TULUHAN TEKELİOĞLU 50 YAŞ ÜZERİ ERKEKLERİ KEŞFE ÇIKTI!
Tuluhan Tekelioğlu “40'ında 40 Kadın”dan sonra “50'sinde Erkek” isimli belgesel-kitap projesini de tamamladı
Tuluhan Tekelioğlu “40’ında 40 Kadın”dan sonra “50’sinde Erkek”
isimli belgesel-kitap projesini de tamamladı. Tekelioğlu:
“Erkekleri konuşturabilmek için çok uğraştım. Sonunda da başardım.
Artık konuşturamayacağım kimse yok”
40’ında 40 Kadın projesi için konuştuğum kadınların hiçbiri evcilik
ya da Barbie bebekler üzerinden anlatmamıştı yaşadıklarını. Oysa
50’sinde Erkek için kapısını çaldığım erkeklerin neredeyse hepsi
kendileriyle ilgili bir itirafta bulunacakları zaman bir oyundan;
futboldan, playstation’dan, piştiden örnekler verdiler. Bence
içlerindeki çocuk onları hayata kenetliyor.” Yarın raflarda olması
planlanan “50’sinde Erkek” isimli belgesel-kitap projesi için
yaptığı görüşmelerden çıkan sonucu böyle özetliyor Tuluhan
Tekelioğlu. Gazeteci ve televizyoncu kimliğiyle tanıdığımız
Tekelioğlu bu proje için aralarında ünlü isimlerin de bulunduğu
yaklaşık 40 erkekle görüştü. Nebil Özgentürk’ün kucağındaki bebeği
Arın’ı saymazsak bu erkeklerden 23’üne yer verdi projesinde.
Erkeklerin diliyle ifade etmek gerekirse “karşı takımın oyuncusu”
olarak 50 yaş dönemindeki 23 erkekle adeta tek kale maç yaptı.
Onlara “Yakın gözlüğüm olmadan göremiyorum”, “Evet, karımı
aldattım”, “Saçıma bir renk attırıyorum”, “En korktuğum şey prostat
muayenesi”, “Cinsellik iyi ki azalıyor”, “Hâlâ genç kadınlardan
hoşlanıyorum”, “Egomu hâlâ yenemedim”, “Keşke bir çocuğum olsaydı”
dedirtti. Erkek 50’sinde yola mı giriyor, yoldan mı çıkıyor, bunu
sorguladı. Sonuçta ortaya onun deyimiyle “bir çeşit duygu
pornografisi” çıktı. Tekelioğlu’yla evinde buluşuyoruz. Yüzünde hem
uzun zamandır aklını ve ajandasını dolduran bir işi başarıyla
nihayete erdirmenin verdiği huzur hem de erkekleri bir parça daha
anlamış ve anlatmış olmanın haklı gururu var: “Onları anlamak için
çıktım yola. ‘Hadi anlatın, göreceksiniz, hiç acımayacak...’ dedim.
Erkeklerin mahremine girmek gibi oldu biraz.”
* Kitabın önsözünde “Bir sonbahar günü erkekleri keşfe
çıktım” diyorsunuz. O günü biraz anlatır mısınız? Bu projeye dair
fikir kıvılcımları ne zaman, nereden çakmıştı?
2010’da “40’ında 40 Kadın” isminde bir belgesel-kitap projesi
yaptım. Projeyle beraber 30’un üzerinde şehir dolaştım. Bu dönemde
kadınlar hep aynı şeyi sordular: “Biz asıl erkekleri anlamak
istiyoruz. Neden onlarla konuşmuyorsunuz?” Ben de onlara bir söz
verdim. Şimdi verdiğim o sözü tuttum işte! Bir sonbahar günü
başladım çalışmaya. Biraz da bu işin finansmanını sağlamak için bir
dönem televizyona dönmem gerekti, ara verdim. Sonra ilkbaharda
devam ettim. Üç bahar döneminde demlendi proje.
* Konuşacağınız isimleri neye göre
belirlediniz?
Haşmet Babaoğlu’na “Haşmet ne dersin, 50 yaş erkeğiyle
konuşacağım?” dediğimde, “Boşuna uğraşma, konuşmazlar” demişti.
Araştırdım, Türkiye’de, popüler düzeyde, her meslekten erkeği ele
alan, bir saha araştırması içine giren böyle bir çalışma yok.
