TEKLİF GELİRSE TARAF'A ORTAK OLABİLİRİM! MEHMET BETİL'DEN ÇARPICI AÇIKLAMA!
Taraf gazetesine herhangi bir imza almadan maddi destek veren işadamı Mehmet Betil, Taraf'ı ve istifaların ardından yaşanan krizi anlatıyor
Hiçbir somut bulguyla altı doldurulamayan iddialar eşliğinde
yöneltilen "Taraf gazetesine kimin destek verdiği" sorularına,
bugüne kadar verilebilen tek net cevap işadamı Mehmet Betil
oldu.
Peki, Mehmet Betil kim?
"Sol"a ilgi duyduğu yıllarda "Mülkiyet hırsızlıktır" diyen
Proudhon’dan etkilenen biri mi? Yoksa iş dünyasına artık kimseden
korkmayacak bir mesafeden bakan emekli bir işadamı mı?
Ne derseniz deyin, Taraf’a, herhangi bir imza bile almadan
milyonlarca lira vermiş bir işadamından söz ediyoruz. Taraf’a
verdiği destek konusunda bir rakam telaffuz etmeyi doğru bulmuyor,
ancak Ahmet Altan’ın, Betil’in verdiği destek üzerine "10 yıllık
stratejimizi belirledik" cümlesi akıllarda.
Taraf’la neden ilgileniyor?
Gazeteye mali desteği sürecek mi?
Gazeteye damgasını vuran Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan
ve yardımcısı Yasemin Çongar ile Neşe Düzel’in istifalarını nasıl
değerlendiriyor?
Taraf’a ortak olmayı düşünür mü?
Gazeteye eleştirileri neler ve krizden çıkışı nerede görüyor?
Soru çok; askeri ve hükümeti bu kadar kızdıran bir gazete için
elini taşın altına da koymuş bir işadamı, üstelik tuhaf bir şekilde
kapısı medya tarafından neredeyse hiç çalınmamış bir işadamı söz
konusu olduğunda cevaplar ilginç.
İşte Mehmet Betil’in T24’ün sorularına verdiği cevaplar,
buyrun.
‘Başar Arslan ortaklık teklif etti,
kabul etmedim’
- Sizin Taraf maceranız nasıl başladı?
Taraf, çıktığında tek tanıdığım Neşe Düzel’di. Uzun zamandır
görüşmemiştik ve söyleşilerini görünce heyecanlandım. Davet ettim
ve bir araya geldik. Taraf’ın yaşadığı mali sıkıntılardan söz
edince "Taraf’ta senin sponsorun olabilirim" dedim. Derken önce
Ahmet Altan’la, sonra da Başar Arslan’la bir araya geldik ve ilişki
güçlenmeye başladı. Tabii ilişkileri güçlendiren somut olarak
yapılanlardan kaynaklanan bir heyecandı, farklı bir şey olduğunu
hissetmiştim. Taraf, Türkiye’nin üzerine örtülen örtüyü
kaldırıyordu.
- Kamuoyunun sizi Taraf’la anmaya başlaması 20 Ocak 2009’da
Altan’a "10 yıllık stratejimizi belirledik" cümlesini kaleme
aldıran maddi yardımınız oldu.
Altan’ın o cümlesi enteresan oldu. Bir araya geldiğimizde, Taraf’ı
destekleyeceğimi söylemiştim ve Altan müthiş heyecanlandı. Bir plan
filan yapmış, herhangi bir bütçeden söz etmiş değildik ama sanki
plan yapılmış, somut karara varılmış gibi bir algısı oldu. Bu beni
çok şaşırttı ve "acaba" sorusunun doğmasına yol açtı.
- "Acaba" sorunuz tutumunuza nasıl yansıdı?
Başlangıçta Taraf’a ortak olmayı düşünmüştüm. Ama bu açıklamayla
birlikte soru işaretim oldu. Üzerinde mutabakat sağlanmamış bir
söz, çalışanlara anons edildi. Tabii burada benim pasif duruşum, o
anda ses çıkarmamış olmam, “Hayır öyle değil, böyle” şeklinde
düzeltmeye teşebbüs etmemem de ciddi bir zaaf.
- Ortaklığı istemeyen taraf siz mi oldunuz?
Başar Arslan teklif etti, ama ben istemedim. Çünkü yönetim
anlayışımız çok farklı. Ama ben burnumu Taraf’a soksaydım, gazete
de bugün belki böyle olmazdı. Böyle bir risk vardı. Taraf, kendi
kendini yöneten bir yapı ve tarzı çok değişik.
‘Zorlasaydım, Taraf daha iyi yönetilen
ama daha başarısız bir gazete
olabilirdi’
- Ortaklık kararınızı CNBC-E Business’tan Meryem Tek’e
değerlendirirken araştırma safhasında olduğunuzu söylemiştiniz.
Araştırmanızın sonuçları ne oldu?
Yönetim kurulu toplantıları düzenledik, orada gördüklerim beni
cesaretlendirmedi. Ortaklıktan da bu nedenle vazgeçtim. Dünyalar
çok farklıydı. Yönetim zihniyeti ve işyeri disiplini açısından
anlayışlarımız çok değişikti. Performans gibi şeyler ortama çok
uzaktı. Benim de zorlamamın çok bir anlamı yoktu. Zorlasaydım belki
daha iyi yönetilen, ama muhtemelen daha başarısız bir gazete
olacaktı.
