23 Kas 2010 11:56 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:49

TELEVİZYONDA GÜZELLİĞİMİ KULLANMALARINA İZİN VERMEDİM!

Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül konuklarını azarlayan, sert ve gergin birisi olarak tanımlanan Özge Özsağman'la azarlanmayı da göze alarak buluştu ve yaşadıklarını, hayatını, hedeflerini konuştu.

Güzelliğini yıllar önce taçlandıran, kraliçe seçildikten sonra spikerliğe TGRT’de başlayan Özge Özsağman, yıllardır habercilikteki başarısıyla sık sık gündeme geldi. Ancak son haftalarda onun cephesi çok hareketlendi. Önce Habertürk’ten ayrıldı, ardından transfer olduğu TV 8’de kısa bir çalışma sonrası görevi son buldu. Konuklarını azarlayan, sert ve gergin birisi olarak tanımlanan Özsağman’la azarlanmayı da göze alarak buluştuk ve yaşadıklarını, hayatını, hedeflerini konuştuk. İşte bu ilginç buluşma ve konuştuklarımız…

RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL

Kelimenin tam anlamıyla pastırma yazı özelliklerini taşıyan bir günün iki üç saatlik bölümünü Özge Özsağman’la birlikte Bahçeşehir’deki bir İtalyan restoranın bahçesinde geçirdik. Bu süre içinde teybimiz açıktı ve Özsağman’la son dönemde yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar konuştuk…

ÖZGE ÖZSAĞMAN-FOTO-GALERİ

Özge Özsağman’ın kariyerine bakınca önce hangi televizyon kanalını görüyoruz?

Önce, İnterstar var hayatımda. Acemiliğimi yaşadım o kanalda, 3.5 yıl çalıştım. Ardından TGRT geldi, sonra Habertürk, Skytürk, TRT, tekrar Habertürk…

Son olarak da TV 8 geldi.

(Gülüyor.) Onu sayıyor muyuz?

Ne olursa olsun, kısa da olsa görev yaptınız. Habertürk’ten ayrıldınız, ardından TV 8’e geçtiniz ama çok kısa süre sonra oradaki çalışmanıza da nokta koydunuz. Özge Özsağman cephesinde neler oldu, neler yaşandı, anlatır mısınız?



TV 8 benimle irtibata geçtiğinde haber tartışma programları yapacağımı konuştuk. Oturduk üç kez toplantı yaptık. Tam Habertürk’ten ayrılma aşamasındaydım. Ancak her şey aceleye geldi biraz. 1 Kasım günü ‘Yayına başlıyoruz’ dediler. Onlara çok acele ediyorsunuz dedim. Çünkü lojistik olarak hazır değildik, bina da Ayazağa’ya taşınmıştı. Arşiv yoktu, teknik anlamda sıkıntıları vardı. ‘Olsun, biz başlayalım, kısa sürede tamamlanır eksikler’ diye ısrar ettiler. Orada 8-9 program yaptım. Hafta içi her gündü programım.

Sizi sıkıntıya sokan, zora sokan, keyfinizi kaçıran neydi?

İçerikle ilgili sıkıntılıydım. Ben bunu tüm ilgili ve yetkili kişilere aktardım. 180 dakika süren bir programdı bizimkisi. Tüm gündüz kuşağı benim üzerimdeydi. Böyle bir kuşağın içinde insanlara çok zengin bir şeyler koymalısınız. Çünkü izleyeniniz kadınlar. Haber tartışma olacak ama kadın içerikli olması gerekiyor. Kadını ilgilendiren tartışmalar gerekiyor. Ne var ki, sohbet programlarına döndü bu. Ben de bundan rahatsız olmaya başladım. İki saat 45 dakika süreyle dört kişiyle sohbet etmek yeterli olmuyor. Habertürk’te hazırladığım siyasi içerikli program içinde birçok haber bandımız vardı konuyla ilgili, renklendiriyorduk yayını. Oturuyordum ben yazıyordum, editör arkadaşlarımız yardımcı oluyordu. Dolayısıyla ekrana zengin, içeriği dolu, tartışacağımız konuklarla birlikte tatmin edici bir program çıkıyordu. TV 8’de bu şansı elde edemedim.

Haber programı yerine, kadın programının olması sizi rahatsız mı etti?

Herkes böyle demeye başladı ama gerçek bu değil.

Gerçek ne peki?