Üstelik sanıyorum bir kadın gazetecinin yaptığı ilk belgesel-kitap
çalışması. Hafif bir çekingenlikle başladım aslında bu yüzden. Bir
buçuk sene boyunca aklımın bir köşesinde bu proje olduğu için hep
birilerini not ettim. Zamanla bu işe uyabilecek olanları hemen fark
ediyorsunuz zaten. Sosyolojik bir sınıflandırma yaptım. Aralarında
ayda 700 lira maaşla çalışan da var,
70 bin lira alan da var. Farklı mesleklerden ve farklı ilgi
alanlarından erkekler olmasına özen gösterdim. Beş kez evlenmiş
Bülent Güzelkan da var, hiç evlenmemiş Metin Uca da... Iğdırlı yedi
çocuk babası Hacı Yahya Talan var, “Babamızın sözünden hiç
çıkmazdık” diyor mesela, arkasından heteroseksüel kalıpların
kendisine uymadığını fark etmiş bir erkek var Ahmet Tulgar, “Hep
çok radikal oldum” diyor. 50’sinde tekrar evlenmiş, tekrar baba
olmuş Nebil Özgentürk de var, 50’sinde torunu olmuş Ahmet Ümit
de... Yıllar sonra insanlar dönüp ‘2012’de İstanbul’un erkekleri’ne
baktıklarında böyle bir çeşitlilikle karşılaşacaklar. Ama “50’sinde
50 Erkek” demedim çünkü 50 erkeği 40 dakikalık bir belgesele
sıkıştırmak doğru olmazdı. Yaklaşık 40 erkekle konuştum, bunlardan
23’ünü aldım. Yumuşak karnını göstermeyenlere yer vermedim.
“Reha Muhtar ve Can Dündar konuşmayı kabul
etmedi”
* Haşmet Bey’in dediği gibi zor oldu mu?
Onları konuşturmak için bütünüyle güven üzerine bir iletişim
kurmanız gerekiyor. Bu nedenle çekimleri onlar için daha uygun
olacak saatte ve kendilerini rahat hissettikleri yerde yapmaya
çalıştım. Kerem Görsev piyanosunun başında konuşmak istedi mesela.
Mustafa Altıoklar’la afyonunun ancak patladığı bir akşam saatinde,
meyhanede rakı tokuştururken konuştuk. Her biriyle çekimlerden önce
epey zaman geçirdik. Nebil Özgentürk 11 günlük bebeği Arın’ın
gazını çıkarırken onunlaydım. Yeni baba oluşun getirdiği o duygu
yoğunluğunu beraber yaşadık. Sonra konuştuk. Onları anlamak için
yola çıktım. “Hadi anlatın, göreceksiniz, hiç acımayacak...” dedim
onlara. Onlar da bana güvendiler. Erkeklerin mahremine girmek gibi
oldu biraz. Her erkeğin kabuğu farklı kalınlıktaydı. Hepsi için
farklı bir soru cümlesi kurmak zorunda kaldım, her yolu denedim. Bu
çalışmadan sonra benim konuşturamayacağım kimse yok (gülüyor)!
* Bu projede yer almasını istediğiniz ama bir şekilde dahil
olamayan kimler var?
Kürşat Başar’a sordum, “Ben daha 50 değilim” dedi. Ahmet Hakan
olmadı. Bazı erkekleri düşünemedim. Sunay Akın’ın olmasını çok arzu
ederdim, onu atladım mesela. Reha Muhtar “Bu cesareti gösteremem”
dedi. Can Dündar, “60’ta belki ama şimdi hazır değilim” dedi. Sonra
da “Olmaz dediğim için kırıldın mı?” diye sordu. Mahcubiyet de
duyuyorlar sanırım, konuşamam dedikleri için. Oysa ben çok iyi
anlıyorum onları. Bu kolay bir bilanço değil.
* Çekimlerde ilginç anlar da yaşanmıştır...
Bence aşka aşık bir erkek aşkı tanımlarken “Aşk bana göre bir anda
olan bir şey.
Ben size aşık oldum ilk gördüğüm anda” dedi. Kalakaldım... İnsan
bir tepki verir, ya kızarır ya güler... Hiçbir şey yapmadım. O
kısmı montajda da kesmedim çünkü çok doğal bir şeydi. Bir diğerine
aniden “Saçlarınızı boyuyor musunuz?” diye sordum. Böyle bir durdu,
“Evet, kuaförüm bir renk attırıyor” dedi. Kitabı okurken o
mimikleri, jestleri göremiyorsunuz ama filmde hepsi var, çok
eğlenceli.
“Kadınlar hata yapıyorlar, erkeğin içindeki çocuğa
dokunmamak lazım”
* 50 yaş bilimsel olarak kabul edilmiş bir kırılma noktası
değil mi?
Mehmet Öz, bu çalışmayı doğrulayan kişiydi, “Nereden bildiniz
erkekteki bu dönemin
50 olduğunu?” dedi. The New York Times’ta da “En mutlu yaş 50!”
konulu bir çalışma yayımlanmış. Erkeklerin durup kendi içlerine
baktıkları bir dönem bu. “Acaba treni kaçırıyor muyum?” diye
düşündükleri, “Bana ne olacak?” diye sordukları... O dönemeçte
duvara çarpan da oluyor, olgunlukla kabul eden de... Ama hepsi önce
bir bocalıyor, sonra toparlanıp hayatlarını yeniden kurguluyor.
Sakinleşip mutluluğa eriyorlar. 40, nasıl kadının kendisiyle
hesaplaştığı yaşsa, 50 de erkek için öyle. Ben de benzer bir
süreçten geçiyorum ve bu farkındalığı yaşıyorum şimdilerde.
* Kitapta “Onları dinlerken bazı önyargılarım kırıldı,
bazıları gerçeğe dönüştü” diyorsunuz...
