TAYYİP-EMİNE ERDOĞAN ÇİFTİ NASIL TANIŞTI?
Huzur Sokağı'nın yazarı Şule Yüksel Şenler Şenler, Tayyip-Emine Erdoğan çiftini nasıl bir araya getirdiğini anlattı.
atv’nin merakla beklenen dizisi Huzur Sokağı, Şule Yüksel Şenler’in aynı adlı romanından uyarlandı. 43 yılda 101 baskı yapan, 1 milyondan fazla satan romanın yazarı Şenler, İslami kadın hareketinin öncülerinden. Şenler romanını ve romanlara taş çıkaracak kendi hayat hikayesini anlattı.
Feyza ile Bilal’in aşkı bundan tam 43 yıl önce Huzur Sokağı’nda
başladı. Bilal, dinine düşkün, iyi ahlakıyla bilinen üstelik
yakışıklı bir üniversite öğrencisi; Beyza ise gelenekleriyle
yaşayan mahalleye sonradan gelen, Bilal’in tam tersi bir hayat
süren, güzel kızdı. Fakat farklı yaşam tarzları, aşklarına engel
olamadı ama bu aşk tamamına da eremedi; hiç kavuşamadı Beyza ile
Bilal. Öylesine güçlü, çarpıcı ve ibret dolu bir aşktı ki
onlarınki, birçoklarına ilham oldu. O dönem doğan çocukların çoğuna
Feyza ve Bilal ismi verildi çokça. Gazeteci Şule Yüksel Şenler’in
1969’da kaleme aldığı Huzur Sokağı adlı romandan bahsediyoruz.
Huzur Sokağı, Şenler’in fenomen haline gelen ilk romanı. Sonrası
başka romanlar, tiyatro oyunları, gazete yazıları... Ama Huzur
Sokağı’nın yeri başka oldu. Bundan tam 43 yıl önce yazılan bu
romanın kendi hikayesi çok ilginç. Literatüre ’Türkçe yazılmış ilk
hidayet romanı’ olarak giren Huzur Sokağı, öylesine büyük bir ilgi
gördü ki romanın popülaritesi günümüze kadar ulaştı. Kitap ilk kez
Nur Yayınları tarafından basıldı. Resmi rakamlara göre 1986’ya
kadar 100 bin sattı (Bu rakam çok az olabilir). 1986’da Timaş
Yayınları’na geçti. Timaş Yayınları Genel Yayın yönetmeni Emine
Eroğlu’nun verdiği bilgiye göre şu ana kadar olan satış rakamı 1
milyonun üzerinde... Yıl 2012 ve Huzur Sokağı’nın serüveni devam
ediyor, atv yakında Huzur Sokağı’nı aynı adla ekrana taşımaya
hazırlanıyor. Yani bir ilk yaşanacak, başrollerinde örtülü
kadınların yer aldığı bir televizyon dizisi, ilk kez merkez medyada
yer alacak. Romanın bugününe gelmeden, isterseniz biraz geçmişine
bakalım, dedik ya Huzur Sokağı’nın da kendine ait bir hikayesi,
serüveni var. Sadece bir aşk öyküsü değildi anlatılan, iki yaşam
biçimi karşı karşıyaydı. İdeoloji vardı işin içinde yani. Belki
dönemin hassasiyetlerine belki de ihtiyacına yanıt verdi Huzur
Sokağı... Piyasaya çıktığında tabir uygunsa kıyametler koptu, roman
birçok eve girmeyi başardı. O kadar sözü edildi, o kadar çok ilgi
gördü ki Huzur Sokağı, Birleşen Yollar adıyla Yücel Çakmaklı’nın
yönetiminde sinemaya uyarlandı. Üstelik başrollerde gönüllerin
sevgilisi Türkan Şoray ve İzzet Günay vardı. Bu film de bir ilk
oldu. Sonrasında ’hidayete erme’ Türk sinemasının sık kullandığı
temalarından biri oldu. Bu furya, neredeyse 90’lara kadar hızını
kaybetmeden sürdü, onlarca film çekildi. Hatta bu tarzın bir de adı
oldu Milli sinema akımı. Günümüzde Huzur Sokağı’nın hikayesi devam
ediyor hâlâ...