O saatte zaten benim kadına yönelik bir program yapmam gerekiyordu. Kadının izlemesi gerekiyordu. Ama Yüksel Bey, gündüz kuşaklarına bakın, her ekranda konuşan kafalar var. Hepsi de aynı tipler. Kadın sorunu olunca aynı tipler, töre cinayetleri olunca aynı tipler. Aynı psikologlar, aynı sosyologlar, aynı doktorlar… Konuşulur konuşulur, konu gene havada kalır, program geçer gider.

Tıpkı futbol geyikleri gibi!

(Gülüyor) Aynen öyle. Benden istenen bu oldu. Ve ben bunu yapmaya devam edemezdim. Haber içerikli VTR’lerle desteklenen farklı bakış açıları sunan bir program değildi. Diğerlerine benzeyen, havada kalan bir çalışma oldu. Asıl mesele budur, içerik konusudur beni rahatsız eden ve ayrılmama neden olan şey.

TV 8’le yollarınızın neden ayrıldığını böylece öğrenmiş olduk. Şimdi biraz daha önceki zamana geçelim. Habertürk’le yollarınızın ayrılmasını da o dönemde Ulusal Kriminal Büro Direktörü Uğur Kurtulan’la yaşadığınız canlı yayındaki tartışmanın neden olduğu söylendi.

Evet, öyle söylendi.



Tartışma denildi ama gerçekte o canlı yayında ters konuşan yanlış hatırlamıyorsam Kurtulan olmuştu. Emniyetin raporunu nasıl değerlendirdiğini sormuştunuz, siz taraf değildiniz ama sert bir cevap vermişti, değil mi?

Bütün konuklarımla yayın öncesi konuşurum ben Yüksel Bey. Sorularımı, konularımı açıklarım kendilerine. Zaten o gün de canlı yayında yapılan bir telefon görüşmesiydi bizimkisi. Uğur Bey, telefonda sert değil de gergin konuştu. Sanki olayı ben yapmıştım ve kendisinin bana yönelik bir çıkışı vardı.
Zaten telefon bağlanınca önce tuhaf bir gürültü sesi geldi derinden. Ben de o an durdum. Karşımdaki kişi direk bana saldırıya geçti. Orda ben ne muhatabım, ne de tarafım. Baktım konuşmalar tatsızlaşıyor, en iyisi noktalamaktı, öyle yaptım. Kaldı ki onun tartışacağı kişi ben değilim ki. Karşı taraftan bir telefon bağlantısı olsa, onunla tartışsa elbette olabilir. Çünkü o kendisinin muhatabadır. Ama ben değilim tartışacağı kişi.

Uğur Bey’in belki o gün sinirleri bozuktu, telefonun öbür ucunda sizi de bulunca, canlı yayını da unutup sitem etti galiba…

Eskiden Hülya Avşar’a sık sık sataşanlar olurdu. Hülya Hanım da ‘Adını duyurmak isteyen, meşhur olmayı hedefleyen bana sataşıyor’ derdi. (Gülüyor) Ben de öyle düşünmeye başladım şimdi. Habertürk’te izlenen bir programdı o, reytingi yüksekti. 2.5 saat süren bir programdı. Bana sitem edenler, benimle ilgili konuşanların meşhur olmak gibi bir hedefleri olamaz her halde, değil mi! (Gülüyor).

Benim bildiğim, izlediğim kadarıyla Özge Özsağman kamera önünde haksızlığa, laubaliliğe, ters konuşmalara pabuç bırakmıyor… Bundan sonra da bırakmayacak gibi görünüyor...

Bırakmıyorum ve bırakmamaya çalışıyorum. Yüksel Bey, benim canlı yayına aldığım konuklarımın profilleri çok yüksek, tecrübeleri çok büyük. Dolayısıyla onların yanında o hakimiyeti ortaya koymazsam, program benim programım olmaktan çıkar, onların programı olur. Kendimce ağırlığımı koyuyorum. Bazen ağza alınmayacak laflar, yersiz durumlarda tuhaf kaçan cümleler oluyor. Öyle durumlarda kesmek zorunda kalıyorum. O zaman da kötü kadın ilan ediliyorum.

Hazır konu açılmışken İTÜ Bölüm Başkanı Prof. Orhan Kural hadisesini de konuşalım. Programınızda Zonguldak’ta göçük altında kalan işçileri konuşuyordunuz ve Kural yaka mikrofonu arıza yapınca size yaklaştı ve ‘Bunun için bile olsa size yaklaşmak büyük bir zevk’ dedi. Siz de onu tek soruyla yolladınız, bugün de aynı şeyi yapar mısınız?

