TRABLUSŞAM'DAKİ SON OSMANLI!
Osmanlı eserlerinin can çekiştiği Trablusşam'ta yaşayan bir başka 'yadigâr' daha var: 2. Abdülhamit'in torunu Leyla Hanım. İki çocuğu ve eşiyle birlikte Türkiye'ye hasret.
Trablusşam’da bir akşamüstü. Filistinli mülteci kampı Beddevi’den zar zor sıyrılıp kalan birkaç saate eski kenti sığdırmaya çalışıyorum. Bir tarafta taksi dolmuşun şoförü, diğer yanda minik fincanlarla ayaküstü servis yapan mırracı müşteri ayartmanın derdinde. Bense ışığı kaçırmadan saat kulesini karelemenin peşindeyim. Sultan 2. Abdülhamit’ten yadigâr. Tahta çıkışının 25. yılında çok sevdiği Trablusşam’a hediye etmiş. Görkemli ve estetik.
Tarihi yıktılar
Zaher Sultan büyük bir heyecanla anlatıyor: “Saat kulesinin bulunduğu meydanda Osmanlıdan kalma hükümet konağı vardı. 1950’lerde Mısır lideri Cemal Abdunnasır adına meydan yapmak için konağı yıktılar.” Zaher son Osmanlı kadısının torunu. Meydana bakan tarihi binanın mirasçısı. Binayı müzeye çevirmek istiyor ama ailenin diğer üyelerini de ikna etmesi gerekiyor. Beyrut’ta 1700 kadar Osmanlı eseri can çekişiyor. Trablusşam’da bunların müstesna örnekleri mevcut. Zaher büyük bir kahırla tarihin katlinden bahsetti: “2 yıl önce Hamidiye Okulu’nu yıktılar. İnci Tiyatrosu’nu da yıktılar. Çok uğraştık ama durduramadık.” İnci Tiyatrosu’nun enkazına bitişik ‘sırada ben varım’ diyen diğer abideler uzanıyor. Eski kente ilerledikçe ay yıldız figürlü bir otel, Osmanlı Bankası, sonradan yapılma hoyrat yapılarla gölgelenmiş Mansuri Cami, girişi büfe olarak kullanılan müzelik bir hamam ve Eminönü’ndekine benzer bir kapalı çarşı. Ara sokakları labirenti andıran, Memluk ve Osmanlının izlerini taşıyan Sayyuğin Çarşısı’nın üst katlarında insanlar meskûn. Vakti zamanında subayların kaldığı sabuncular hanı mis gibi. Çerkes Memluk Devleti’nin kalıntısı olmaları muhtemel birkaç ‘Çerkes Sabuncusu’.
Tekkenin dirilişi
Zaher ısrarcı: “Mevlevi tekkesini görmelisin”. Sürgündeki Osmanlı hanedanının Trablusşam’daki son ailesiyle iftarda buluşacağım. Vakit çok dar ve aceleyle Ebu Ali nehrinin geçtiği vadiyi adımlıyoruz. Nehir taşıp eski kente zarar verince yatağı genişletmek için vadideki tarihi eserleri yok etmişler. Mevlevi tekkesinin şansı biraz daha lüksek mevkide olması. Harabe halde ve gecekonducuların işgali altındayken TİKA el atmış. Şimdi köklü bir restorasyonun sonuna gelinmiş. Vadinin yamaçlarına baykuş gibi tünemiş yüksek binaların gölgesinde kalan Mevlevihane, vadiye nazır Trablus kalesi gibi 18 yıllık iç savaşta kâh Sünni milislerin kâh Suriye askerlerinin mermilerine hedef olmuş.
‘Türkiye ile yanar, Türkiye ile seviniriz’
Trablus’ta hızlı tarih turunun ardından yaşayan bir başka tarihin konuğuyum: 2. Abdülhamit’in torunu Nemika Sultan’ın torunu Leyla Ethem Bey Kenan. Sokağın karşısında mümtaz bir lokantada iftar, ardından duvarlarını Yıldız Sarayı’nda çekilmiş fotoğrafların süslediği mütevazı konutta sohbet. Abdülhamit’in büyük oğlu Şehzade Mehmet Selim Efendi’nin kızı Nemika Sultan 1924’te sürgünün ardından önce Paris’e sonra Trablusşam’a yerleşmiş. Daha sonra 1955’te tekrar İstanbul’a dönmüş ve 1969’da ölmüş. Nemika’nın oğlu Sultanzade İbrahim Bey Ethem’in kızı olan Leyla Hanım da Trablusşam’da dünyaya gelmiş. Suudi Arabistan’da kaptanlık yapan İbrahim Jour’la evli. İbrahim ve Annabell adında iki çocukları var. Oğulları İbrahim Beyrut’ta doktor, kızları Annabell ise Suudi Arabistan’da öğretmen. Hiçbiri Türkçe bilmiyor. Nesiller geçmesine rağmen saraylı ruhu hala dipdiri. Hiç eksilmeyen Türkiye özlemi kalplerinde.