‘Taraf’ta kendi kendini yöneten bir
yönetim tarzı var’
- Sizin kafanızdaki yönetim modeli nasıldı?
Modern bir yönetimde hedefler belirlenir, bütçe ortaya çıkar, sonra
2-3 ayda bir sergilenen performanslar yönetim kurulu tarafından
değerlendirilir. Ama böyle bir anlayış Taraf’ta başlangıçtan bugüne
hakim olmadı. Bambaşka bir şekilde yönetildi, çok spontane
ilerledi. İçeride neler oldu, bitti, nasıl yönetildi bilmiyorum ama
benim dışardan gözlemim bu. Bu bir yanıyla çok modern bir tutum;
kendi kendini yönetme, hiyerarşik bir yapı oluşturmama, herkesin
kendi algısına, değer ve ölçülerine göre hareket ettiği bir yönetim
tarzı...
‘Maddi desteklerde iş ‘önce para ver’e
dönüştü’
- Soru işaretlerinize rağmen Taraf’a yardım eli uzatmaktan
vazgeçmediniz. Taraf’a yardımlarınız tek bir seferle sınırlı
kalmadı, değil mi?
İhtiyaç oldukça gündeme geldi. Ortada bir bütçe veya hedef yoktu,
ben de her seferinde "Böyle bir destek veriyorum, ama yönetim
kurulu oluşturmamız gerekiyor" diyordum. "Tamam, tamam ama şimdi
hemen ihtiyacımız var" denildi. İş, "Önce parayı ver"e dönüştü.
- Süreç nasıl ilerliyordu?
İletişim halindeydik. Bende hiçbir zaman "İlla böyle olacak"
katılığı olmadı. Performansı, ortaya konan ürünü görüyordum. Orada
yapılan habercilik, sızdırılan bilgiler, Mehmet Baransu’nun
getirdiği belgeler medyada bir taraftan kıskançlıkla karışık
küçümseme yaratırken, diğer taraftan "hakim güçler tarafından
kullanılıyorlar işte" algısını da yaratıyordu.
- Taraf’a yaptığınız maddi yardımın miktarı
neydi?
Bunu söylemek istemiyorum.
- Neden?
Bu bir yerde övünme gibi görülebiliyor. Ben Taraf’a bir borç verdim
ve bu borcun muhatabı da bunu biliyor ve "Vakti gelince ödeyeceğim"
diyor.
- Bu imzasız verilen bir borç muydu?
Tamamen söz üstüneydi. Zaten banka üzerinden gönderdim. Bunu
ödeyebilir mi, ödeyemez mi, bilmiyorum.
- Borcun ödenmeme ihtimali sizin için kaygı nedeni
mi?
Hayır. Sonuçta ben de çıkan ürünle ortama büyük ölçüde değer
kattığım kanısındayım.
- Şu soruya yanıtınız ne; Mehmet Betil çok mu zengin? Derdi
neydi de Taraf’a para verdi?
Bunun zenginlikle ilgisi yok. Türkiye’de benden çok daha zengin
insanlar var. Benim zenginliğim, onlarınkinin yanında pek kayda
değer değil. Bu bir zihniyet, arzu meselesi.
‘Demokrasiden en çok zengin olanlar
korkuyor’
- Sizden daha zengin olduğunu söylediğiniz işadamları sizce
bu yardımı neden gündemlerine almadı?
Çünkü olguları öyle, bunu en çok TÜSİAD’da görüyorsunuz. Üç rapor
örneği var; 1- Bülent Tanör’e hazırlattıkları demokrasi raporu. O
raporu sipariş verdiler, hazırlattılar ve kabul aşamasına
geldiğinde TÜSİAD’da kabul eden iki veya üç kişi oldu. Kardeşim
(İbrahim Betil) de o dönem kabul edenler arasındaydı, o davranışı
görünce bıraktı. TÜSİAD Genel Kurulu’nun büyük çoğunluğu o dönemde
demokrasi temelli bir rapora tahammül edemedi. 2- Ergun Özbudun’a
hazırlatılan anayasa raporu. Arkasında duramadılar. 3- Cem Boyner,
mealen "Sayın Başkan, anayasa değişikliği istiyorsanız, bu insan
hakları eksenli olmalı ve bunun sonucunda bu ülkenin bölünmesini
göze alamayacaksanız vazgeçin" dedi, sözleri havada bırakıldı.
İnsanlar demokrasiden korkuyorlar, zengin olanlar da en çok
korkanlar.
‘İstedim ki biri beni merak etsin,
sorgulasın’
- Türkiye’de işadamlarının korkuları sizce neye mal
oluyor?
Ya Türkiye’nin geleceğini dert etmiyorlar ya da ben aceleciyim,
onlar daha evrimciler. Bir pozisyon aldıklarında da çok kolay
cezalandırılabiliyorlar. Devlet çok güçlü. Doğan grubuna verilen
vergi cezası bunun bir örneği. AKP haklı mıydı, haksız mıydı
sorusuna farklı yanıtlar veriliyor. Teamüllere göre AKP haksızdı,
ama yürürlükte olan maddeye göre, usulen doğru bir şey yapıldı,
sonuçta maliyecilerin değerlendirmeleri var. Yani, silah orada ve
kullanılmak istendiğinde bu silah kullanılıyor. Devlet yapısının
silahı el altında tutan bir gücü var. Bu ürkütücü. İnsanlar, “Ben
demokrasiyi savunacağım ama maliyeti çok ağır” diye düşünüyor da
olabilir.
