12 Ağu 2012 16:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:01

TAYYİP-EMİNE ERDOĞAN ÇİFTİ NASIL TANIŞTI?

Huzur Sokağı'nın yazarı Şule Yüksel Şenler Şenler, Tayyip-Emine Erdoğan çiftini nasıl bir araya getirdiğini anlattı.

atv’nin merakla beklenen dizisi Huzur Sokağı, Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından uyarlandı. 43 yılda 101 baskı yapan, 1 milyondan fazla satan romanın yazarı Şenler, İslami kadın hareketinin öncülerinden. Şenler romanını ve romanlara taş çıkaracak kendi hayat hikayesini anlattı.

Feyza ile Bilal’in aşkı bundan tam 43 yıl önce Huzur Sokağı’nda başladı. Bilal, dinine düşkün, iyi ahlakıyla bilinen üstelik yakışıklı bir üniversite öğrencisi; Beyza ise gelenekleriyle yaşayan mahalleye sonradan gelen, Bilal’in tam tersi bir hayat süren, güzel kızdı. Fakat farklı yaşam tarzları, aşklarına engel olamadı ama bu aşk tamamına da eremedi; hiç kavuşamadı Beyza ile Bilal. Öylesine güçlü, çarpıcı ve ibret dolu bir aşktı ki onlarınki, birçoklarına ilham oldu. O dönem doğan çocukların çoğuna Feyza ve Bilal ismi verildi çokça. Gazeteci Şule Yüksel Şenler’in 1969’da kaleme aldığı Huzur Sokağı adlı romandan bahsediyoruz. Huzur Sokağı, Şenler’in fenomen haline gelen ilk romanı. Sonrası başka romanlar, tiyatro oyunları, gazete yazıları... Ama Huzur Sokağı’nın yeri başka oldu. Bundan tam 43 yıl önce yazılan bu romanın kendi hikayesi çok ilginç. Literatüre ’Türkçe yazılmış ilk hidayet romanı’ olarak giren Huzur Sokağı, öylesine büyük bir ilgi gördü ki romanın popülaritesi günümüze kadar ulaştı. Kitap ilk kez Nur Yayınları tarafından basıldı. Resmi rakamlara göre 1986’ya kadar 100 bin sattı (Bu rakam çok az olabilir). 1986’da Timaş Yayınları’na geçti. Timaş Yayınları Genel Yayın yönetmeni Emine Eroğlu’nun verdiği bilgiye göre şu ana kadar olan satış rakamı 1 milyonun üzerinde... Yıl 2012 ve Huzur Sokağı’nın serüveni devam ediyor, atv yakında Huzur Sokağı’nı aynı adla ekrana taşımaya hazırlanıyor. Yani bir ilk yaşanacak, başrollerinde örtülü kadınların yer aldığı bir televizyon dizisi, ilk kez merkez medyada yer alacak. Romanın bugününe gelmeden, isterseniz biraz geçmişine bakalım, dedik ya Huzur Sokağı’nın da kendine ait bir hikayesi, serüveni var. Sadece bir aşk öyküsü değildi anlatılan, iki yaşam biçimi karşı karşıyaydı. İdeoloji vardı işin içinde yani. Belki dönemin hassasiyetlerine belki de ihtiyacına yanıt verdi Huzur Sokağı... Piyasaya çıktığında tabir uygunsa kıyametler koptu, roman birçok eve girmeyi başardı. O kadar sözü edildi, o kadar çok ilgi gördü ki Huzur Sokağı, Birleşen Yollar adıyla Yücel Çakmaklı’nın yönetiminde sinemaya uyarlandı. Üstelik başrollerde gönüllerin sevgilisi Türkan Şoray ve İzzet Günay vardı. Bu film de bir ilk oldu. Sonrasında ’hidayete erme’ Türk sinemasının sık kullandığı temalarından biri oldu. Bu furya, neredeyse 90’lara kadar hızını kaybetmeden sürdü, onlarca film çekildi. Hatta bu tarzın bir de adı oldu Milli sinema akımı. Günümüzde Huzur Sokağı’nın hikayesi devam ediyor hâlâ...