Orhan Bey o sözleri kötü niyetle söylemedi elbette. Ama Yüksel Bey, yeri değildi, sırası değildi. Çünkü göçük altında olan birçok insan var, bir yandan onların ölüm kalım savaşı sürerken haber akışı da devam ediyor. O cümle yersizdi ve beni fena halde demorilize etti.
Elbette espriye ve iltifata karşı değilim. Bazı programlarda bu olur da zaten. Hep birlikte gülünür. Amiyane tabirle kakara kikiri yayınlarımız da olmuştur. Çok ağır bir siyasi sohbette bile yapılan bir espriye herkes gülmüştür. Fakat orda olmadı o sözler…

Gerçekte iltifatlar kadınların gururunu okşar, onların hoşlarına gider… Ama galiba o an iltifat anı değildi…

Değildi, evet… Kötü niyetli olduğuna asla inanmıyorum. Ama canlı yayındı bu. Program sonrası Orhan Bey çok üzgün olduğunu söyledi. Ben de kendisinin açıklamasını sonraki canlı yayında dile getirdim. Olay kapandı.



Daha önce böyle ters bir durumla karşılaştınız mı hiç? Sizin bir bakışınız bile etkili olabilir…


(Gülüyor) Evet, bir bakışımla olmuştur. Yine bir canlı yayında, konuğum süresini çok aşmıştı ve reji de beni artık programı toparlayıp noktalamam gerektiği konusunda uyarıyordu. Konuğum ‘Son bir şey ekleyebilir miyim?’ deyince, ona öyle bir baktım ki, sustu kaldı (Gülüyor).

Ekranda gergin, otoriter ve sert bir imajınız var. Bunu özellikle mi yapıyorsunuz, yoksa gerçekten de öyle bir yapınız mı var?

Yüksel Bey, gülümseyerek bir şeyleri anlatmak elbette çok hoş olur. Ama öyle haberler var ki, benim gülerek o haberleri sunmam, gülerek o tartışmayı yönetmem mümkün değil. Elbette ciddi olmam gerekir.

Gerçek hayatta ekrandaki gibi ciddi ve sert görünmüyorsunuz…

(Gülüyor) Elbette hayır, ben gülmesini severim. Arkadaşlarım ekrandaki halime şaşırıyorlardı ama bu benim işim, onlar da daha sonra alıştılar, hak verdiler. Elbette özel hayatımda sert, katı, otoriter değilim.

Televizyon dünyasında kadın spikerlere karşı bir önyargı var mı?

Bence var. Ben 16-17 senedir televizyon dünyasındayım. Bunun üç senesinde muhabirlik yaptım, magazin yaptım, sunuculuk yaptım. Geri kalan zaman içinde hep ağır haberler içinde yer aldım. Haberin mutfağında çok çalıştım. Kadına karşı önyargı var elbette.
Eskiden kadınlara ‘Sen kadınsın, senin yapabileceğin budur’ derlerdi. Şimdi kadınlardan çok şey istemeye başladılar, ‘Şunu da yaparsın, bunu da yaparsın’ diye yeterli donanımı ve tecrübesi olmayan kadınları çok ağır yüklerin altına sokuyorlar. Üstelik iki senelik, üç senelik isimleri sokuyorlar. Bu ağır sorumlulukları da taşıyamadıklarını düşünüyorum ben.

Bunu neden yapıyorlar size göre?

Bence tamamen görselliği düşünüyorlar. Bir kadının güzelliğini ön planda sunuyorlar. ‘Nasılsa konuklar konuşacak, sen orda dur yeter’ deniliyor. Bu bence o kadına hakarettir.

Televizyondaki ilk yıllarınızda sizin de sadece güzelliğinizi kullanmak isteyenler olmadı mı?

Elbette oldu. ‘Gel sana ana haber yaptıralım’ dediler. Ben kabul etmemiştim, bu ceket bana büyük gelir demiştim. Bir insanın kendini bilmesi önemlidir. Bu yeni jenerasyonda ben bunu göremiyorum. Televizyonun yeni ve genç jenerasyonundaki kadınlar kendilerini hiç düşünmeden ateşe atıyorlar. Boylarını aşan konulara dalıyorlar, her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar. Bu çok yanlış.