- Şunu diyenler de çıkacaktır; “Asıl soru şu: Mehmet
Betil’in arkasında kim var?”
Açsınlar araştırsınlar. Bakın bir kere basın beni yakalayamadı.
Türkiye’de tesadüfen iki tane Mehmet Betil var. Taraf’a yardım
medyaya yansıdığında Borusan Holding İcra Kurulu Üyesi olan
Betil’in kimliği ve fotoğrafları kullanıldı. O da haklı olarak
kendini savundu ve "O ben değilim" dedi. Kimse de bana açıp "Sen o
Betil misin" diye sormadı. Ben de "Buyum" diye çıkmadım, istedim ki
birisi merak etsin, sorgulasın. Bozukluk Ekşi Sözlük’ten birçok
mecraya kadar devam etti. İnanç bazlı ve meraksız algı kendi
söylediklerine inandı. Bu bizim kültürümüzün bir parçası. Siz merak
ettiniz ve geldiniz, bu Türkiye’nin yeni bir yerlere doğru
gittiğini gösteriyor.
- Peki siz kimsiniz Mehmet Bey? Bildiğimiz kadarıyla sol
bir geçmişiniz, var ama hikayenizin bütünü bilinmiyor, anlatır
mısınız?
Sol hikayemin bir parçası. Sınai Kalkınma Bankası, beni Fulbright
Bursu’yla Amerika’daki Williams College’a gönderdi. Orada ekonomi
masterı yaparken Marksizmle tanıştım. Türkiye’ye geldiğimde de
solculuk modaydı. Gitmeden önce Süleyman Demirel yükselen yıldızdı,
beni de 29’lu yaşlarımda çekiyordu. 1974’te, Marksizmi keşfimden
sonra Türkiye’ye dönünce kendimi solun içinde buldum. Gündüz Sınai
Kalkınma’daki faaliyetlerimi sürdürüyordum, kendime göre değerli
raporlar yazıyordum ve yazdıklarımın bazılarını Aydınlık’a da
vermeye başlamıştım. 1980’de banka için yaptığım bir araştırmada
bilginin ve insanın değerini keşfedince sola dair düşüncelerim de
değişti. 87’de bankadan emekli oldum ve kendi bilgisayar işimizi
kurduk. İlk önce Karma, ardından da Arena şirketimizi ve
Armada hisselerimi sattım. Şimdi emekliyim. Taraf var, Toplum
Gönüllüleri Vakfı var, yurtdışında da iki tane vakfımızla
ilgileniyorum.
’’Fethullahçı gazete’ iddiası ne
çürütüldü, ne de kanıtlandı’
- CIA güdümlü, George Sorosçu, Fethullah Gülen cemaati
yayın organı, AKP yandaşı, AKP karşıtı... Taraf’ın arkasında kim
olduğu sorusuna her dönem farklı bir iddia ile yanıt verildi. Başar
Arslan ve Ahmet Altan’ın "Finanse ettikleri ispat edilirse gazeteyi
kapatırız" sözlerine rağmen “Gülen cemaati” yanıtı hep gündemde
kaldı. Taraf’a yardım ederken bu iddialar sizde çekince yarattı
mı?
Bu çok güçlü bir dezenformasyon yöntemiydi ve buna inanmak isteyen
insanlar vardı. En yakın çevremden bile bana "Ya bu adamın kafası
yok ya da parası çok" şeklinde eleştiriler geldi; "Gülen’in
gazetesini niye destekliyorsun" dediler. Ben de "İspat edin,
kapattırmak için ben uğraşacağım" dedim. Bu iddia Genelkurmay
Başkanı tarafından da dillendirildi. Türkiye inanç üstünlüğünün
hakim olduğu bir ülke. Siz bir iddiayı ortaya attığınız zaman bunu
delillendirmek durumundasınız. Ama Türkiye’de beş yıldır
“Fethullahçı gazete” iddiası sürüyor. Ve bu ne çürütülmüş, ne de
kanıtlanmış vaziyette.
Ayrıca, velev ki Fethullah Gülen cemaati destekledi. Biz buna mı
bakacağız, ortaya konan ürüne mi? Ortaya konan gazetecilik ciddi
gazetecilerin beğenisini kazandı. Mehmet Ali Birand’ın "Taraf’ın
performansı dudak uçuklatıyor" sözleri, Ahmet Altan’ın Leipzig
Özgürlük ve Medyanın Geleceği Ödülü’nü ciddi riskler almış, ölüm
tehlikesi atlatmış yazarlarla birlikte alması bence olağanüstü
kıvanç verici bir durum. Keza verilen Hrant Dink ödülü... Kendinize
bu kadar güveniyorsanız, iyi işler yaptığınızı düşünüyorsanız,
beğendiğiniz bir ödülü alma gayretine giriniz lütfen ve alınız.
‘Bir sürü maddi hataya rağmen Taraf,
ortaya müthiş bir yenilik koydu’
- Bugünden geriye baktığınızda Taraf’a yaptığınız
yardımlardan pişman olmadığınız yanlış bir tespit olmayacak, değil
mi?
Hiçbir şekilde pişmanlık duymuyorum. Kendi payıma doğru yaptığım
kanısındayım. Ergenekoncular kendi açılarından nasıl doğru
yaptıklarını düşünüyorlarsa, ben de bunun doğru olduğunu
düşünüyorum. Ortada her ne kadar yetersiz olsa da inanılmaz bir
delillendirme var. Türkiye’de nasıl bir gerçeğin için yaşadığımızı
gördük. Gazetecilik açısından yapılan bir sürü maddi hatayı bir
yana koyarsak, Taraf’ın ortaya koyduğu müthiş bir yenilik ve
aydınlatma var.