İSLAMİ KADIN HAREKETİ ÖNCÜSÜ
Peki yaratıcısı Şule Yüksel Şenler nerede, nasıl yaşıyor? O da aynı
ilk romanı gibi hayatına ve mücadelesine devam ediyor, kendi
ifadesiyle, "İlk günkü gibi şevkle," elbette sağlığı müsaade ettiği
sürece... Dilerseniz Huzur Sokağı adlı romanı burada bırakalım.
Çünkü meraklısı okumuştur, bilmeyen de yakında atv ekranında
tanışacak onunla. Biz Şule Yüksel Şenler’e dönelim, 1938 doğumlu
Şule Yüksel Şenler İslami kadın hareketi açısından çok önemli bir
isim. Şenler’in kadınlar üzerindeki etkisi gerçekten büyük olur.
Kendi ifadesine göre onu dinlemeye gelen kadınlar başı açık
girdikleri salonlardan örtülü çıkar. 1968’de Ankara’da Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi’nde yaptığı konuşma, İslami kadın hareketi
açısından bir milad sayılır. Bugün yazan, çizen tesettürlü
kadınların çoğunun ’Şule Abla’sıdır o. Seveni de çok Şenler’in,
sevmeyeni de. O kimileri için çığır açan bir kadın onun gibi
düşünmeyenler içinse istenmeyen kişi. Modern usullerle yaşayan bir
ailede büyüyen Şenler, ağabeyi Özen Şenler’in yönlendirmesiyle
gençlik yıllarında tesettürlü bir hayatı seçer. Sonrasında da
kendini, tüm hayatını ’davası’na adar... Bir davaya adanmak başka
bir hayat, romanlara taş çıkartan bir hayat getirir ona, üstelik en
zorlusundan...
ÖĞRENMEKTEN HİÇ VAZGEÇMEZ
Eğitimini annesinin hastalığı nedeniyle ortaokulda bırakmak zorunda
kalır. Ama öğrenmekten hiç vazgeçmez, her bulduğunu okumaya bir
süre sonra da yazmaya başlar. Bu sayede onun döneminde yazıp
çizebilen birkaç kadın gazeteciden biri olur. Ama gazetecilik tek
uğraşı olmaz; romanlar, tiyatro oyunları, senaryolar da yazar
Şenler. Yazıları o kadar etkilidir ki, insanlar onun erkek olduğunu
düşünür. Bu arada şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak,
konferanslar vererek kadınları tesettürlü yaşama davet eder, çok da
başarılı olur. O konuşma yapacağı zaman salonlar dolar taşar.
Kadınların hayatına fırtına gibi girer Şule Yüksel Şenler. Öylesine
popüler olur ki onu tanımayan kalmaz.
ŞULEBAŞ’IN MUCİDİ
Kentli geçmişi, gelişmiş estetik duruşu giysilerine yansır.
Konferanslarda modelini kendi çizdiği kıyafetler giyer. Çok farklı
başörtüsü modelleri hazırlar, bunlardan biri de onun adıyla anılan
’Şulebaş’ tarzı olur. Şulebaş’ın nasıl ortaya çıktığını geçtiğimiz
yıllarda Aktüel dergisine verdiği röportajda anlatıyor Şenler:
"Bunun siyasi bir tarafı yoktu. Rüzgarda saçım açılmasın diye
örtümü arkadan bağlama ihtiyacı hissettim. Bunu da kendime göre bir
stile soktum. Hatta Avrupa mankenlerinin dergilerdeki
fotoğraflarında şapkalarının yerine başörtüsü yerleştirerek yeni
tarzlar oluşturmaya çalışıyordum. Bu yaptığım çalışmaları daha
sonra hayata geçiriyor, konferanslarıma bu kıyafetlerle gidiyordum.
Bu da bayanlar tarafından büyük bir hayranlıkla kabul ediliyordu.
Daha sonra Avrupa mecmualarında başörtüye benzer tarzda kıyafetler
de gördük. Türkiye’deki bu moda oraya da sirayet etti."
FEYZA KARAKTERİNDE BENDEN İZLER VAR
- Huzur Sokağı’nı yazarken sizi motive eden neydi?
-
Huzur Sokağı’nın çok uzun bir mazisi var. Ben daha tesettürlü
değilken, asri bir genç kızken Şule mecmuası vardı. Ağabeyim de
hidayete ermiş, bizden çok farklı yaşayan gül yüzlü biriydi. O bana
Şule’yi getiriyordu, belki ben hidayete ererim diye. Hakikaten de
mecmuayı okuyunca çok duygulanıyordum. İnsanın kalbini titreten
tebliğler okuyordum. Bu beni bayağı sarıp sarmaladı. Bu mecmuaya
bir kısa roman ya da hikaye yazıp göndereyim dedim. Hemen kurgusu
beynimde canlandı. Ağabeyime böyle bir şey yazmak istediğimi
söyledim, çok sevindi. Fakat mecmua maddi nedenlerle sekizinci
sayıda kapandı.