İSLAMİ KADIN HAREKETİ ÖNCÜSÜ
Peki yaratıcısı Şule Yüksel Şenler nerede, nasıl yaşıyor? O da aynı ilk romanı gibi hayatına ve mücadelesine devam ediyor, kendi ifadesiyle, "İlk günkü gibi şevkle," elbette sağlığı müsaade ettiği sürece... Dilerseniz Huzur Sokağı adlı romanı burada bırakalım. Çünkü meraklısı okumuştur, bilmeyen de yakında atv ekranında tanışacak onunla. Biz Şule Yüksel Şenler’e dönelim, 1938 doğumlu Şule Yüksel Şenler İslami kadın hareketi açısından çok önemli bir isim. Şenler’in kadınlar üzerindeki etkisi gerçekten büyük olur. Kendi ifadesine göre onu dinlemeye gelen kadınlar başı açık girdikleri salonlardan örtülü çıkar. 1968’de Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yaptığı konuşma, İslami kadın hareketi açısından bir milad sayılır. Bugün yazan, çizen tesettürlü kadınların çoğunun ’Şule Abla’sıdır o. Seveni de çok Şenler’in, sevmeyeni de. O kimileri için çığır açan bir kadın onun gibi düşünmeyenler içinse istenmeyen kişi. Modern usullerle yaşayan bir ailede büyüyen Şenler, ağabeyi Özen Şenler’in yönlendirmesiyle gençlik yıllarında tesettürlü bir hayatı seçer. Sonrasında da kendini, tüm hayatını ’davası’na adar... Bir davaya adanmak başka bir hayat, romanlara taş çıkartan bir hayat getirir ona, üstelik en zorlusundan...

ÖĞRENMEKTEN HİÇ VAZGEÇMEZ
Eğitimini annesinin hastalığı nedeniyle ortaokulda bırakmak zorunda kalır. Ama öğrenmekten hiç vazgeçmez, her bulduğunu okumaya bir süre sonra da yazmaya başlar. Bu sayede onun döneminde yazıp çizebilen birkaç kadın gazeteciden biri olur. Ama gazetecilik tek uğraşı olmaz; romanlar, tiyatro oyunları, senaryolar da yazar Şenler. Yazıları o kadar etkilidir ki, insanlar onun erkek olduğunu düşünür. Bu arada şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak, konferanslar vererek kadınları tesettürlü yaşama davet eder, çok da başarılı olur. O konuşma yapacağı zaman salonlar dolar taşar. Kadınların hayatına fırtına gibi girer Şule Yüksel Şenler. Öylesine popüler olur ki onu tanımayan kalmaz.

ŞULEBAŞ’IN MUCİDİ
Kentli geçmişi, gelişmiş estetik duruşu giysilerine yansır. Konferanslarda modelini kendi çizdiği kıyafetler giyer. Çok farklı başörtüsü modelleri hazırlar, bunlardan biri de onun adıyla anılan ’Şulebaş’ tarzı olur. Şulebaş’ın nasıl ortaya çıktığını geçtiğimiz yıllarda Aktüel dergisine verdiği röportajda anlatıyor Şenler: "Bunun siyasi bir tarafı yoktu. Rüzgarda saçım açılmasın diye örtümü arkadan bağlama ihtiyacı hissettim. Bunu da kendime göre bir stile soktum. Hatta Avrupa mankenlerinin dergilerdeki fotoğraflarında şapkalarının yerine başörtüsü yerleştirerek yeni tarzlar oluşturmaya çalışıyordum. Bu yaptığım çalışmaları daha sonra hayata geçiriyor, konferanslarıma bu kıyafetlerle gidiyordum. Bu da bayanlar tarafından büyük bir hayranlıkla kabul ediliyordu. Daha sonra Avrupa mecmualarında başörtüye benzer tarzda kıyafetler de gördük. Türkiye’deki bu moda oraya da sirayet etti."

FEYZA KARAKTERİNDE BENDEN İZLER VAR

- Huzur Sokağı’nı yazarken sizi motive eden neydi?
- Huzur Sokağı’nın çok uzun bir mazisi var. Ben daha tesettürlü değilken, asri bir genç kızken Şule mecmuası vardı. Ağabeyim de hidayete ermiş, bizden çok farklı yaşayan gül yüzlü biriydi. O bana Şule’yi getiriyordu, belki ben hidayete ererim diye. Hakikaten de mecmuayı okuyunca çok duygulanıyordum. İnsanın kalbini titreten tebliğler okuyordum. Bu beni bayağı sarıp sarmaladı. Bu mecmuaya bir kısa roman ya da hikaye yazıp göndereyim dedim. Hemen kurgusu beynimde canlandı. Ağabeyime böyle bir şey yazmak istediğimi söyledim, çok sevindi. Fakat mecmua maddi nedenlerle sekizinci sayıda kapandı.

