29 Mar 2011 10:28
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:11
''TSK YERİNE GÜLEN YAZSAK SUSAR MIYDINIZ?'' AHMET ALTAN SORDU!
Peki, dün neden gün boyunca hiçbir televizyon kanalında bununla ilgili bir haber, bir yorum, bir tartışma izlemedik?
Parçalı demokrasi
Bütün kavga dövüş niye?
En azından “teoride”, hukuk kurallarına uygun demokratik bir ülkede barış içinde, huzurlu bir hayat sürmek için.
Çok insani, anlaşılır ve haklı bir talep bu.
Neden Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış kitabının yasaklanmasına hep birlikte karşı çıkıyoruz?
Hukukun ve demokrasinin zedelendiğinden kuşku duyuyoruz çünkü.
Hukuk ve demokrasi olmazsa, barış ve huzur da olmaz, bunu biliyoruz.
Ahmet Şık’ın kitabı için mücadele ederken, hukuku ve demokrasiyi zedeleyen, barış ve huzur yolunu tıkayan tek olayın bu olmadığını da biliyoruz, değil mi?
Peki, medya Şık olayında gösterdiği “mücadeleciliği”, hukukun, demokrasinin, barışın zedelendiği her olayda gösteriyor mu?
İşte buna gönül rahatlığıyla “evet” demek zor.
Dün biz bir Wikileaks belgesi yayınladık.
Bir eski “askeri istihbaratçı” Amerikalılara, PKK’lılara “ilaç satan” bir anlaşmanın istemeden parçası olduğunu söylemişti.
Ordu ile PKK savaşıyorlar ama ordudan birileri PKK’ya ilaç satıyor.
Bu, normal mi?
Hayır.
Peki, dün neden gün boyunca hiçbir televizyon kanalında bununla ilgili bir haber, bir yorum, bir tartışma izlemedik?
Neden internet sitelerinin çok azı bu haberi gördü?
PKK’ya “ilaç satmayı” ordudaki “yüksek insani duyarlılığa” mı bağladılar?
Pek sanmıyorum.
Öyle bir “duyarlılık” PKK’ya ilaç satmaz, savaşı bitirecek demokratik adımların yolunu açar.
Biz otuz yıl boyunca ordudan böyle “demokratik” adımlar ya da böyle adımlara verilen bir destek görmedik.
Öyleyse bu “ilaç satma” işi ne?
Bu olayı, daha önceki karakol baskınlarıyla, 33 askerin öldürülmesiyle, “Heron” skandalıyla birlikte düşündüğünüzde karşımıza garip bir gerçek çıkıyor.
Bir yandan, medyanın da yardımıyla müthiş “ırkçı, düşmanca, savaşçı” bir propaganda yürütülüyor, siyasilerin “barış” çabaları yerden yere vuruluyor, operasyonlarla savaş tırmandırılıyor, bir yandan da el altından karakol baskınlarının yolları açılıyor, otuz üç asker silahsız halde bir otobüse bindirilip ölümün kucağına atılıyor, gizlice PKK’ya ilaç satılıyor.
Böyle garip ve çapraşık bir ilişkiler yumağından, hukuka ve demokrasiye uygun, barışçı bir yapı çıkar mı?
Çıkmaz.
O zaman şu soruyu sormamız kaçınılmaz oluyor.
Ahmet Şık’a ve kitabına yapılanlara karşı çıkanlar, neden ordunun bu tuhaflıklarına karşı çıkmıyor?
Amaç demokrasi, hukuk, şeffaflık ve barışsa, Şık olayı gibi PKK’ya ilaç satma olayı da derhal bir infial yaratmalıydı.
Neden yaratmadı?
İşi biraz daha ileri götürelim.
PKK’ya ilaç satan “AKP’li bir grup” olsaydı ya da AKP’den bile daha fazla düşmanı varmış gibi gözüken Gülen Cemaatinden bir grup olsaydı, sizce olay aynı sessizlikle karşılanır mıydı?
Bugüne kadar yapılanlara baktığımızda “karşılanmayacağını” söyleyebiliriz.
Peki, neden Ahmet Şık olayında “demokrasi” için haykıranlar, PKK’ya ilaç satılması konusunda sessizler?
Demokrasiyi, hukuku, barışı sadece “Ahmet Şık’ın kitabına özgürlük” sağlayarak gerçekleştiremeyiz, devletin ve ordunun şeffaflaşmasını, savaşı kışkırtacak eylemlerden kaçınmasını, barışın yolunu açmasını da talep etmemiz gerekir.
Şık’ın kitabının yasaklanması karşısında sessiz kaldığınızda da, ordunun gizli ilişkilerine gözlerini kapadığınızda da demokrasinin ve hukukun yaralanmasına destek vermiş olursunuz.
Bu ikisinden birini eksik yapmak, “demokrasi ve hukuk” dışında bir amacınız olduğu kuşkusunu yaratır haklı olarak.
Şık’ın kitabına sahip çıkalım.
Ordunun şeffaflaşmasına ve barışa da sahip çıkalım.
Hukuku ve demokrasiyi “bütünlüklü” bir şekilde koruyalım.
Tabii, eğer derdimiz “hukuku ve demokrasiyi” korumaksa.
Yok eğer derdimiz, Ergenekon davasını “sulandıracak haksız bir uygulama yakaladık” deyip elimize geçen fırsatı değerlendirerek bunu “demokrasi” sosuyla lezzetlendirmekse...