- Ne zaman roman haline getirdiniz Huzur
Sokağı’nı?
- Yönetmen Yücel Hekimoğlu, ağabeyim vasıtasıyla benden bir senaryo
istedi. Ben genç kızken İslami filmleri seyrederdim. Gözyaşlarına
boğulurdum ama günümüzde böyle şeyler olmaz artık derdim. Onlar Hz.
Fatma’lı falan gibi bir konu istiyordu. Dedim ki güncel olmalı
yoksa tesirli olmaz. Yazdım, ağabeyim senaryoyu teslim edince Yücel
Hekimoğlu şöyle demiş: ’Bu kadar güzel duygularla yazılmış bir
senaryoyu filme çekip yazık etmek istemem, yapamam. Bunu benden
kurtarın.’ Sonra Mehmet Şevki Eygi bunu duyunca ağabeyime; ’Şule
Hanım bunu roman yapsın, biz de gazetede tefrika edelim,’ demiş.
Öyle yaptık, gazetenin tirajını artırdı. Romanı iki cilt olarak
yazdım. İlkini yazdıktan sonra cezaevine girdim, orada
yazdırmadılar. Çıkınca ikinci cildini yazdım. Sonra filme çekildi
(Birleşen Yollar). Türkan Şoray’la birlikte çalıştık. Senaryo hep
benim kontrolümdeydi. Şimdi de dizi oluyor, yapımcılar geldiler,
konuştuk içime sindi.
- Karakterleri nasıl yarattınız?
- Feyza karakterini yazarken kendimden esinlendim. Açık bir genç
kız, neşeli. Bilal için de ağabeyimden ilham aldım. Çünkü çevremden
bildiğim en iyi Müslüman ağabeyimdi. Kitabı çok iyi niyetle yazdım.
Allah rızası için bir şey yapmak istedim ve bu romanı insanlara
hizmet duygusuyla yazdım. Hep dua ettim, dedim ki: ’Allah’ım bu
kitap öyle çok okunsun ki bu hakikatler başka hidayetlere vesile
olsun ve ben de bunu göreyim. Ve herkes okudu bu kitabı, uzun
saçlı, küpeli çocukların bile elinde gördüm.
MÜSLÜMANLARIN NEDEN SİNEMASI, TİYATROSU YOK?
Şule Yüksel Şenler, Huzur Sokağı’nı yazarak cesaretini ortaya
koydu. Çünkü Müslümanlar özellikle romana karşı çok önyargılıydı.
Şenler onlara İslami romanın olabileceğini gösterdi. Aydınlama,
maneviyat için sanatın çok gerekli olduğunu düşünüyordu: "Ben hep
konferanslarda şunu söylerdim: ’Müslümanların sineması, tiyatrosu
yok! Halkımızın iç rahatlığıyla gideceği, sağlam fikirli, mazbut
oyunların sergileneceği salonlarımız neden olmasın? Neden bizim
filmlerimiz olmasın? Hep böyle feryat ederdim." Tiyatro oyunları
yazdığını da söylüyor Şenler. Yazdığı ilk oyunun öyküsü de ilginç:
"İlk eşim benden bir tiyatro oyunu yazmamı istedi. Deneyimim yoktu
ama kendime güveniyordum, yazdım. Adı Esrarlı Kız. Çok enteresan
bir çalışmaydı, insanlarda manevi bir uyanış yaratsın istedim. Oyun
boyunca kız görünmedi, sadece varlığı hissedildi."
TAYYİP BEY İLE EMİNE’Yİ BEN TANIŞTIRDIM
Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Hanım’ın tanışıp evlenmesine
vesile olan Şenler bu tanışmayı şöyle anlatıyor: "Benim en hızlı
çalıştığım zamanlarda Emine 17 yaşındaydı. Açıktı geldiğinde. Benim
konuşmalarımı dinliyor ve çok etkileniyor, kendisi hep böyle
anlatır. Ağabeyi sürekli örtünmesini tavsiye ediyor ama Emine kabul
etmiyor. Fakat beni görünce: ’Örtünürsem böyle örtünürüm,’ diyor.