Mesela yaş almayı kabul edemeyen erkeklerin genç kalmayı, genç
insanlarla vakit geçirerek sağlayabildiklerini zannettiklerini
biliyordum. Özellikle duygusal ilişkilerde. Ama bu kadar kırılgan
olabileceklerini tahmin etmiyordum. Erkekler de anlaşılmak
istiyorlar, şefkat istiyorlar, bunu fark ettim.
* 40’ındaki kadınla 50’sindeki erkeği
karşılaştırırsanız...
“40’ında 40 Kadın”ın hüzünlü bir yanı vardı. Çünkü kadınlar dertli.
Bir kere ikinci sınıfız, aşağılanıyoruz. Gelişmekte olan bir
toplumda kadın olmak kolay değil. Toplumun kendisine uğradığı
baskıyı bertaraf etmek üzere bir savaş veriyor. Erkeğin ise savaşı
kendi içinde... Kendi iktidarını kanıtlamak üzere bir rolü var ama
o rol zaten sevdiği bir rol. Her erkek kendisiyle ilgili örnek
verirken bir oyundan bahsetti. Hiçbir kadın Barbie bebeklerden,
evcilikten falan bahsetmemişti bir önceki projede. Ama erkekler
futboldan, playstation’dan, piştiden örnekler verdiler. Bence
içlerindeki çocuk onları hayata kenetliyor. Kadınlar yanlış
yapıyorlar, o çocuğa dokunmamak lazım. Kadın hemen büyüyor. Onun
meselesi bu. Hayattan zevk alabilmek için bizim de içimizdeki
çocuğu öldürmememiz lazım. Ama kadını toplum büyütüyor. O yüzden
daha hüzünlü kadının hikayesi. Erkeklerin ise hep bir mizahi
tarafları var.
KİTAPTAN...
Kerem Görsev-Müzisyen
“Son iki senede iki tane
bel ameliyatı oldum, bir de vertigo başladı. ‘Doktor ben gencecik
adamım ne oluyor?’ dedim. “50 yaşında oldun! Bunlar olacak
tabii...” deyince ‘Acaba öyle miyim?’ dedim. Böyle bir sıkıntı
geçti içimden.”
Nebil Özgentürk-Belgesel yönetmeni
“50
yaşındayken, bir yıl içinde evlendim, çocuğum oldu. Bundan sonra
istediğim projeyi istediğim zaman hayata geçirmek istiyorum. Şu
anda keyfimi bozmayın, çocuğuma bez almanın keyfini yaşıyorum.”
“Siz bizi manyak ettiniz Tuluhan!”
Mustafa Altıoklar-Yönetmen
“Kadınlar seçer,
erkekler âşık olur’ diyor biri. Çok güzel söylemiş. Biz salağız.
Siz bizi ‘en’ olmak üzere formatladınız. En yükseğe sıçrayan, en
hızlı koşan, en iyi avcı, en uzun boylu, en esprili... Siz bizi
manyak ettiniz Tuluhan!”
Metin Uca-Tv programcısı
“Hayatın boyunca ilk
defa bir erkeğin önünde eğiliyorsun ve o adam senin prostatını
kontrol ediyor. Kahrolsun! Bu prostatı anlamanın başka bir yöntemi
yok mu ya? 50’den hep bunun için korktum.”
Ahmet Ümit-Yazar
“Dede oldum’ korkusu
yaşamadım. Tam tersine Rüzgar geldiğinde pozitif duygular oluştu
bende. Bir insanın dedesi olmak olağanüstü bir şey! Bütün o
romanlardan daha değerli benim için.”
“50 yaşımda kaybetmeyi öğrendim”
Mehmet Öz-Kalp cerrahı
“50 beni duvara çarptı.
Doğum günümde gösteriş yapmak için kendime kolonoskopi hediye
ettim. Sonucu iyi çıkmadı. Hastalık ihtimalinden kurtuldum ama
bundan böyle hayatın daha kısıtlı olacağını anladım. 50 yaşımda
kaybetmeyi öğrendim. Ama egomu hâlâ tam olarak yenemedim.”
Recep Bütüner-Taksi şoförü
“Bana ‘Emsalini bul,
evlen’ diyorlar ama 50 yaşındaki bir kadın bana teyzemmiş gibi
geliyor. Bana daha genç biri yakışır sanki... Sağlıklıyım,
enerjiğim, doyumsuzum da açıkçası.”
Tuncay Okay-İşadamı
“Antalya’da, bir otelde
‘bedelli bir aşk’ yaşarken telefonumu açık unutup bütün yayına
eşimi dahil ettim. Otelin oda numarasından arayıp ‘Nasıl, keyifli
gidiyor mu?’ diye sorduğunda başımdan aşağıya kaynar sular indi.
Çeşitli terapilerden sonra kendimi affedebildim. Eşim de beni
affetti, en önemlisi oydu.”
Ergün Gündüz-Çizer
“Babamdan bana kalan bir
hediye var; diyabet hastalığı. Evde tek başımayken ölümden çok
döndüm. Yalnız olmam tehlikeli ama yine de bir daha evlenmem!”
Güliz ARSLAN / MİLLİYET