‘İletişim kazasının sebebi, Taraf’a
modern bir yönetimin hakim
olmaması’
- “Gazetecilik açısından yapılan maddi hatalar” notunuz
önemli. Ancak öncesinde, sıcak gündeme ilişkin sizin tanıklık ve
yorumlarınızı merak ediyoruz. Gazetenin kurucularından Ahmet Altan,
Yasemin Çongar ve Neşe Düzel neden istifa etti? Sizdeki bilgiler
neler?
Ben, günlük yaşantı içinde olmadığım için detaylara hakim değilim.
Başar, “Dayanılmaz noktaya gelindi, o yüzden istifa ettiler” dedi.
İstifaların başını Altan çekti. Ben ona hep "Nasıl oluyor da bu
enerjiyi sürdürüyorsun" derim. Altan’ın Milliyet’ten kovulmasıyla
sonuçlanan “Atakürt” yazısını hatırlarsınız. Üniversitelerde
okutulması gerekilen, vaka çalışması gibi muhteşem bir yazıydı ki o
tarihlerde empati algısı Türkiye’ye henüz pek girmemişti. Benim
için 1970’lerden beri Kürt sorunu var ve 40 yılı aşkın süredir bu
sorun çözülemiyor. Bunları oturup her gün yazmak hakikaten tüketir
insanların enerjisini. O da romanlarına engel olduğunu, yapmak
istediği şeyin o olduğunu son iki yıldır beyan ediyordu. Bir yıla
yakındır da gazetenin günlük işlerini Yasemin Çongar’a devretmişti.
Gazeteyle evinden ilgileniyordu. Süreç içinde konuşamaz hale
gelmişler. Bana göre “iletişim kazası”nın sebebi, modern bir
yönetim tarzının Taraf’a hakim olmaması. Ama dediğim gibi, Taraf,
modern tarzda yönetilseydi aynı Taraf olur muydu bilemeyiz.
- T24’te yayımlanan bilgilere göre, “Başar Arslan, Ahmet
Altan’a ‘Gazetenin başına geç’ diyor. Altan, roman açıklamasının
ardından ‘Gazeteyi en iyi Yasemin Çongar’ın yürütebileceğini’
söylüyor. Ancak Arslan, bu seçeneği benimsemiyor.” Anlattıklarınıza
göreyse Çongar, zaten bir senedir gazetenin başında. Dolayısıyla
bir senede değişen ne oldu da Arslan gazeteyi Çongar’ın yürütmesini
istemez hale geldi? Son bir senede Taraf, Taraf olmaktan çıkmış
mıydı ki böyle bir ısrar gündeme geldi?
Ben Başar Arslan’a hep aynı şey söylüyorum; bir hedef konulur ve
hedefe uygun performans değerlendirilmesi yapılır. Ona göre de
başarılı, başarısız tanımı ortaya çıkar. Böyle bir şey
olmadığı için kendi kendini ve kendi anlayışına uygun yönetme
üslubu Taraf’a hakim olmuş. Bu esnada da iletişim kurulamamış.
Anladığım kadarıyla, Yasemin Çongar ile Başar Arslan arasında bir
iletişim kazası yaşanmış. Bunun maddi delillerini, ayrıntılarını
ölçmek son derece zor, çünkü Taraf’ın yönetim tarzı bu ölçü
aletlerini kullanmayı başından itibaren uygun görmemiş.
‘Taraf’ta bardağın içi zamanla doldu;
musluk tamir edilemedi’
- "Taraf’a karışmam, patronun karıştığı gazetelerin hali
belli" diyen Başar Arslan’ın "kendi kendini yöneten" bir gazeteden
rahatsız olmasını Arslan ve Çongar arasındaki iletişimsizlikle mi
açıklıyorsunuz?
Dediğim gibi işleyişe vakıf değilim, ama bazı şikayetlerden
haberdarım. Mesela, hat kaçırma. (Gazeteyi zamanında baskıya
göndermeyerek dağıtım saatlerini kaçırmak) Bunun tedbirini almakta
gecikmişler. Bu tamamen operasyonun yönetiminden kaynaklanan, idari
yanı daha ağır basan bir durum. Ayrıca, genel yayın yönetmeni
yardımcısının yetki ve sorumlulukları,görev tanımı
nasıl tarif edilmiş, edilmiş mi? Hangi sorumluluklar, hangi
yetkileri içeriyor, belirli mi? Bence hayır. Taraf’ın yönetim
anlayışında bunlar yok. Orada herkes kendi anlayışına uygun
gidiyor. Zaman içinde oturup konuşma, değerlendirme de yok.
- 5 senenin sonunda "olmuyor" denmesi sizce yeterli bir
açıklama mı?
Bir meyvenin oluşumunu düşünün, istediğiniz kadar zorlayın, önce
çiçek açacak, sonra sulanacak; olgunlaşması için bir süreç geçecek.
Demek ki gazetede de bardağın içi adım adım dolmaya başladı. O
dolmaya da engel olunamadı. Musluk tamir edilemedi, kaçak
bulunamadı. Burada bir mutfak kazası var. Neşe Düzel, en çok
gazetenin içinde olan arkadaşımız, “iletişim kazası” olarak
yorumladı Hürriyet’e. Ben en çok ona itibar ettim.