Hep geleneksel örtüyü görmüş o ana kadar... Tayyip Bey o zamanlar
Erbakan döneminde gençlik kolları başkanıydı. 25-27 yaşlarında
falan. Ben de İdealist Hanımlar Derneği’ni kurmuştum. Onlar da
benim çevremde dönüp dolaşıyor, yardım ediyorlar.
EMİNE AĞLAMAYA BAŞLADI
O zamanlar Erbakan
günleri hazırlanırdı, büyük salonlarda. Ben de davetliydim,
Üsküdar’da oturuyorum. Emine’nin annesinden izin aldım: ’Benimle
gelebilir mi, yalnız gitmeyeyim,’ dedim. ’Sizinle olduktan sonra
isterseniz dünyanın öteki ucuna götürün,’ diye cevap verdi bana.
Emine ile toplantıya birlikte gittik. Harem, selamlık oturuluyor,
bir de podyum var. Biz önde oturuyoruz. Program başladı, birkaç
kişi konuşma yaptı. Emine’ye soruyorum; ’Güzel konuşma değil mi?’
diye fikirlerimizi birbirimize söylüyoruz. Sonra Tayyip bey çıktı,
birkaç şiir okudu. Ben tanıyorum, ama Emine onu tanımıyor. Yine
sordum Emine’ye: ’Tayyip nasıldı?’ diye... Emine’nin başı önünde,
yüzü kıpkırmızı, gözlerini aşağıya indirmiş, hiç ses yok. ’Noldu?’
diye soruyorum; ’Bir şey yok abla,’ diyor. Tayyip Bey katiyen
hanımlara bakmaz, ama bu sefer arada gözü bizim tarafa kaçıyor.
Bana bakar ben ablasıyım, ama yanımdakine bakıyor. Gözü kaçıyor,
ben bunu fark ettim. Neticede artık program bitti, gidiyoruz.
Tayyip Bey: ’Şule Abla bir dakikanızı alabilir miyim?’ dedi. Bana
bir şeyler sordu ama şimdi hatırlamıyorum. Oradan ayrıldık, vapura
bindik, güverteye oturduk, Emine hâlâ suskun. ’Emine sana bir şey
sormak istiyorum, neden Tayyip’le ilgili bir şey sorduğumda cevap
vermiyorsun, neden yüzün hâlâ kıpkırmızı?’ dedim. Başladı ağlamaya:
’Abla sana bir şey söyleyeceğim ama inanmazsın, dün gece bir rüya
gördüm, her yer karanlıktı ama uzun cübbeli bir zat, beyaz sarıklı,
bembeyaz sakallı biri bana parmağını uzatıp: ’İşte sen bununla
evleneceksin,’ dedi. Gösterdiği yerde bir erkek krem rengi takım
elbise giymişti, bana üç kez gösterdi abla, oydu,’ dedi. O gün
Tayyip Bey de beyaz bir takım giymişti. Sonra da evlendiler
zaten."
CEZAEVİ GÜNLERİ ÇOK ZORDU
Şenler dönemin
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a ’Açık mektup’ adlı bir seri yazı
yazınca yargılandı ve hapis cezası aldı. Sonrasında affedilmesi
gündeme geldiğinde: "O ne demek? Suçlular, kabahati olanlar
affedilir. Ben neden affedileyim?" diyecek kadar da gözükara ve
kendinden emin. Şenler dokuz aydan fazla cezaevinde kaldı. O
günleri şöyle anlatıyor Şenler: "Birçok milletvekili ve bakan beni
kaçırmayı, saklamayı teklif etti, hiçbirini kabul etmedim. Dedim
ki: ’Eğer bir yazar idealist, dava insanı ise onun gereğini
yapmalıdır. Kanunlara ters düşmemelidir. Sonu idam da olsa
davamızdan dönmeyiz. Bu millet kime güvenecek’ Şevket Eygi ilk
İslami gazete olan Bugün gazetesinin sahibiydi. O süreçte o
yurtdışına kaçmaz mı? O zaman ’Nerede kaldı verdiğimiz sözler,’
dedim. Ama onun cezası çoktu. Bazı basın organları ’Sıkmabaş Şule
kaçıyor’ dedi ama kendi ayaklarımla cezaevine gittim."
