaya yetmeyecektir.
MEDYAYA BASKI, ULUSLARARASI
30 yıllık gazeteciyim. Hiçbir siyasetçi ya da asker çıkıp “Ben
Tuncay’a haber yaptırttım. Talimat verdim” diyemez. O dönem Irak
savaşına karşı çıktığımız için ABD’li yetkililer ve bazı askerler
Karamehmet’e beni işten attırmak için baskı yaptı. Yapı Kredi
Bankası görüşmelerinin önkoşulu olarak patrondan beni feda etmesini
istediler. Patronlar aracılığıyla sürekli baskı yapıldı ama
direndik. Haberden taviz vermedik. Ancak medyaya baskının boyutu
çok büyük, uluslararası. Sonunda Akşam grubundan ayrılıp
Kanaltürk’ü kurdum. Yine vazgeçmediler. Bu kez kanalın bulunduğu
sokaktaki kuruyemişçiden, film aldığımız şirketlere kadar herkesi
maliye baskısı altına aldılar. Elektriğimizi kestiler. Maliyeciler
3 yıl işyerimizden çıkmadı. Yine gazetecilikten vazgeçmediğimizi
görünce 3 milyon dolarlık ekipmanımıza el koydular.
FATİH ALTAYLI BASKIYI DİLE GETİRDİ
Medyaya baskıya küçük yapılar direniyor ama büyükler zorlanıyor.
Bugün gazetecilik deforme oldu ayaklar altında diyorlar. Bu büyük
haksızlık, insafsızlık. Gazeteciler, Türk aydınının onur bayrağını
taşıyor. Gazetecinin işi haber yapmak, kahramanlık değil ki…
Başbakan’ın talimatlarına boyun eğen Fatih Altaylı suçlu da baskıyı
yapanların hiç mi suçu yok? Nitekim Fatih Altaylı “yaptığım doğru”
demiyor. Feryat ediyor, imdat diyor. Yaşanan ağır baskıyı dile
getiriyor. Şimdi ona da sahip çıkılması gerekiyor.
GAZETECİLİK CAMİ AVLUSUNA BIRAKILMIŞ MESLEK
Mİ?
Habertürk’te Fatih Saraç diye bir isim geçiyor. Kimdir? Gazeteci
mi? Gazetecilik cami avlusuna bırakılmış bir meslek mi ki bu
isimler belirleyici olsun. Bütün yaşananlara rağmen diyorum ki,
Türkiye’de ayakta kalan tek meslek gazetecilik. İlk günden beri
karanlığa direnen tek güç, gazeteciler oldu. Evine ekmek
götüremeyen ama kalemiyle direnen gazeteciler var. Onları
‘gazeteci’ sıfatını kullanan propagandistlerden ayırmalıyız.
Bu süreçte meslek örgütleri şanımız oldu. Askerler, siyasetçiler
sahipsiz kalırken meslek örgütlerimiz bize sahip çıktı. Karanlıkta
onur bayrağını, erdem bayrağını hiç durmadan ayakta tuttular.
Dünyada bu kadar saldırıya maruz kalan başka medya yok.
Gazetecilik, buna rağmen direniyor. Gurur duyuyorum.
SUSURLUK RAPORUNA 7 YIL
Bizim meslekte gerçeklikten önce doğruluk gelir. Bilgi saklanıyor,
gazeteci yazınca suç oluyor. Ben gazetecilik faaliyetlerimden 16
yıl, Cumhuriyet mitinglerinden müebbet hapse mahkum edildim.
Susurluk raporunu yayınladım diye 7 yıl verdiler. Bende belge
çıkmasından daha doğal ne olabilir? Ama ceberut ve despot anlayış,
gerçeğin açığa çıkarılmasına tahammül edemiyor, direnen gazeteciyi
yok etmeye çalışıyor.
PATRONLAR ÇALIŞANLARLA SAF TUTSUN
Şimdi yapılması gereken, siyasetin medyaya müdahalesine karşı
patronuyla, fikir işçileriyle tüm gazetecilerin kol kola
girmesidir. Patronlar, çalışanlarıyla birlikte saf tutmalıdır.