‘Arslan, kriz olduğunu anlayamadı, iyi
yönetemedi’
- Şu akıl yürütme size çok mu uzak; "Budistler için Buda
neyse benim için de Ahmet Altan o, diyen Arslan, ne kadar ‘iletişim
kazası’ dese de Altan’ın istifa mesajına SMS ile "teşekkür" etmesi
apaçık bir göndermedir"?
Aynı konuşmada "Ne zaman isterse geri gelebilir" de dedi. Şu nokta
önemli, Arslan, hangi şartlar altında bu mesajı attı? Muhtemelen
para bulma kaygıları vardı, stres altındayken pat diye SMS’ini
yazdı, gönderdi. Başar Arslan’la konuştuğumda söyledim, "Ben ne
yapar eder yüz yüze konuşurdum." Çünkü iş hayatınızda problemler
çıkıyor ve bunu e-mail veya mesaj üzerinden yürüttüğünüzde kriz
vahimleşebiliyor. Arslan, bence bunun bir kriz olduğunu
anlayamadı.
- "Arslan krizi iyi yönetemedi” diyen birine katılır
mısınız?
Evet. "Zaten göndermek istiyordu da bunu fırsat bildi" demek bir
spekülasyon. Bunu kendisine sormak gerekiyor, ben de anlamakta
zorlanıyorum, 2004’ten beri birlikteler Ahmet Altan’la. Alkım’da
Türkiye’de pek eşi benzeri görülmemiş milyon adetlik kitap
satışları yapıyorlar. Daha sonra K ve F dergisi çıkarıyorlar ve
onlar da son derece iyi satıyor. 2004 ve 2012 arasında 8 yıllık
birliktelik var. Bu, bir SMS mesajıyla bitmemeliydi. Ama bitmiş.
Sevgi nefrete, kısaca bir şey zıddına çok kolay dönüşebiliyor.
- Sizin Taraf’taki tarafları barıştıracak bir hatırınız var
mı?
Yok. Küskünlük olarak da değerlendirmiyorum. Ahmet Altan açısından
kararlı bir tercih, irade beyanı olarak görüyorum. Hiçbirini o
raddede kişisel olarak tanımıyorum. Gidip Ahmet Altan’a "Hadi"
diyemem. Çok kararlı olduğunu biliyorum. Bu noktaya geldiğine göre
haklı sebepleri vardır.
‘Genelkurmay’a ‘haddini bil’ diyen kişi
geri adım atar mı?’
- Altan’la krizden sonra görüştünüz mü? Arslan’ın “İsterse
geri dönebilir” çağrısına Altan’ın olumlu yanıt verme ihtimali yok
mu?
Bir kez “Buluşalım” dedim. Ama "Romanımı yazacağım, ara vermek
istemiyorum" dedi. Bu onun tercihi. Başbakan’a hesap soran,
Genelkurmay Başkanı’na "haddini bilmelisin" derken hakkını savunan
birey için örnek bir tavrı gösteren insan sizce geri adım
atar mı?
‘Karışmamak iletişim kazasına yol açtı,
demek ki müdahale gerekiyor’
- Altan’ın Çongar önerisini Başar Bey’in onaylamaması
üzerine çıkan tablonun Çongar’a haksızlık olduğunu düşünüyor
musunuz?
Gazete operasyonunu tanımıyorum. Bardak süreç içinde bir şekilde
dolmuş. Müdahalenin olmaması sıkıntıyı doğurmuş. Kızdığımız zaman
konuşmamak kültürümüzün bir parçası, muhtemelen böyle şeyler de
oldu. Bardak başka türlü dolmaz. Müdahale edilmemesi hoş gözüküyor,
ama bu noktadan baktığınızda "Keşke müdahale etseydin de iş buraya
gelmeseydi" diyorsunuz.
- Müdahaleden kastınız ne?
Yönetim Kurulu aracılığıyla yapılan toplantılar ve performansların
koyulan hedeflere uyup uymadığına dair yapılacak
değerlendirmelerden bahsediyorum. Başar Arslan’ın "Ben müdahale
etmiyorum" sözlerinin iki taraflı çalıştığını süreçte gördük. Bu
müdahale etmeme de iletişim kazasına yol açtı. Demek ki müdahale
etmek gerekiyor.
‘Cesur gazetecilere engel olanlar
patronları’
- Basının temel dertlerinden biri patron ve gazeteciler
arasında aşılan çizgiyken size göre müdahale neden
gerekli?
Müdahale var, müdahale var. Tornavidayla vidayı sıkmak için de
müdahale edersiniz, adam öldürmek için de. Bence sorun müdahalede
değil, müdahalenin arkasındaki zihniyette. Sonuçta müdahale
yapılmadan da devreye giren oto-sansürler var.
Ankara’da Başbakan’la yapılan toplantıda Yasemin Çongar, Hasan
Cemal’i Başbakan’a karşı savunan tek kişi oldu. Başka bir isim daha
yok muydu bu savunmayı yapabilecek? Bence orada ortaya şu çıktı;
gazeteciler ne kadar başarılı olursa olsun patronlarının yanında
konuşamıyorlar. Problem gazetecilerde değil, o gazetecilere
damgasını vuran zihniyette. Bu gazetecilerin tarih boyunca
gösterdiği cesaretler var, olmadık yerle gidip haberler yaptılar.