Medyada yönetici pozisyonunda erkeklerin sayısı kadınlardan daha fazla galiba…

Elbette, hal böyle olunca da, kadınlar bu tuzağa kolay düşürülüyorlar. Elbette bu kadınların kötü niyeti yok. Her biri çok genç, 20’li yaşlardalar, hemen bir yere gelmek istiyorlar. ‘Ayağıma fırsat geçmiş, neden yapmayayım!’ diyorlar. Bence bu aşamada ailelerin önemi çok büyük. Anneleri babaları yol göstermeli. ‘Sen boyundan büyük işlere girme, önce tecrübe kazan’ demeleri gerekiyor. Ama olmuyor bu.

Size göre spikerlik mesleğinde kadınlar mı erkekler mi daha başarılı oluyor?

Sanırım yine ençok izlenenler erkek spikerler oluyor. Çünkü erkek spikerlerin sayısı, kadınlardan çok daha fazla. Sayıları eşit olsa belki de fazla izlenme ibresi kadınlardan yana dönecek ama şu an ibre onlardan tarafta.
Televizyon dünyasındaki kadınların erkeklere karşı mücadelesi sonsuza kadar sürecek (Gülüyor). Ama şu bir gerçek ki, haber işi ekip işidir. Bunu böyle kabul etmek gerekir. Ne yazık ki bizim sektörde bunu hayata geçiremiyoruz.

Özge Hanım siz İzmirlisiniz… Türkiye’de kadınlar İzmirliyse bir adım öndedirler anlayışı var, sizce de öyle midir?

İzmirli kadınlar, evet, bir adım öndedir. Hele Karşıyakalı ise birbuçuk adım öndedir (Gülüyor).

Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler İşletme Fakültesi’nde okudunuz. Ama aklınız, yüreğiniz hep televizyondaydı. İşletme eğitimi aldığınız için merak ediyorum, bu mesleği yapabildiniz mi hiç?

Bu gidişle galiba artık işletme yapmayı planlıyorum. Doğrusunu isterseniz Yüksel Bey ben bu sektörde (medyada ve televizyonculukta) çok fazla bir gelecek görmemeye başladım. Karamsarlık yapmak istemiyorum ama gerçek bu…
Bazen arkadaşlarla konuşuyoruz kendi aramızda, şöyle küçük bir kafemiz olsa, kaynayan kazanları andıran bu sektörden uzak olsam. İnsanlar uğraşmasa benimle, kötülüklere hedef olmasam… Hak etmediğim iftiralarla karşılaşmasam.

Çok mücadeleler ettiniz tabii…

Çok mücadele ettim, zaman zaman çok kırıldım…

Özge Hanım, böyle küsüp köşenize çekilmek size yakışır mı acaba! Siz yenilgiyi kabullenebilir misiniz?

Yenilgiyi elbette kabul etmiyorum. Televizyonculuğu bırakmayı düşünüyorum ama sadece düşünüyorum. Benim dediğim gelecekte… Gelecekte işletmeci olabilirim, kafem olabilir. Bu gidişle böyle düşünüyorum. Elbet bir kırılma noktası olacaktır ama ne zaman, bilemiyorum, bilemiyoruz. Ayakta durmak, dik durmak, sağlam durmak gerçekten çok zor. Sadece emeğinizle bir yerlere gelip orada tutunmak istiyorsanız, işiniz çok zor, çok.

TV 8’den ayrıldığınız duyulunca başka televizyon kanallarından teklifler gelmeye başladı mı?

Evet, şu ara birçok televizyon kanalından teklifler var.

Kanaltürk’le anlaştığınız söylendi…

Yok yok, tamamen asılsız bir dedikodu. TV 8 teklif getirdiği sırada Kanaltürk’te teklif getirmişti. Belki bu durum bugüne yansıtılıyor, farklı yorumlar yapılıyor.

Dileriz, en yakın zamanda sizi tekrar ekranda görürüz…

(Gülüyor) Teşekkür ederim, ateşli tartışmaların ortasında. Bundan sonra acaba haber programlarını gülerek, kahkaha atarak mı sunsam. O zaman da ‘Gülünecek ne var, bu kadın da kendini kaybetti’ derler.
Kısacası kaşını çatsan da olmuyor, gülsen de olmuyor. Bizim sektörde İsa’ya da Musa’ya da yaranılmaz.

Özlüyor musunuz?

(Gülüyor). Neyi özlüyor muyum?

Kamera önünü…

17 senedir her gün kamera önündeydim. Hayatımda kamera olmazsa olmaz diyenlerden değilim.