- Ne zaman roman haline getirdiniz Huzur Sokağı’nı?
- Yönetmen Yücel Hekimoğlu, ağabeyim vasıtasıyla benden bir senaryo istedi. Ben genç kızken İslami filmleri seyrederdim. Gözyaşlarına boğulurdum ama günümüzde böyle şeyler olmaz artık derdim. Onlar Hz. Fatma’lı falan gibi bir konu istiyordu. Dedim ki güncel olmalı yoksa tesirli olmaz. Yazdım, ağabeyim senaryoyu teslim edince Yücel Hekimoğlu şöyle demiş: ’Bu kadar güzel duygularla yazılmış bir senaryoyu filme çekip yazık etmek istemem, yapamam. Bunu benden kurtarın.’ Sonra Mehmet Şevki Eygi bunu duyunca ağabeyime; ’Şule Hanım bunu roman yapsın, biz de gazetede tefrika edelim,’ demiş. Öyle yaptık, gazetenin tirajını artırdı. Romanı iki cilt olarak yazdım. İlkini yazdıktan sonra cezaevine girdim, orada yazdırmadılar. Çıkınca ikinci cildini yazdım. Sonra filme çekildi (Birleşen Yollar). Türkan Şoray’la birlikte çalıştık. Senaryo hep benim kontrolümdeydi. Şimdi de dizi oluyor, yapımcılar geldiler, konuştuk içime sindi.

- Karakterleri nasıl yarattınız?
- Feyza karakterini yazarken kendimden esinlendim. Açık bir genç kız, neşeli. Bilal için de ağabeyimden ilham aldım. Çünkü çevremden bildiğim en iyi Müslüman ağabeyimdi. Kitabı çok iyi niyetle yazdım. Allah rızası için bir şey yapmak istedim ve bu romanı insanlara hizmet duygusuyla yazdım. Hep dua ettim, dedim ki: ’Allah’ım bu kitap öyle çok okunsun ki bu hakikatler başka hidayetlere vesile olsun ve ben de bunu göreyim. Ve herkes okudu bu kitabı, uzun saçlı, küpeli çocukların bile elinde gördüm.

MÜSLÜMANLARIN NEDEN SİNEMASI, TİYATROSU YOK?
Şule Yüksel Şenler, Huzur Sokağı’nı yazarak cesaretini ortaya koydu. Çünkü Müslümanlar özellikle romana karşı çok önyargılıydı. Şenler onlara İslami romanın olabileceğini gösterdi. Aydınlama, maneviyat için sanatın çok gerekli olduğunu düşünüyordu: "Ben hep konferanslarda şunu söylerdim: ’Müslümanların sineması, tiyatrosu yok! Halkımızın iç rahatlığıyla gideceği, sağlam fikirli, mazbut oyunların sergileneceği salonlarımız neden olmasın? Neden bizim filmlerimiz olmasın? Hep böyle feryat ederdim." Tiyatro oyunları yazdığını da söylüyor Şenler. Yazdığı ilk oyunun öyküsü de ilginç: "İlk eşim benden bir tiyatro oyunu yazmamı istedi. Deneyimim yoktu ama kendime güveniyordum, yazdım. Adı Esrarlı Kız. Çok enteresan bir çalışmaydı, insanlarda manevi bir uyanış yaratsın istedim. Oyun boyunca kız görünmedi, sadece varlığı hissedildi."

TAYYİP BEY İLE EMİNE’Yİ BEN TANIŞTIRDIM
Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Hanım’ın tanışıp evlenmesine vesile olan Şenler bu tanışmayı şöyle anlatıyor: "Benim en hızlı çalıştığım zamanlarda Emine 17 yaşındaydı. Açıktı geldiğinde. Benim konuşmalarımı dinliyor ve çok etkileniyor, kendisi hep böyle anlatır. Ağabeyi sürekli örtünmesini tavsiye ediyor ama Emine kabul etmiyor. Fakat beni görünce: ’Örtünürsem böyle örtünürüm,’ diyor. Hep geleneksel örtüyü görmüş o ana kadar... Tayyip Bey o zamanlar Erbakan döneminde gençlik kolları başkanıydı. 25-27 yaşlarında falan. Ben de İdealist Hanımlar Derneği’ni kurmuştum. Onlar da benim çevremde dönüp dolaşıyor, yardım ediyorlar.

