16 Eyl 2012 09:44 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:08

TULUHAN TEKELİOĞLU 50 YAŞ ÜZERİ ERKEKLERİ KEŞFE ÇIKTI!

Tuluhan Tekelioğlu “40'ında 40 Kadın”dan sonra “50'sinde Erkek” isimli belgesel-kitap projesini de tamamladı

Tuluhan Tekelioğlu “40’ında 40 Kadın”dan sonra “50’sinde Erkek” isimli belgesel-kitap projesini de tamamladı. Tekelioğlu: “Erkekleri konuşturabilmek için çok uğraştım. Sonunda da başardım. Artık konuşturamayacağım kimse yok”

40’ında 40 Kadın projesi için konuştuğum kadınların hiçbiri evcilik ya da Barbie bebekler üzerinden anlatmamıştı yaşadıklarını. Oysa 50’sinde Erkek için kapısını çaldığım erkeklerin neredeyse hepsi kendileriyle ilgili bir itirafta bulunacakları zaman bir oyundan; futboldan, playstation’dan, piştiden örnekler verdiler. Bence içlerindeki çocuk onları hayata kenetliyor.” Yarın raflarda olması planlanan “50’sinde Erkek” isimli belgesel-kitap projesi için yaptığı görüşmelerden çıkan sonucu böyle özetliyor Tuluhan Tekelioğlu. Gazeteci ve televizyoncu kimliğiyle tanıdığımız Tekelioğlu bu proje için aralarında ünlü isimlerin de bulunduğu yaklaşık 40 erkekle görüştü. Nebil Özgentürk’ün kucağındaki bebeği Arın’ı saymazsak bu erkeklerden 23’üne yer verdi projesinde. Erkeklerin diliyle ifade etmek gerekirse “karşı takımın oyuncusu” olarak 50 yaş dönemindeki 23 erkekle adeta tek kale maç yaptı.

Onlara “Yakın gözlüğüm olmadan göremiyorum”, “Evet, karımı aldattım”, “Saçıma bir renk attırıyorum”, “En korktuğum şey prostat muayenesi”, “Cinsellik iyi ki azalıyor”, “Hâlâ genç kadınlardan hoşlanıyorum”, “Egomu hâlâ yenemedim”, “Keşke bir çocuğum olsaydı” dedirtti. Erkek 50’sinde yola mı giriyor, yoldan mı çıkıyor, bunu sorguladı. Sonuçta ortaya onun deyimiyle “bir çeşit duygu pornografisi” çıktı. Tekelioğlu’yla evinde buluşuyoruz. Yüzünde hem uzun zamandır aklını ve ajandasını dolduran bir işi başarıyla nihayete erdirmenin verdiği huzur hem de erkekleri bir parça daha anlamış ve anlatmış olmanın haklı gururu var: “Onları anlamak için çıktım yola. ‘Hadi anlatın, göreceksiniz, hiç acımayacak...’ dedim. Erkeklerin mahremine girmek gibi oldu biraz.”

* Kitabın önsözünde “Bir sonbahar günü erkekleri keşfe çıktım” diyorsunuz. O günü biraz anlatır mısınız? Bu projeye dair fikir kıvılcımları ne zaman, nereden çakmıştı?

2010’da “40’ında 40 Kadın” isminde bir belgesel-kitap projesi yaptım. Projeyle beraber 30’un üzerinde şehir dolaştım. Bu dönemde kadınlar hep aynı şeyi sordular: “Biz asıl erkekleri anlamak istiyoruz. Neden onlarla konuşmuyorsunuz?” Ben de onlara bir söz verdim. Şimdi verdiğim o sözü tuttum işte! Bir sonbahar günü başladım çalışmaya. Biraz da bu işin finansmanını sağlamak için bir dönem televizyona dönmem gerekti, ara verdim. Sonra ilkbaharda devam ettim. Üç bahar döneminde demlendi proje.

* Konuşacağınız isimleri neye göre belirlediniz?

Haşmet Babaoğlu’na “Haşmet ne dersin, 50 yaş erkeğiyle konuşacağım?” dediğimde, “Boşuna uğraşma, konuşmazlar” demişti. Araştırdım, Türkiye’de, popüler düzeyde, her meslekten erkeği ele alan, bir saha araştırması içine giren böyle bir çalışma yok. Üstelik sanıyorum bir kadın gazetecinin yaptığı ilk belgesel-kitap çalışması. Hafif bir çekingenlikle başladım aslında bu yüzden. Bir buçuk sene boyunca aklımın bir köşesinde bu proje olduğu için hep birilerini not ettim. Zamanla bu işe uyabilecek olanları hemen fark ediyorsunuz zaten. Sosyolojik bir sınıflandırma yaptım. Aralarında ayda 700 lira maaşla çalışan da var,
70 bin lira alan da var. Farklı mesleklerden ve farklı ilgi alanlarından erkekler olmasına özen gösterdim. Beş kez evlenmiş Bülent Güzelkan da var, hiç evlenmemiş Metin Uca da... Iğdırlı yedi çocuk babası Hacı Yahya Talan var, “Babamızın sözünden hiç çıkmazdık” diyor mesela, arkasından heteroseksüel kalıpların kendisine uymadığını fark etmiş bir erkek var Ahmet Tulgar, “Hep çok radikal oldum” diyor. 50’sinde tekrar evlenmiş, tekrar baba olmuş Nebil Özgentürk de var, 50’sinde torunu olmuş Ahmet Ümit de... Yıllar sonra insanlar dönüp ‘2012’de İstanbul’un erkekleri’ne baktıklarında böyle bir çeşitlilikle karşılaşacaklar. Ama “50’sinde 50 Erkek” demedim çünkü 50 erkeği 40 dakikalık bir belgesele sıkıştırmak doğru olmazdı. Yaklaşık 40 erkekle konuştum, bunlardan 23’ünü aldım. Yumuşak karnını göstermeyenlere yer vermedim.