Sizin habercilik yanınız güçlü, haber kamerasından söz ediyorum…

Onu elbette özlerim.

Sizdeki televizyonculuk ve habercilik aşkını kim ya da kimler ateşledi?

Rahmetli babam, geçen sene kaybettik onu. Babam istemiyordu açıkçası televizyonu. Ben sürekli baba şöyle yapacağım, böyle yapacağım diyordum. Sonunda babam ‘Kızım madem bu kadar ciddi düşünüyorsun, o zaman bunun eğitimini al’ dedi. Eğitim anlamında babamdan çok büyük destek gördüğümü söyleyebilirim. Düşünün, 19 yaşındaydım ve İnterstar’da ‘Gel haberleri sun’ demişlerdi. Babam bu teklifi geri çevirmemde etkili oldu.

Bir başkası geri çevirmezdi bu teklifi…

Elbette, çünkü bu durum fırsat olarak görülüyor. Ben muhabirlik yaptım bir süre. Sonra yavaş yavaş habere kaydım. Neler öğrendim, neler. Ve daha öğrenmem gereken çok şey var. Amerika televizyonlarındaki tartışma programlarına bakıyorum, biz çok gerideyiz. Hep yeni tartışmacıları bulup çıkarıyorlar, hepsi halktan insanlar. Akademik titri olan insanlarla yapıyorlar bunu ve ençok izlenen tartışma programları oluyor bunlar. Hayatın içinden konuları bulup tartışıyorlar. Her gün kanalı açtığınızda bizdeki gibi reyting için birbirine girmeye hazır hep aynı nöbetçi üç dört isim yok. Yaratıyorlar, oluşturuyorlar, üretiyorlar. Bizde kolaya kaçılıyor. ‘Halk bunu istiyor’ diyorlar. Ben de televizyoncuyum, bu çok yanlış, halk bunu istemiyor.

Meslek hayatınızda örnek aldığınız haber spikerleri oldu mu?

Hep erkek spikerler olduğu için onları yakından izlemeye çalıştım. Uğur Dündar, Ali Kırca, Mehmet Ali Birand… Bu isimler ekol olmuştur benim için. Elbette kadın spikerler de var. Ancak haber spikerliği ile anchorman’lik farklı şeyler. Sadece önüne gelen haberleri okuyunca spiker oluyorsun. Oysa hazırlık yapan, konuklarla konuşan, soruları hazırlayan olmak farklı.

Spiker haberleri okurken kendisinden yorum katmalı mı?

Spiker katmamalı elbette. Tartışma programında modoratörseniz katmamalı… Şayet tartışma programında konuksanız, o zaman fikrinizi söyleyebilirsiniz. Haberci taraf olmamalı bana göre.

Meslekte unutamadığınız anlarınız olmuştur mutlaka… Çünkü canlı yayınlar müthiştir ve her şeye gebedir. Aklınızdan hiç çıkmayan bir anınız var mı?

Var elbette. Çatalca’da kendisine milli piyangodan büyük ikramiyenin çıktığını düşünen bir vatandaşımıza canlı yayın aracı göndermiştik. Ve o kişi canlı yayına bağlanınca bayılmıştı. Ben oradaki arkadaşımıza bağlandım ve o vatandaşımız aşırı heyecandan bayıldı. Hepimiz şoka girdik. Ben de ‘Hay Allah, bayıldı’ dedim, çünkü ben de şoka girmiştim. Diğer habere geçtik ama epey telaşlanmıştık, ambulans filan çağrılmıştı.

Gerçekten büyük ikramiye çıkmış mıydı ona?

Yok, sadece çıktığını zannetmiş. Bir başka anım daha var. Yıllar önce TGRT’deydim. Ekonomi üzerine bir söyleşi gerçekleştirecektik. Benim boyum biraz daha uzun olduğu için konuğuma daha yüksek bir tabure getirilmişti. Tam yayına girdik ve ben ‘Şimdi konuğumuza dönüyorum’ diyerek konuğa döndüm ki, konuk tabureyle beraber arkaya doğru devrildi. Kameramanlar bile koptu o an. Ne diyeceğimi bilemiyorum, ‘Çok özür dileriz sevgili seyirciler, konuğumuz düştü’ dedim ve başladım gülmeye (Gülüyor). Tabii konuğum da gülmeye başladı.
Nedense güldüğümüz o anlar hiç hesaba katılmıyor. Sonra dönüp sert ve katı mizaçlı spiker diyorlar.