EMİNE AĞLAMAYA BAŞLADI
O zamanlar Erbakan günleri hazırlanırdı, büyük salonlarda. Ben de davetliydim, Üsküdar’da oturuyorum. Emine’nin annesinden izin aldım: ’Benimle gelebilir mi, yalnız gitmeyeyim,’ dedim. ’Sizinle olduktan sonra isterseniz dünyanın öteki ucuna götürün,’ diye cevap verdi bana. Emine ile toplantıya birlikte gittik. Harem, selamlık oturuluyor, bir de podyum var. Biz önde oturuyoruz. Program başladı, birkaç kişi konuşma yaptı. Emine’ye soruyorum; ’Güzel konuşma değil mi?’ diye fikirlerimizi birbirimize söylüyoruz. Sonra Tayyip bey çıktı, birkaç şiir okudu. Ben tanıyorum, ama Emine onu tanımıyor. Yine sordum Emine’ye: ’Tayyip nasıldı?’ diye... Emine’nin başı önünde, yüzü kıpkırmızı, gözlerini aşağıya indirmiş, hiç ses yok. ’Noldu?’ diye soruyorum; ’Bir şey yok abla,’ diyor. Tayyip Bey katiyen hanımlara bakmaz, ama bu sefer arada gözü bizim tarafa kaçıyor. Bana bakar ben ablasıyım, ama yanımdakine bakıyor. Gözü kaçıyor, ben bunu fark ettim. Neticede artık program bitti, gidiyoruz. Tayyip Bey: ’Şule Abla bir dakikanızı alabilir miyim?’ dedi. Bana bir şeyler sordu ama şimdi hatırlamıyorum. Oradan ayrıldık, vapura bindik, güverteye oturduk, Emine hâlâ suskun. ’Emine sana bir şey sormak istiyorum, neden Tayyip’le ilgili bir şey sorduğumda cevap vermiyorsun, neden yüzün hâlâ kıpkırmızı?’ dedim. Başladı ağlamaya: ’Abla sana bir şey söyleyeceğim ama inanmazsın, dün gece bir rüya gördüm, her yer karanlıktı ama uzun cübbeli bir zat, beyaz sarıklı, bembeyaz sakallı biri bana parmağını uzatıp: ’İşte sen bununla evleneceksin,’ dedi. Gösterdiği yerde bir erkek krem rengi takım elbise giymişti, bana üç kez gösterdi abla, oydu,’ dedi. O gün Tayyip Bey de beyaz bir takım giymişti. Sonra da evlendiler zaten."

CEZAEVİ GÜNLERİ ÇOK ZORDU
Şenler dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a ’Açık mektup’ adlı bir seri yazı yazınca yargılandı ve hapis cezası aldı. Sonrasında affedilmesi gündeme geldiğinde: "O ne demek? Suçlular, kabahati olanlar affedilir. Ben neden affedileyim?" diyecek kadar da gözükara ve kendinden emin. Şenler dokuz aydan fazla cezaevinde kaldı. O günleri şöyle anlatıyor Şenler: "Birçok milletvekili ve bakan beni kaçırmayı, saklamayı teklif etti, hiçbirini kabul etmedim. Dedim ki: ’Eğer bir yazar idealist, dava insanı ise onun gereğini yapmalıdır. Kanunlara ters düşmemelidir. Sonu idam da olsa davamızdan dönmeyiz. Bu millet kime güvenecek’ Şevket Eygi ilk İslami gazete olan Bugün gazetesinin sahibiydi. O süreçte o yurtdışına kaçmaz mı? O zaman ’Nerede kaldı verdiğimiz sözler,’ dedim. Ama onun cezası çoktu. Bazı basın organları ’Sıkmabaş Şule kaçıyor’ dedi ama kendi ayaklarımla cezaevine gittim."