‘Dedem Türk müziği ile ağlardı’
Baba İbrahim Jour “Sürgünde yaşıyoruz ama kalbimiz Türkiye’de. Orada olanları yakından takip ediyoruz, zaman zaman ağladığımız oluyor. Güzel haberler gelince seviniyor, kötü haberlerle altüst oluyoruz” deyip ekledi: “Damarlarımızda Türk kanı dolaşıyor. Ben hanedandan değilim ama dedelerim Türkiye’den. Bir sahne hafızamdan asla silinmez. Ben çocukken dedem İbrahim, Türk müziğini duyunca ağlardı. Bir seferinde neden ağladığını sordum, ‘Kimse aslını unutamaz’ dedi. Sürgünde olsak da kalplerimiz Türkiye’den kopmadı. Türkiye bizim için nerede olursa olsun değerini yitirmeyen altın.”
Nemika’nın resmi
Fırsat buldukça İstanbul’a geliyorlar. İbrahim Jour bir İstanbul ziyaretini şöyle anlattı: “Saraya gittiğimizde eşimin hanedan olduğunu söyledim, bütün rehberler hemen ‘Sultan gelmiş’ diyerek haber saldı. Herkes etrafını sardı, Sultan’ı görmek için. Bizi unuttular. Çünkü o bir prensesti. Eşim Abdülhamit’in elleriyle yaptığı kütüphaneyi görmek istedi. Eşim de ağaç işlerinde dedesinin yeteneklerine sahip. Kütüphaneye doğru giderken eşim ‘Bu oda’ dedi. Rehber şaşırdı, ‘Nasıl bildiniz, biz buradan her gün geçtiğimiz halde buranın kütüphane olduğunu bilmiyorduk’ dedi.”
Oğul İbrahim ise annesinin 12 yaşındayken Nemika Sultan’ı ziyarete gittiğinde yaşadığı bir olayı aktardı: “Annem Yıldız Sarayı’na gittiğinde büyük bir resmin önünde duruyor. Benzeri resmin daha küçüğü bizim evimizde var. Rehber resimdeki kişinin Nemika Sultan olduğunu söylüyor. Annem ağlıyor. Çünkü resmi sarayda ama Nemika Sultan’ın kendisi o sırada Bostancı’da küçük bir evde yaşıyor.”
Türkiye’ye dönmek bir rüya
2006’da ’Osmanoğlu’nun Sürgünü’ adlı belgeselin çekimi, 10 farklı ülkeden 120 hanedan üyesini İstanbul’da buluşturmuştu. Bu buluşma hanedan arasındaki iletişimin artmasına da vesile olmuş. İbrahim Jour “Saraya turist olarak gitmediğimiz ilk ziyaretti” dediği o buluşma için şu notları düştü: “Aile üyeleriyle ilk kez Dolmabahçe’de buluşmuştuk. Büyük bir aile toplantısıydı. Bazılarıyla internet üzerinden tanışıyorduk ama yeni yüzlerle de karşılaştık. Çok güzeldi. Toplantıdan sonra Facebook’tan sayfa açtık. İletişim için işe yarıyor.” Türk elçiliğinin kendilerine ilgilerinden memnunlar. İbrahim bütün etkinliklere davet edildiklerini ve büyük bir saygıyla ağırlandıklarını vurguluyor: “Osmanlı hala yaşıyormuş gibi davranıyorlar.” Türkiye onlar için hala büyük bir özlem. Türkiye’ye tatile gittiklerinde önce İstanbul’a uğruyorlar. Leyla Hanım’ın şimdilerde en büyük tutkusu TRT Arapça’dan İstanbul’u izlemek. “Türkiye’ye dönmek ister misiniz” diye soruyoruz. Annabell “Türkiye’ye dönmek bizim için bir rüya” derken gözleri yaşarıyor. Diğerleri de “Büyük bir rüya” diye ekliyor. Ama zor. Belli ki gelip de onurlu bir yaşam kuramama korkusu var.
FEHİM TAŞTEKİN/RADİKAL