“Reha Muhtar ve Can Dündar konuşmayı kabul etmedi”

* Haşmet Bey’in dediği gibi zor oldu mu?

Onları konuşturmak için bütünüyle güven üzerine bir iletişim kurmanız gerekiyor. Bu nedenle çekimleri onlar için daha uygun olacak saatte ve kendilerini rahat hissettikleri yerde yapmaya çalıştım. Kerem Görsev piyanosunun başında konuşmak istedi mesela. Mustafa Altıoklar’la afyonunun ancak patladığı bir akşam saatinde, meyhanede rakı tokuştururken konuştuk. Her biriyle çekimlerden önce epey zaman geçirdik. Nebil Özgentürk 11 günlük bebeği Arın’ın gazını çıkarırken onunlaydım. Yeni baba oluşun getirdiği o duygu yoğunluğunu beraber yaşadık. Sonra konuştuk. Onları anlamak için yola çıktım. “Hadi anlatın, göreceksiniz, hiç acımayacak...” dedim onlara. Onlar da bana güvendiler. Erkeklerin mahremine girmek gibi oldu biraz. Her erkeğin kabuğu farklı kalınlıktaydı. Hepsi için farklı bir soru cümlesi kurmak zorunda kaldım, her yolu denedim. Bu çalışmadan sonra benim konuşturamayacağım kimse yok (gülüyor)!

* Bu projede yer almasını istediğiniz ama bir şekilde dahil olamayan kimler var?

Kürşat Başar’a sordum, “Ben daha 50 değilim” dedi. Ahmet Hakan olmadı. Bazı erkekleri düşünemedim. Sunay Akın’ın olmasını çok arzu ederdim, onu atladım mesela. Reha Muhtar “Bu cesareti gösteremem” dedi. Can Dündar, “60’ta belki ama şimdi hazır değilim” dedi. Sonra da “Olmaz dediğim için kırıldın mı?” diye sordu. Mahcubiyet de duyuyorlar sanırım, konuşamam dedikleri için. Oysa ben çok iyi anlıyorum onları. Bu kolay bir bilanço değil.

* Çekimlerde ilginç anlar da yaşanmıştır...

Bence aşka aşık bir erkek aşkı tanımlarken “Aşk bana göre bir anda olan bir şey.
Ben size aşık oldum ilk gördüğüm anda” dedi. Kalakaldım... İnsan bir tepki verir, ya kızarır ya güler... Hiçbir şey yapmadım. O kısmı montajda da kesmedim çünkü çok doğal bir şeydi. Bir diğerine aniden “Saçlarınızı boyuyor musunuz?” diye sordum. Böyle bir durdu, “Evet, kuaförüm bir renk attırıyor” dedi. Kitabı okurken o mimikleri, jestleri göremiyorsunuz ama filmde hepsi var, çok eğlenceli.

“Kadınlar hata yapıyorlar, erkeğin içindeki çocuğa dokunmamak lazım”

* 50 yaş bilimsel olarak kabul edilmiş bir kırılma noktası değil mi?

Mehmet Öz, bu çalışmayı doğrulayan kişiydi, “Nereden bildiniz erkekteki bu dönemin
50 olduğunu?” dedi. The New York Times’ta da “En mutlu yaş 50!” konulu bir çalışma yayımlanmış. Erkeklerin durup kendi içlerine baktıkları bir dönem bu. “Acaba treni kaçırıyor muyum?” diye düşündükleri, “Bana ne olacak?” diye sordukları... O dönemeçte duvara çarpan da oluyor, olgunlukla kabul eden de... Ama hepsi önce bir bocalıyor, sonra toparlanıp hayatlarını yeniden kurguluyor. Sakinleşip mutluluğa eriyorlar. 40, nasıl kadının kendisiyle hesaplaştığı yaşsa, 50 de erkek için öyle. Ben de benzer bir süreçten geçiyorum ve bu farkındalığı yaşıyorum şimdilerde.

* Kitapta “Onları dinlerken bazı önyargılarım kırıldı, bazıları gerçeğe dönüştü” diyorsunuz...