SOLCU HAPİSHANE MÜDÜRÜNE GÜVENDİM
Şule Hanım uzun uzun düşünür cezaevi konusunu ve ilginç bir karar verir: "İstanbul’da yatmak istemedim. Bursa Cezaevi’nin müdürü hakkında iyi şeyler duymuştum. Adil bir yapısı olduğu söyleniyordu. İşin garibi adam solcu! Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşı. Sağlam karakterli biri. Ona telefon ettim. Kendisi de büyük bir teveccühle ’Bakın Şule Hanım biz aynı frekanstan değiliz, ancak burası siz hanımefendiye göre bir cezaevi değil, adi suçlular var burada,’ dedi. Ben ısrarla cezaevini gezmek ve mahkumlarla tanışmak istediğimi söyledim. Birlikte cezaevini gezdik. Dehşet! Ancak diğer cezaevlerinde kadınları bekleyen tehlikeler burada yoktu."

CEZAEVİNDE HASTALANDI
Cezaevi müdürü haklı çıkar, koşullar çok kötüdür gerçekten. Şenler’in yorgun bedeni çok fazla dayanamaz: "Cezaevinde küçücük bir yerde tam 32 kişi kalıyorduk. Kimi mahkumlar yerlerde yatıyordu. Akciğerlerimden rahatsızlandım. Hastaneye götürdüler, başımda jandarma bekliyor, tuvalete gittiğimde bile yanımdan ayrılmıyordu. ’Mahkum’ diye insanlar birbirlerine beni gösteriyordu. Herkes bana bir suç isnat ediyordu; hırsızlıktan zinaya kadar. Suratıma tükürüyorlardı. Bayılacak gibi oluyordum."

EVLİLİKLERİNDE MUTSUZ OLDU
Evliliklerini bile davası belirler, seçimlerini, onu anlayacak, engellemeyecek adaylardan yana kullanır. Yani kalbinin değil aklının fetvasına uyar. İki evlilik yapar, ikisi de boşanmayla sonuçlanır. İlk evliliğini tiyatro sanatçısı Abdullah Kars ile yapar. O kadınlar için mücadele eden, evlilik kurumunu sağlamlaştırmaya çalışan bir kadındır ama evliliğinde koca şiddetinden kaçamaz: "O sırada taliplerim çok ve ben evlenmiyorum. Yaşım bayağı kemale ermiş o zaman, 30’lu yaşlardayım. Ama ben bilhassa evlenmiyorum. Benimle yola çıkacak kimsenin, beni taşıyabilecek biri olması lazım. Ama hiç kimsenin mesleği buna uymuyor! Bu nedenle ben hepsini ret ediyorum. Abdullah bey tiyatro oyuncusu, ’Tamam, tam bana uygun,’ dedim. Ne tipi, ne şusu ne busu hiçbir şeyi beni alakadar etmedi. Beni davamda omuz omuza verelim o ilgilendiriyor. O tiyatro oynar, ben de gündüz konferans veririm diye düşündüm."

EŞİNDEN ŞİDDET GÖRDÜ
Evlendikten kısa bir süre sonra şiddet yaşamaya başlar Şule Hanım. O, arkasından binlerce kişiyi sürükleyen kadın çaresizlik hisseder: "Hiç sebep yok! Birden bire nasıl oluyor, nasıl ediyor anlamıyorum, gazapla bir şey çıkarıyor ve üzerime hücum ediyor. İlk dayağımı hiç unutmuyorum. Ama nasıl dövmek! Elinden kurtulamıyorum. Ve çok şaşkınım, nasıl olur böyle bir şey? Ben konferanslarımda, hem kadınlara hem erkeklere sabır tavsiye ederdim. Ben de söylediklerime ters düşmemek için sabır gösterdim. Şunu da söyleyeyim; boşanmak helaldir. Ama Allah’ın en az sevdiği helaldir."

SEVGİSİZ BİR HAYAT
"Ben eşlerime hiç âşık olmadım. Benim davamdan başka hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. Hiçbirini sevmiyordum. Sevgisiz bir hayat... Aşkı ben çok genç yaşta yaşadım. 14’ten 18 yaşıma kadar, platonik bir şeydi. Nişanla noktalanıyordu, söz kesildi fakat bozuldu. Ama bir ömür boyu bende kaldı. Halen de öyledir."