SOLCU HAPİSHANE MÜDÜRÜNE GÜVENDİM
Şule Hanım uzun uzun düşünür cezaevi konusunu ve ilginç bir karar
verir: "İstanbul’da yatmak istemedim. Bursa Cezaevi’nin müdürü
hakkında iyi şeyler duymuştum. Adil bir yapısı olduğu söyleniyordu.
İşin garibi adam solcu! Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşı. Sağlam
karakterli biri. Ona telefon ettim. Kendisi de büyük bir teveccühle
’Bakın Şule Hanım biz aynı frekanstan değiliz, ancak burası siz
hanımefendiye göre bir cezaevi değil, adi suçlular var burada,’
dedi. Ben ısrarla cezaevini gezmek ve mahkumlarla tanışmak
istediğimi söyledim. Birlikte cezaevini gezdik. Dehşet! Ancak diğer
cezaevlerinde kadınları bekleyen tehlikeler burada yoktu."
CEZAEVİNDE HASTALANDI
Cezaevi müdürü haklı çıkar, koşullar çok kötüdür gerçekten.
Şenler’in yorgun bedeni çok fazla dayanamaz: "Cezaevinde küçücük
bir yerde tam 32 kişi kalıyorduk. Kimi mahkumlar yerlerde
yatıyordu. Akciğerlerimden rahatsızlandım. Hastaneye götürdüler,
başımda jandarma bekliyor, tuvalete gittiğimde bile yanımdan
ayrılmıyordu. ’Mahkum’ diye insanlar birbirlerine beni
gösteriyordu. Herkes bana bir suç isnat ediyordu; hırsızlıktan
zinaya kadar. Suratıma tükürüyorlardı. Bayılacak gibi
oluyordum."
EVLİLİKLERİNDE MUTSUZ OLDU
Evliliklerini bile davası belirler, seçimlerini, onu anlayacak,
engellemeyecek adaylardan yana kullanır. Yani kalbinin değil
aklının fetvasına uyar. İki evlilik yapar, ikisi de boşanmayla
sonuçlanır. İlk evliliğini tiyatro sanatçısı Abdullah Kars ile
yapar. O kadınlar için mücadele eden, evlilik kurumunu
sağlamlaştırmaya çalışan bir kadındır ama evliliğinde koca
şiddetinden kaçamaz: "O sırada taliplerim çok ve ben evlenmiyorum.
Yaşım bayağı kemale ermiş o zaman, 30’lu yaşlardayım. Ama ben
bilhassa evlenmiyorum. Benimle yola çıkacak kimsenin, beni
taşıyabilecek biri olması lazım. Ama hiç kimsenin mesleği buna
uymuyor! Bu nedenle ben hepsini ret ediyorum. Abdullah bey tiyatro
oyuncusu, ’Tamam, tam bana uygun,’ dedim. Ne tipi, ne şusu ne busu
hiçbir şeyi beni alakadar etmedi. Beni davamda omuz omuza verelim o
ilgilendiriyor. O tiyatro oynar, ben de gündüz konferans veririm
diye düşündüm."
EŞİNDEN ŞİDDET GÖRDÜ
Evlendikten kısa bir süre sonra şiddet yaşamaya başlar Şule Hanım.
O, arkasından binlerce kişiyi sürükleyen kadın çaresizlik hisseder:
"Hiç sebep yok! Birden bire nasıl oluyor, nasıl ediyor anlamıyorum,
gazapla bir şey çıkarıyor ve üzerime hücum ediyor. İlk dayağımı hiç
unutmuyorum. Ama nasıl dövmek! Elinden kurtulamıyorum. Ve çok
şaşkınım, nasıl olur böyle bir şey? Ben konferanslarımda, hem
kadınlara hem erkeklere sabır tavsiye ederdim. Ben de
söylediklerime ters düşmemek için sabır gösterdim. Şunu da
söyleyeyim; boşanmak helaldir. Ama Allah’ın en az sevdiği
helaldir."
SEVGİSİZ BİR HAYAT
"Ben eşlerime hiç âşık olmadım. Benim davamdan başka hiçbir şeyi
gözüm görmüyordu. Hiçbirini sevmiyordum. Sevgisiz bir hayat... Aşkı
ben çok genç yaşta yaşadım. 14’ten 18 yaşıma kadar, platonik bir
şeydi. Nişanla noktalanıyordu, söz kesildi fakat bozuldu. Ama bir
ömür boyu bende kaldı. Halen de öyledir."