Mehmet Ali Birand’ın cesur ve başarı yüklü bir gazetecilik
geçmişi var. O toplantıda konuşmuyor. Şimdi buna engel olan nedir
diye baktığınızda imkanı tanımayanın patronlar olduğunu
görüyorsunuz. Yıkıcı bir travma doğuyor. Taraf’ın yaptığı yenilik
bu zihniyetin yıkımına hizmet veriyor.
‘Taraf, ilkeler listesi
yayımlamalı’
- Siz alışılageldik medya patronu kalıbına girmeden Taraf’a
müdahale edilebileceğini mi düşünüyorsunuz?
Amerika’daki basın kuruluşları yapıyor. Watergate’i çıkarmak için
Taraf mı olmak gerekiyor? Vietnam’daki usulsüzlükleri, Irak’taki
işkenceyi çıkarmadılar mı? Saygın gazetecilik örnekleri tüm dünyada
var. Taraf’ta, logo yanında yazan "Düşünmek taraf olmaktır" dışında
benim bildiğim bir değer, ilkeler, kurallar dizini yok.
- Doğan Medya Grubu ilkelerinin Taraf’casını da mı
öneriyorsunuz?
Tabii. İlkeler listesi yayımlayacak, yanı sıra hedefler
belirlenecek, onlara göre adımlar atılıp atılmadığı gözden
geçirilecek. Hedefin bir ayağı da yayın politikası; haberi nasıl
vereceksiniz, kimleri röportaja konusu alacaksınız, Türkiye 75
milyonluk bir nüfusa sahip, ekonomiyle ilgili neyin haberini
yapacaksınız? Neye odaklanacaksınız? Bir taraftan okuyucuyu
bilgilendirme diye bir kaygınız var, diğer yandan da gazeteyi bir
yere götürme kaygınız var. Bana göre basını bu ikisi yürütüyor. Bir
şeyi öne çıkardığınız anda, diğerini batıyorsunuz. Her şeyin net
olması gerekiyor. Ne kadar alt maddeyi tanımlarsanız, o kadar
başarılı olursunuz.
‘Ortaklık teklifini düşünürüm; 45
kişiyle her gün toplantı yaparım’
- Bugün Başar Arslan, ortaklık teklif etse ve "Krizi
birlikte aşalım" dese yanıtınız ne olur?
Düşünürüm. Ne evet, ne hayır diyebilecek lükse sahip değilim. Önce
birisini görevlendirir, “Git, incele” derim, sonra da düşüncelerimi
daha etraflıca bir şekilde anlamaya çalışırım.
- Bir varsayım: Taraf’a ortak oldunuz ve yönetim kurulu
gibi mekanizmalar kuruldu. Ne yaparsınız?
45 kişiyle her gün toplantı yaparım. Başında ve sonunda "Dün bu
gazeteyi çıkardık, memnun musunuz, eksik veya fazla gördükleriniz
ne? Neleri atladık? Kendi içimizde alışveriş yaparken birbirimizle
ne hatalar yaptık?" diye sorarım. Burada, 1- Açıklık ilkesi var, 2-
Eleştiri ilkesi, 3- Gözlemi paylaşma, 4- Bundan sonra yapılması
gereken konusunda algı olgunlaştırma var.
- Yazı işleri zaten her gün toplanıyordur.
Orada günlük konuşmalar yapılıyor. Beni bir kere yazı işleri
toplantısına soktular, sonra da "Bir daha buraya giremezsin"
dediler. "Peki" dedim.
- Taraf ekibi, size bu fikirleriniz yüzünden “gelmeyin”
demiş olabilir mi?
Ben bunları Taraf’a hiç anlatamadım. O masada illa ki hiyerarşi
olması gerekmiyor, masaya oturanlar liyakata göre belirlenebilir.
İşyerlerimde bunun etkisini çok gördüm, insanlar birbirleriyle
konuşabiliyorlardı. Bana resmen küfür eden çalışanlarım bile oldu.
Son derece aykırı bir şey değil mi? İşten hemen atarsınız, fakat
haklı olduğunu anladığım an bitti.
- Her gün yapılan toplantıya gazete sahiplerinin katılması
gazetecilerin meslektaşları yerine patrona sorumlu hissetme riski
getirmez mi sizce?
Ben bir işadamı olarak bakıyorum ve bu yöntemin işlediğini gördüm.
Bu bir yöntemi benimsetmek. O kültür olgunlaşıncaya kadar
toplantılar yapılabilir. Ama daha önce de dediğim gibi, böyle bir
yönetimin bir riski de Taraf’ın aynı Taraf kalmaması.
‘Yayın yönetmenliğinde Alper Görmüş veya
Alev Er olabilir’
- Bir işadamı olarak yanıtlar mısınız; istifaların Taraf’a
maddi olarak zararı ne?
Göremiyorum, bilmiyorum. Bundan sonra atılacak adım önemli. Krize
yol açan sebepler, iletişim yetersizliği masaya yatırılıp
değerlendirme yapılır, ders çıkarılır ve Taraf’a çekidüzen
verilirse yolu farklı olabilir. Ama bunlar yapılmazsa başka bir
kriz ortaya çıkar. İstifalardan sonraki pazar günü hiçbir köşe
yazısı yoktu, çok hüzünlüydü. Taraf, terk edilmiş ev gibiydi. Ama
bir gün sürdü. Ertesi gün “Taraf’ta neler yapacağız", "Biz yokken
cenazemizi kaldırmaya teşebbüs etmişsiniz" yazıları yazıldı.