Büyük bir miting ve yürüyüş düzenleyerek “Kalemimizi satmıyoruz”
demeli. “Haberime dokunma” “Demokrasimizi kirletme” kampanyaları
düzenlemeli. Bu çağrıyı tüm yayın gruplarına buradan ben
yapıyorum.
GERÇEK KARARTILIYOR
Medya, toplumların akciğeridir. Gazetecileri durduran, toplumun
temizlenmesini durdurur. Türkiye’de şu an halka iyi anlatılması
gereken iki önemli konu var. Birincisi, gerçeğin karartılması,
ikincisi ekonomik kalkınmadaki sıkıntılardır. Benim 85 metrekarelik
evimi 120 polis basmıştı. 85 metrekare, İçişleri Bakanı’nın oğlunun
evindeki, kasaya dönüştürülmüş odanın büyüklüğüdür. Bunlar iyi
anlatılırsa Türk halkının vicdanı bu kirliliği kaldırmaz. Ve çare,
halkın içinden çıkar. Burada muhalefete büyük görev düşüyor.
İDAM CEZASI KALKMADI
Cezaevlerinde insanlar göz göre göre ölüme terk ediliyor. Çünkü
burada insana saygı yok. “Hasta mahkum” sorunu, saygısızlık sonucu
çıkıyor. Yaratılan korku iklimi herkesi etkiledi. Doktorlar, hasta
mahkumları üniversite hastanesine sevk edemiyor. Kuddusi Okkır
böyle öldü. Altı temizlenen, vücudunda yaralar çıkan adamı 6 yıl
ölüme terk ettiler. Şimdi Muzaffer Tekin ölüyor. Pankreas kanseri.
Sebep ihmal. Zamanında doğru dürüst bakılmadı. Fatih Hilmioğlu
duvarlarla konuşuyor. Sadece Silivri’de değil, diğer cezaevlerinden
de feryat figan yükseliyor. Şimdi konjonktüre bağlı olarak
doktorların da tavrı olumlu yönde değişti. 6 yıl önce ölüme göz
yuman sistem, şimdi “size bakılsın, ölmeyin” diyor.
Türkiye’de ölüm cezası kalktı diyorlar. Yalan! Devam ediyor. Sadece
şekli değişti. Kin ve intikamlarını, insanları ölüme terk ederek
çıkarıyorlar. Ben tek başıma hücrede kalırken hastalarla
ilgilenebilmek için koğuşa geçtim. Şimdi Yalçın Küçük, Fatih
Hilmioğlu, Levent Göktaş ve Aykut Metin Şükre ile kalıyorum.
SİYASAL İSLAM BİTTİ
Türkiye’de siyaset, hukuk, bilim çöktü. Sağlık programlarında
profesörler hurafeleri savunuyor. Cumhuriyet’in tüm kurumları
alaşağı edildi. Büyük çınarın bazı dalları çürüse de yaşıyor.
Geldiğimiz noktada Türkiye’de ve dünyada siyasal İslam bitmiştir.
İktidar çökmüştür. Ancak enkazın tasfiyesi en az 3 yıl sürer.
Parayı paylaşamayan AKP ve cemaat, siyasi bezikte yüzünden kendi
kendini yok etti.
GEZİ, İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI
Türkiye için umutlarımı hiç kaybetmedim. Biz ne zengin, ne soylu,
ne seyidiz. Biz halkız. Halkın üstüne binerek istediğiniz yere
gidemezsiniz. Gezi direnişi, Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşıdır.
Siyasetimiz Gezi’deki yeryüzü sofrası gibi olacak. Herkes o sofrada
yer alacak ve nasibini bulacak. Türkiye oraya gidiyor.
14 ŞUBAT MESAJI: EN BÜYÜK AŞKIM GAZETECİLİK
Benim en büyük aşkım gazetecilik. Çocukluktan seçtim ben bu
mesleği. Gazetecilik Yüksek Okulu’na çok yüksek puanla, Türkiye
76’ncısı olarak girdim. Aşkla bağlıyım mesleğime. İnsan aşkından
usanır mı, vazgeçer mi? Aşık ölür, aşkı kalır. Benim aşkım da bu
dünyada kalacak. Ben ölümü göze almışım, hiç korkum yok! Hiçbir
zalim beni bu sevdadan vazgeçiremez.