Sizi sert ve katı bulanlar merak ediyor, ağlar mısınız?

Yapmayın Yüksel Bey ben de insanım. Allahaşkınıza (Gülüyor). Elbette üzüldüğüm anlarda ağlarım.

Yayında ağladınız mı?

Kendimi çok zor tuttuğum yayınlar olmuştur. Mehmetçik haberlerinde, terör baskınlarında ağlamamak için kendimi çok zor tutuyorum. Çok arkadaşım kanıksamış artık bu haberleri, etkilenmiyorlar. Ben çok zorlanıyorum. Şehit olan Mehmetçik haberleri beni çok etkiliyor, rahatsız ediyor. Ben bu haberlere alışamadım, alışmayacağım da…

Yıl, 1994… İnter Star Güzellik Yarışması’na katıldınız ve birinci oldunuz. Hayatınızın bu farklı dönemini konuşalım mı?

Tamamen çocukluk diyelim (Gülüyor). O zamanlar güzellik yarışmalarının bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Tek bir kanal yapıyordu, İnterstar’dı adı, ilk özel televizyondu. Aile kızlarının ve belli kültürü olan kızların katıldığı bir yarışmaydı o. Sonraki yıllarda güzellik yarışmaları çok dejenere oldu. İyiki katılmışım.

Kimin teşvikiyle katılmıştınız?

Kimsenin haberi yoktu Yüksel Bey. Anneme söylemiştim ilk. Fotoğraf göndermiştim, sonra mülakata çağırdılar. İlk 20’ye kalınca babama da söylemiştik.

Sonra güzelliğiniz taçlandı, kraliçeliğiniz ilan edildi. O anlarda gözyaşları dökülür değil mi?

Evet, hüngür hüngür ağlamıştım. Bakın, ağlamadığımı söyleyenlere bunu da duyururuz buradan, bravo size Yüksel Bey (Gülüyor).

O taç takılınca hedefiniz neydi, sinema mı, televizyon muydu? Mesela tacı elinden alınan Hülya Avşar’ın zirveye çıkışını da biliyorsunuz…

Benim hedefim yoktu, sadece o yarışmada birinci olmayı düşünmüştüm. O dönemde, uzaydan dünyaya düşmüş gibiydim.

Ama inanıyorum ki pek çok dizi teklifi gelmiştir…

O dönem çok dizi teklifi aldım.

Mesela…

Mesela, rahmetli Osman Yağmurdereli çok istemişti. ‘Marziye’ adlı diziyi çekeceklerdi. Kadir İnanır’la beni düşündüler, çok istediler. Ben kabul etmeyince Gülben Ergen’e götürüldü teklif.

Bu tür başka teklifler aldınız mı?

Hülya Avşar’ın kızkardeşi rolünü teklif etmişlerdi. Kabul etmedim.

O rolü de daha sonra Nurgül Yeşilçay oynadı…

Aynen öyle, benden sonra Nurgül Yeşilçay’a teklif edildi, onu oynattılar. Mesela, ‘Aliye’ dizisi önce bana teklif edildi. Ben şimdi habercilik yapıyorum, oyunculuğa gerek yok dedim. Ya da cesaret edemedim galiba.

Şimdi, bazı dizilerde on günlük oyunculuk kurslarıyla kamera önüne geçenler var…

(Gülüyor) Ben onu yapamam. Eğitime inanan biriyim.

Şayet kafanızı oyunculuğa taksaydınız, neler olurdu ya da neler yapardınız?

Elbette kafama taksaydım yapardım. Hem artık oyunculuğu da yapabilirim diye düşünüyorum.

Özge Hanım, Gülben Ergen ve Nurgül Yeşilçay’dan önce o roller size teklif edilmiş. Kabul etseydiniz belki şu anda farklı bir noktada olacaktınız…

Belki de kader beni hep haberciliğe doğru yönlendirdi.

Şimdi dizi teklifi gelse, yine ‘Hayır’ mı dersiniz?

(Gülüyor) Artık oyunculuğa hayır demeyeceğim.

Nasıl bir rol oynamak istersiniz, düşlediğiniz bir karakter var mı?

Aksiyon, macera ağırlıklı bir dizide yer almak isterim. Hareketli, vurdulu kırdılı… Bond filmlerindeki gibi.