Kararlı ve başarmaya istekli insanlar orada olduğu sürece bunun
basit bir kavga olmadığı daha çok ortaya konulacak. Muhtemelen
demokrasi temel hakların mücadelesi veren başka insanlar, basın
mensupları da gelecektir.
- Bugün Taraf’ın genel yayın yönetmenliğine gelse “İçime
siner” dediğiniz isimler kimler?
Taraf’ın zihniyetine, çizgisine uygun bir isim düşünemiyorum. Basın
takibim sınırlı. Yazı açısından bir kişi bile aklıma gelmiyor, ama
yayın yönetmenliği için Alper Görmüş veya Alev Er olabilir.
- Alev Er, geri gelebilir mi?
Teklif edilirse belki geri dönebilir, bilmiyorum.
- Taraf dışından bir isim geliyor mu aklınıza?
Hiç bilmiyorum. Benim adayım yok. Başar Arslan’ın tercihi gazete
içinden birinin bu görevi üstlenmesi. Onun da şu an delege ettiği
kişi Markar Esayan. Markar’ın insanlarla ilişkisinin iyi olduğunu
duyuyorum, yönetebileceğini düşünüyorum.
- İstifaların ardından Taraf’ta yayımlanan "AVM’de
çocuklara içki servisi rezaleti" başlıklı bir haber göze
çarptı.
Basın dünyasında olan diğer arkadaşların da dikkatini çekmiş.
Korkunç bir haberdi. 28 Şubat darbesi öncesinde de sokuşturulan
haberler olmuştu. Böyle dezenformasyonları gazetelere sokma
gayretleri oluyor. Taraf’a da bu haberi sokuşturdular. Ben de
Markar’a ilettim.
- Yanıtı ne oldu?
"O haber bizde de çıktı" dedi. Onun sokuşturulmuş bir haber
olduğunu o anda fark etmedi zannediyorum.
- O haberi gazeteye kimin soktuğunu
düşünüyorsunuz?
İçkiye karşı kampanya yürüten dinciler arasında kararlı bir grup da
olabilir, Ergenekon marifeti de. Ahmet Altan zamanında da böyle
haberler çıkıyordu. Ama Altan, olduğu için "Çıksa ne olur"
deniliyordu. Ama şimdi insanlar daha dikkatli, "Taraf’a ne oluyor"
diye soruyorlar. Bu geçiş döneminin sancısı.
‘Taraf kurumsallaşmazsa ikinci bir kriz
olabilir’
- Hasan Cemal zamanında Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Ali
Sirmen Cumhuriyet’i terk ettiğinde tirajlar 110 binden 30 binlere
düşmüştü. Sizce, Altanların ayrılması ardından tarih tekerrür eder
mi?
Her şey mümkün. Tiraj düşebilir. Taraf, şimdi aynı lezzeti verecek
mi konusunda benim de endişelerim var. Ahmet Altan’ı okuyamamak
kayıp olacak. Önümüzdeki günlerin tiraj rakamları Altan’ların
yokluğunun etkisini gösterecek. Belki de başka isimleri dikkatle
incelemek için bir fırsat olacak. İş geliyor, yönetime
dayanıyor.
- Taraf yönetimi kurumsallaşmazsa ikinci bir
kriz...
Olabilir. Şartlara uygun, gerçekçi bir yeniden yapılanma
kaçınılmaz. Doğan Medya Grubu gibi yapılansın demiyorum, o zihniyet
umuyorum ki Taraf’a hakim olmaz ama bu zihniyetle krizleri bir daha
getirmeyecek bir yapılanma yaratılırsa sürdürülebilirlik ortaya
çıkar.
‘5 yaşındaki bir gazetenin mali desteğe
ihtiyacı yok’
- Tirajlar nedeniyle ikinci bir kriz yaşanırsa, Taraf’a
yardım eden bir Mehmet Betil olur mu?
Bir noktadan sonra sürekli paraya dönüşüyor iş. Emekleme sürecinde
destek gerekiyordu ve ben de destekledim. Ama 5 yaşına gelmiş bir
gazetenin kanımca mali desteğe ihtiyacı yok. Daha iyi yönetilerek
performansını mali açıdan düzeltmesi gerekiyor. Ki son 2 yıldır
benim hiçbir mali desteğim olmadı. Taraf’ın kendi maliyetini
çevirebilecek bir gelir yapısına kavuşması lazım. Bunu sonsuza dek
borç alarak yürütemezsiniz. Çözüm bulunmak zorunda.
- “Sonsuza dek sürmez” sözlerinizin somutlaştığı bir tarih
var mı?
Şimdiye kadar götürdüler. Ama iş hayatında böyle devam etmek
zor.
‘Taraf’ta 5N 1K prensibinin ihlal
edildiği çok haber oldu’
- Söyleşinin başında “gazetecilik açısından yapılan maddi
hatalar”dan bahsettiniz. Taraf okuyucusu olarak yanıtlayabilir
misiniz, maddi hata olarak gördükleriniz nelerdi?
Cevap veremem, çünkü şartları göz önüne almadan bunları söylemem
doğru olmaz.
- Tam da bu yüzden “okuyucu” kimliğinizin altını çizerek
sorduk.