Mesela yaş almayı kabul edemeyen erkeklerin genç kalmayı, genç insanlarla vakit geçirerek sağlayabildiklerini zannettiklerini biliyordum. Özellikle duygusal ilişkilerde. Ama bu kadar kırılgan olabileceklerini tahmin etmiyordum. Erkekler de anlaşılmak istiyorlar, şefkat istiyorlar, bunu fark ettim.

* 40’ındaki kadınla 50’sindeki erkeği karşılaştırırsanız...

“40’ında 40 Kadın”ın hüzünlü bir yanı vardı. Çünkü kadınlar dertli. Bir kere ikinci sınıfız, aşağılanıyoruz. Gelişmekte olan bir toplumda kadın olmak kolay değil. Toplumun kendisine uğradığı baskıyı bertaraf etmek üzere bir savaş veriyor. Erkeğin ise savaşı kendi içinde... Kendi iktidarını kanıtlamak üzere bir rolü var ama o rol zaten sevdiği bir rol. Her erkek kendisiyle ilgili örnek verirken bir oyundan bahsetti. Hiçbir kadın Barbie bebeklerden, evcilikten falan bahsetmemişti bir önceki projede. Ama erkekler futboldan, playstation’dan, piştiden örnekler verdiler. Bence içlerindeki çocuk onları hayata kenetliyor. Kadınlar yanlış yapıyorlar, o çocuğa dokunmamak lazım. Kadın hemen büyüyor. Onun meselesi bu. Hayattan zevk alabilmek için bizim de içimizdeki çocuğu öldürmememiz lazım. Ama kadını toplum büyütüyor. O yüzden daha hüzünlü kadının hikayesi. Erkeklerin ise hep bir mizahi tarafları var.

KİTAPTAN...

Kerem Görsev-Müzisyen
“Son iki senede iki tane bel ameliyatı oldum, bir de vertigo başladı. ‘Doktor ben gencecik adamım ne oluyor?’ dedim. “50 yaşında oldun! Bunlar olacak tabii...” deyince ‘Acaba öyle miyim?’ dedim. Böyle bir sıkıntı geçti içimden.”

Nebil Özgentürk-Belgesel yönetmeni
“50 yaşındayken, bir yıl içinde evlendim, çocuğum oldu. Bundan sonra istediğim projeyi istediğim zaman hayata geçirmek istiyorum. Şu anda keyfimi bozmayın, çocuğuma bez almanın keyfini yaşıyorum.”

“Siz bizi manyak ettiniz Tuluhan!”

Mustafa Altıoklar-Yönetmen
“Kadınlar seçer, erkekler âşık olur’ diyor biri. Çok güzel söylemiş. Biz salağız. Siz bizi ‘en’ olmak üzere formatladınız. En yükseğe sıçrayan, en hızlı koşan, en iyi avcı, en uzun boylu, en esprili... Siz bizi manyak ettiniz Tuluhan!”

Metin Uca-Tv programcısı
“Hayatın boyunca ilk defa bir erkeğin önünde eğiliyorsun ve o adam senin prostatını kontrol ediyor. Kahrolsun! Bu prostatı anlamanın başka bir yöntemi yok mu ya? 50’den hep bunun için korktum.”

Ahmet Ümit-Yazar
“Dede oldum’ korkusu yaşamadım. Tam tersine Rüzgar geldiğinde pozitif duygular oluştu bende. Bir insanın dedesi olmak olağanüstü bir şey! Bütün o romanlardan daha değerli benim için.”

“50 yaşımda kaybetmeyi öğrendim”

Mehmet Öz-Kalp cerrahı
“50 beni duvara çarptı. Doğum günümde gösteriş yapmak için kendime kolonoskopi hediye ettim. Sonucu iyi çıkmadı. Hastalık ihtimalinden kurtuldum ama bundan böyle hayatın daha kısıtlı olacağını anladım. 50 yaşımda kaybetmeyi öğrendim. Ama egomu hâlâ tam olarak yenemedim.”

Recep Bütüner-Taksi şoförü
“Bana ‘Emsalini bul, evlen’ diyorlar ama 50 yaşındaki bir kadın bana teyzemmiş gibi geliyor. Bana daha genç biri yakışır sanki... Sağlıklıyım, enerjiğim, doyumsuzum da açıkçası.”

Tuncay Okay-İşadamı
“Antalya’da, bir otelde ‘bedelli bir aşk’ yaşarken telefonumu açık unutup bütün yayına eşimi dahil ettim. Otelin oda numarasından arayıp ‘Nasıl, keyifli gidiyor mu?’ diye sorduğunda başımdan aşağıya kaynar sular indi. Çeşitli terapilerden sonra kendimi affedebildim. Eşim de beni affetti, en önemlisi oydu.”

Ergün Gündüz-Çizer
“Babamdan bana kalan bir hediye var; diyabet hastalığı. Evde tek başımayken ölümden çok döndüm. Yalnız olmam tehlikeli ama yine de bir daha evlenmem!”

Güliz ARSLAN / MİLLİYET