Ama o tür roller risklidir…

(Gülüyor) Olsun, risk hayatımızda hep var. Aksiyon filmi çevirmesek de risk altındayız. Ayrıca hayal kuruyorum Yüksel Bey…

Dilerim güzel bir dizi teklifi gelir ve oyunculuğa da başlarsınız. Aslında oyunculuğa başlarsınız demem çok yanlış. Çünkü tiyatro deneyiminiz de var sizin, hatta yıllar önce Ege bölge birinciliği ödülü bile aldınız…

Aynen öyle, bravo size… Adalet Ağaoğlu’nun ‘Çatıdaki Çatlak’ oyununu oynadık. Yine Ağaoğlu’nun ‘Ah Şu Gençlik’ oyununu oynadık. Sosyal faaliyetlere bayılırdım. Lise ve üniversite çağlarımda çok faaldim.
Sizin dediğiniz gibi şimdi on gün içinde oyunculuk eğitimi alıp dizilere başlayanlar var. Bir aylık kurslarla spiker olanlar da var (Gülüyor).

Siz eğitime çok önem veriyorsunuz. Habercilikte eğitim için Amerika’ya bile gittiniz, NBC’de stajyer yardımcılığı yaptınız… Bunun katkıları oldu mu?

Olduğunu düşünüyorum. Vizyonum genişledi çünkü. New York’ta bir binada yangın alarmının yanlış kurgulanması haberdi, haber değeri taşıyordu. Bunun üzerine beş altı kişilik habere gidiyordu. Ben böyle bir habere giderken şoka girdim. Sunucu, sunucunun stajyeri. Kameraman, kameramanın stajyeri. Stajyer, stajyerin stajyer yardımcısı. Ben çok şaşırmıştım. Bizde, bir binanın yanlış kurgulanmış yangın alarmı haber değildir. Kim izler diye düşünülür ve yapılmaz öyle bir haber.

Valla bizde yanlış kurgulanan yangın alarmı değil de, felaketin kendisi olmalı… Yangın çıkmalı, insanlar ölmeli…

Ne yazık ki öyle Yüksel Bey.

Haber merkezlerinde yaşadığınız uzun saatler var, sürekli göz önünde oluşunuz var… Haber spikerliği, televizyonculuk, insanda özel hayat bırakmıyor galiba…

Kesinlikle özel hayat bırakmıyor. Yaşanmamış yıllarım var Yüksel Bey. Zaman çabuk geçiyor. Habercilikte geçen zamanımın yüzde 80’i habere, yüzde 20’si bana… Öyle düşününce özel hayatımın ne kadar güdük kaldığı daha net ortaya çıkabilir.

Özel hayatınıza ne büyük bir haksızlık… Oysa bir sevda yaşamak sizin de hakkınızdı mutlaka… Atilla İlhan’ın şiirindeki gibi ‘Çirkindi bir sevdayı dar vakitlerde anlatmak, siz hep geniş zamanlar umdunuz’… Ve siz hep ertelediniz galiba yaşamanız gerekenleri…

Yüksel Bey, artık ertelemeyeceğim.

Var mı yaşadığınız bir aşk şu anda?

Yok (Gülüyor) Özel hayatımı konuşmak istemiyorum.

Bir röportajınızda şöyle demişsiniz, ‘Aşkım için kariyerimden vazgeçmem, kariyerim için de aşkımı heba etmem’… Ne zor bir ikilem

Çok zor ama bu da denge. Ben şuna inanıyorum, bu dünyada ve kainatta her şey müthiş bir denge içinde. Biz evrenin bir parçasıyız. İnsan olarak ve içimizde insani değerleri barındırarak. Ben bu çerçeveden bakıp, söyledim o sözü. Her şey geçici, gerçek olan dolayısıyla aşktır. Bu Allah aşkı olur, insan aşkı olur, doğa aşkı olur… Bu açıdan bakınca aşklarım var elbette.

Ancak sizi nikah masasına götürecek bir aşk belli ki yok…

(Gülüyor) Yok…

Nasıl bir erkek etkiler sizi? Tabii erkekler de size yaklaşmaya çekiniyor değil mi?

(Gülüyor)

Haber tartışma programlarımı yaparken, hafta sonlarında arkadaşlarla bir yerlere gidip eğlenirdik. Oralarda gülümsediğimi görenler hemen yanıma gelirdi. ‘Özge Hanım, ekranda çok sertsiniz, burada gülüyorsunuz’ derlerdi. Oysa kamera önünde işimi yapıyorum. Özel hayatımda ise neyse onu yaşıyorum.
Ama dediğiniz gibi ekranda görünen sert Özge Özsağman’a yaklaşmaya cesaret edemeyenler oluyor tabii.