Ergenekon ve Balyoz sürecinde Baransu’nun getirdiği belgeler can
alıcıydı. Ama can alıcı olanlar dışında bence 5N 1K temel
prensibinin ihlal edildiği çok sayıda haber oldu. Basının
içindekiler olaya daha hakim, ben o donanıma sahip değilim ama
okumaya teşebbüs ettiğimde de "Anlayamıyorum" dediğim çok şey
oldu.
- Aklınıza gelen haberler neler?
Hatırlamıyorum. Ben haberden çok siyasi yorum ve bakış açısıyla
ilgileniyorum. Örneğin, Ahmet Altan’ın yazıları; gündemin özünü
yakalama kabiliyeti bence olağanüstü. Artı büyüleyici bir yazı
tarzı vardı. Yazdıkları doğru mu, değil mi tartışmasına girmek bile
çok zor. Ama yüzüne karşı da söyledim, "İktisat konusunda yazma.
Yazınca bilmediğin çok belli oluyor" diye.
‘Orhan Miroğlu, benim için acıklı
bir hikayedir’
- Bir parantez açsak: Geçtiğimiz hafta Koç ve Sabancı’ya
reklam uyarısında bulunan Star Genel Yayın Yönetmeni Mustafa
Karaalioğlu’nun “Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni”
başlıklı yazısını Ahmet Altan’ın kaleminden okumak sizce mümkün
müydü?
Mümkün değil. Birileri birilerine yaranma gayreti içindeler. Mesela
Orhan Miroğlu olayı... Tarihinde neler yazdı ve gazete içinde nasıl
bir iddiayla ortaya çıktı, şimdi de kendini Star’da buldu. İnsanlar
önlerine hedef koyuyorlar ve buna uygun hareket ediyorlar.
- Miroğlu tartışmasını siz nasıl izlediniz?
Tüylerim ürpererek. Olsa olsa maddi bir sıkıntı içinde
olabileceğini düşündüm. Geçmişi hakikaten çok ilginç, yaşadıkları
ve bunlara karşı verdiği mücadele çok değerli bir isimdi ama
direnemedi. Altanları PKK ile ilişkilendirme noktasına gelmesini
üzücü buluyorum. Buna sadece maddi sıkıntı veya hastalık sebep
vermiş olabilir. Miroğlu, benim için acıklı bir hikayedir. Ama bu
onun tercihi.
- Aydınlık geçmişi olan biri olarak, Halil Berktay’ın
başlattığı "1 Mayıs 1977 katliamından solcular sorumluydu"
tartışmasında Taraf’ın taraflara zamanında eş mesafeyle
yaklaşmamasını siz nasıl izlediniz?
Bence taraflara eş yaklaşıldı. Berktay’ın iddiasına karşı Dev-Genç
lideri Celalettin Can’ın yazısı yayımlandı. Bence kendisi de
Halil’in iddialarını doğruladı. Cebinde tabancayla geldiğini,
etrafa kurşun sıktığını söyledi.
- O gün solcuların üzerinde hafif silahların olduğu pek çok
isim tarafından söylendi, ancak katliamı başlatanın Sular
İdaresi’nden ateşlenen ağır silah olduğu görüşünü de not düşelim.
Taraf’ın editoryal açıdan diğer tarafa koyduğu mesafe Alper Görmüş
tarafından da eleştirildi.
Halil Berktay’ın bir iddiası var, hiçbir konuyu bırakmıyor,
hafızası da tanıdığım kadarıyla çok güçlü. Karşı tarafta aksini
savunan insanların da iddialı olmaları ve Taraf’a yazıp
göndermeleri lazım. Gazete bunu engellemiyor. Bildiğim kadarıyla
kim ne gönderdiyse bastılar.
- Nabi Yağcı’nın "Taraf’ta farklı bir tarih yazılmaya
çalışılıyor" sözleri sizde soru işareti yaratmadı mı?
Hayır. Dediğim gibi hepsinin köşesi var. Keşke yazmaya devam
etselerdi. İnsanların karşıt görüşlere tahammülü olmalı. Örneğin,
Ahmet Altan, AKP’ye bindirirken Yıldıray Oğur da "Hayır, yaptıkları
iyi şeyleri görmüyorsunuz" dedi.
‘Balyoz davası benim gözümde
çöktü’
- "Ergenekon ve Balyoz davalarına ilişkin bazı kişiler
hakkında yargısız infaz yapıldı, görmezden mi geliyorsunuz"
diyenlere ne dersiniz?
Mehmet Baransu, Feyyaz Öğütçü’ydü sanıyorum, onun ailesiyle
görüştü; Dursun Çiçek’in hukukçu kızı İrem Çiçek, Taraf’a yazdı.
Ama, evet, hatalar yapıldı. Örneğin, Balyoz davası benim gözümde
çöktü. Çünkü çok temel bir hata yapıldı, Doğan Akın da yazdı,
delilleri sorgulama aşaması atlandı. Bu hukukta yapılabilecek en
büyük hata, bir hukuk katli.
Ama yalnız bu davada mı böyle oldu? Türkiye, cumhuriyet
kurulduğundan beri aynı hataları yapıyor. 1960 darbesinden sonra
yargılanan insanlara da, bugün ismini bilmediğimiz, 9 yıldır
yargılanmadan cezaevinde PKK’lı olduğu iddia edildiği için tutuklu
bulunan insanlara da yapıldı bu hatalar. Ama diğer yandan çok yavaş
da olsa bir gelişme olduğunu görüyoruz.
Hazal Özvarış/t24.com.tr