Böylesine bayat bir yemeği hiçbir “sos” lezzetlendirmez, sos dökülür, altındaki ortaya çıkar.
Ahmet Altan/Taraf
Bütün kavga dövüş niye?
En azından “teoride”, hukuk kurallarına uygun demokratik bir ülkede barış içinde, huzurlu bir hayat sürmek için.
Çok insani, anlaşılır ve haklı bir talep bu.
Neden Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış kitabının yasaklanmasına hep birlikte karşı çıkıyoruz?
Hukukun ve demokrasinin zedelendiğinden kuşku duyuyoruz çünkü.
Hukuk ve demokrasi olmazsa, barış ve huzur da olmaz, bunu biliyoruz.
Ahmet Şık’ın kitabı için mücadele ederken, hukuku ve demokrasiyi zedeleyen, barış ve huzur yolunu tıkayan tek olayın bu olmadığını da biliyoruz, değil mi?
Peki, medya Şık olayında gösterdiği “mücadeleciliği”, hukukun, demokrasinin, barışın zedelendiği her olayda gösteriyor mu?
İşte buna gönül rahatlığıyla “evet” demek zor.
Dün biz bir Wikileaks belgesi yayınladık.
Bir eski “askeri istihbaratçı” Amerikalılara, PKK’lılara “ilaç satan” bir anlaşmanın istemeden parçası olduğunu söylemişti.
Ordu ile PKK savaşıyorlar ama ordudan birileri PKK’ya ilaç satıyor.
Bu, normal mi?
Hayır.
Peki, dün neden gün boyunca hiçbir televizyon kanalında bununla ilgili bir haber, bir yorum, bir tartışma izlemedik?
Neden internet sitelerinin çok azı bu haberi gördü?
PKK’ya “ilaç satmayı” ordudaki “yüksek insani duyarlılığa” mı bağladılar?
Pek sanmıyorum.
Öyle bir “duyarlılık” PKK’ya ilaç satmaz, savaşı bitirecek demokratik adımların yolunu açar.
Biz otuz yıl boyunca ordudan böyle “demokratik” adımlar ya da böyle adımlara verilen bir destek görmedik.
Öyleyse bu “ilaç satma” işi ne?
Bu olayı, daha önceki karakol baskınlarıyla, 33 askerin öldürülmesiyle, “Heron” skandalıyla birlikte düşündüğünüzde karşımıza garip bir gerçek çıkıyor.
Bir yandan, medyanın da yardımıyla müthiş “ırkçı, düşmanca, savaşçı” bir propaganda yürütülüyor, siyasilerin “barış” çabaları yerden yere vuruluyor, operasyonlarla savaş tırmandırılıyor, bir yandan da el altından karakol baskınlarının yolları açılıyor, otuz üç asker silahsız halde bir otobüse bindirilip ölümün kucağına atılıyor, gizlice PKK’ya ilaç satılıyor.
Böyle garip ve çapraşık bir ilişkiler yumağından, hukuka ve demokrasiye uygun, barışçı bir yapı çıkar mı?
Çıkmaz.
O zaman şu soruyu sormamız kaçınılmaz oluyor.
Ahmet Şık’a ve kitabına yapılanlara karşı çıkanlar, neden ordunun bu tuhaflıklarına karşı çıkmıyor?
Amaç demokrasi, hukuk, şeffaflık ve barışsa, Şık olayı gibi PKK’ya ilaç satma olayı da derhal bir infial yaratmalıydı.
Neden yaratmadı?
İşi biraz daha ileri götürelim.
PKK’ya ilaç satan “AKP’li bir grup” olsaydı ya da AKP’den bile daha fazla düşmanı varmış gibi gözüken Gülen Cemaatinden bir grup olsaydı, sizce olay aynı sessizlikle karşılanır mıydı?
Bugüne kadar yapılanlara baktığımızda “karşılanmayacağını” söyleyebiliriz.
Peki, neden Ahmet Şık olayında “demokrasi” için haykıranlar, PKK’ya ilaç satılması konusunda sessizler?
Demokrasiyi, hukuku, barışı sadece “Ahmet Şık’ın kitabına özgürlük” sağlayarak gerçekleştiremeyiz, devletin ve ordunun şeffaflaşmasını, savaşı kışkırtacak eylemlerden kaçınmasını, barışın yolunu açmasını da talep etmemiz gerekir.
Şık’ın kitabının yasaklanması karşısında sessiz kaldığınızda da, ordunun gizli ilişkilerine gözlerini kapadığınızda da demokrasinin ve hukukun yaralanmasına destek vermiş olursunuz.
Bu ikisinden birini eksik yapmak, “demokrasi ve hukuk” dışında bir amacınız olduğu kuşkusunu yaratır haklı olarak.
Şık’ın kitabına sahip çıkalım.
Ordunun şeffaflaşmasına ve barışa da sahip çıkalım.
Hukuku ve demokrasiyi “bütünlüklü” bir şekilde koruyalım.
Tabii, eğer derdimiz “hukuku ve demokrasiyi” korumaksa.
Yok eğer derdimiz, Ergenekon davasını “sulandıracak haksız bir uygulama yakaladık” deyip elimize geçen fırsatı değerlendirerek bunu “demokrasi” sosuyla lezzetlendirmekse...
Böylesine bayat bir yemeği hiçbir “sos” lezzetlendirmez, sos dökülür, altındaki ortaya çıkar.
Ahmet Altan/Taraf