Artık kaşlarınızı çatmayın Özge Hanım, kısmetinizi kapatıyorsunuz…

(Gülüyor) Yok ben en iyisi dizi oyuncusu olayım. Gerçi onda da aksiyonu oynayayım diyorum, vurdulu kırdılı, o zaman hiç yanıma gelmeyecekler.
Ben en iyisi bir aşk dizisinde oynayayım (Gülüyor).
Yüksel Bey, günümüzde aşklar da çok kolay tüketilmeye başlandı. Aşk, aşklıktan çıktı. Benim aşk anlayışımla, günümüzdeki aşk anlayışı örtüşmüyor. İki günlük tensel çekimi de aşk sanıyorlar. Fast food tarzı aşklar moda şimdi. Yiyorlar ve bitiyor. Mesela, kadınlar ‘Adam gibi adam yok’ diyor. Ben de ‘Kadın gibi kadın da yok’ diyorum.
Bence günümüzde aşk yok… Sadece aşkın var olduğu sanılıyor.

Medyada da aşk üzerine inanılmaz yakıştırmalar yapılıyor. Üzülen insanlar da oldu ve olmakta. Mesela, yıllar önce size de bir aşk yakıştırması yaptılar. Özcan Deniz olayı…

Evet, TGRT’de çalıştığım zamanlardı. Programıma konuk olarak gelmişlerdi. TGRT’ye dizi çekiliyordu, biz de konuk aldık. Hatta Mahsun Kırmızıgül’le birlikte gelmişlerdi. O zaman, bir de Mahsun’la aşk yakıştırması yapılırsa şok geçireceğim demiştim.

Özge Hanım, siz kendinizi bulunduğunuz o kurtlar sofrasında nasıl koruyabildiniz, nasıl onlardan soyutlamayı başardınız?

Çok zor oldu. 18 yaşında güzellik kraliçesi seçildim ve o yaşımı başlangıç noktası olarak kabul edersek, en çılgın rüzgarların esmesi gereken yıllarda ben ayakları yere sağlam basan bir genç kız olarak çalışıyordum. Üniversitemi okudum, işimle ilgili kurslara gittim, Amerika’ya gittim. Hep çalıştım… Eğlenceye, gece hayatına kapattım kendimi. Bundan sonra hayatımın yüzde 50’sinde çalışıp, yüzde 50’sini de kendime ayıracağım. Ben asla hiç boş hayaller kurmadım. Bu yüzden de hiç ödediğim bedeller olmadı. Hiç borcum yok o yıllarla ilgili. Bu nedenle çok huzurluyum.

Dilerim bu röportajı okuyan ve televizyonu düşünen genç kızlarımız sizi örnek alırlar. Çünkü güzelliğiniz taçlandırılmış olsa da asla bunu kullanmadınız…

Çok teşekkür ederim.

Sizin sesiniz de güzelmiş, arkadaşlar arasında kimi zaman şarkı söylermişsiniz… İzmirlisiniz, sesiniz güzel… Hani diyorum Sezen Aksu’nun kapısını çalsanız, iyi olmaz mı?

(Gülüyor) Yüksel Bey siz beni dizilerde de oynatacaksınız, albümler de yaptıracaksınız. Tabii şaka bir yana Sezen Aksu’yu çok seviyorum. O müziğin piridir. Ama beni nasıl keşfedebilir ki, haber sunan biriyim.

Gel şarkı söyle, albüm yap deseler…

Kameralara daha alışığım ama şarkı olayı bana fazla gelir. Arkadaş ortamında söylediğim şarkılar ayrı. Hayır demek istemiyorum ama maceraperest değilim açıkçası. Haddimi asla aşamam. Sahne şovlarına, kliplere bakıyorum da, ülkemizde medyadan daha fazla geliştiğini düşünüyorum. O kıvama gelmek için müthiş eğitimler alıyorlar. Sesim güzel ama sanatçı değilim…

Özge Hanım, bu sohbet için teşekkür ederim. Bu sohbette o kadar çok güldünüz ki, keşke size “Asık suratlı” diyen herkes bunu görebilse, tanık olabilseydi. Dilerim en yakın zamanda sizi tekrar ekranda görürüz, ülkemiz adına en güzel haberleri yine sizin sesinizden dinleriz…