08 Mayıs 2013 13:48 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:09

TAYYİP BEY'E HAKSIZLIK YAPTIK, O MUHTEŞEM BİR BAŞBAKAN!

Sabah ve ATV'nin eski patronu Dinç Bilgin, 28 Şubat döneminde gizli kalmış gerçekleri anlatıyor. Bakın Bilgin hangi sırları ortaya döktü...

Dün ilk bölümü yayınlanan röportajda çarpıcı açıklamalarda bulunan Bilgin, bugün de 28 Şubat sürecinde her medya patronunun bir paşası olduğunu dile getirdi.

Aydın Doğan ile çekişmesinden, Etibank’ı hortumladığı suçlamasına, cezaevindeki günlerinden, askerlerin 28 Şubat’taki rolüne kadar pek çok şeyi açıklığa kavuşturan Bilgin, röportajın sonunda Başbakan Erdoğan’a haksızlık yaptıklarını itiraf etti ve ekledi: "Tayyip, muhteşem bir başbakan. Şu an partisinin ve Türkiye’nin 4-5 sene ilerisinde."

Türkiye gazetesinden Fatih Vural’ın gerçekleştirdiği Dinç Bilgin söyleşisi (7 Mayıs 2013) şöyle:

Ödediğiniz bedelleri düşününce, apolitik olmanız hata mıydı?

Tabii ki. Ben nasıl özensiz davrandıysam, bana da özensiz davranmaya başladılar.

En başta sizin adamlarınız mı?

Benim adamlarım da, diğerleri de. Sonuçta bedel ödedim. Bu bedeli ödediğim için de şikâyetçi değilim. İnsanın içi temizleniyor. Çok büyük hatalar yaptık. Buna engel olabilir miydim, şimdiki aklım olsaydı evet, ama o tarihte böyle bir aklım yoktu.

En büyük hatanız Zafer Mutlu muydu?

Zafer, çalıştığım insanlar içinde en akıllılardan. Onu daha iyi yönlendirebilirdim. Onun için kendimi kusurlu görüyorum. 73 yaşımda, ikinci sorumluları suçlamayı kendime yakıştıramam.

Yönetim kurulumuza asker soktuk

Refah Partisi’nin karşısında dururken, toplumun seçiminin karşısında durduğunuzu düşünmediniz mi?

Öyle değil. O zaman muhalif basın olmaz.

Ana akım medyanın göbeğinde kalarak mı?

Olsun. Bir de Refah Partisi, o dönemde ana akımın dışında bir parti görülüyordu.

Ordu, Refah Partisi’nin karşısında olmasaydı, siz de olur muydunuz?

Onu bilmiyorum. Emin değilim. Korkularla büyütülen bir basın, bir adam… İş o kadar kolay değildi. İşin başında gazeteydik!

Ne zaman gazete olmaktan çıktınız?

Bankacılık işi yapmaya başladığımızda, gazetecilik imkânımız kalmamıştı, 1998’de.

Apolitiğim diyorsunuz; ama bir askeri, Vural Beyazıt’ı Etibank’ın yönetim kuruluna alıyorsunuz. Tutarsızlık değil mi bu?

Çok doğru. Tutarsızlık tabii. Ondan sonra zaten tutarlı hiçbir şey yok!

Bir askerin yönetim kuruluna girmesini kim istedi?

Rahmetli Ercan Arıklı ve onun ahbabı olan Ceyda Erem vasıtasıyla geldi. Ben de orada tanıdım adamı.

28 Şubat’ta yönetim kurullarına asker almak zorunluluk haline mi gelmişti?

Aşağılıkça bir davranıştı. Savunulacak hiçbir yanı yok.

Ekonomiden anlıyorlar mıydı?

Hayır, hayır.

Ne yaparlardı yönetim kurullarında?

Öyle dururlardı.

İyi para verir miydiniz?

Bizim üyemiz para meraklısı değildi.

Paşayı hiç kullanmadık

28 Şubat’ın bir finans darbesi olduğunu düşünür müsünüz?

Bir garip ortam. Aydın Doğan’ın paşası var. Dinç Bilgin’in paşası var. Cavit Çağlar’ın paşası var.

Sizin paşalarınız kimdi?

Yönetim kuruluna aldığımız Vural Beyazıt.

İşlerinizi kolaylaştırdı mı?

Yoo, hiçbir iş yapmadı. Hiçbir işte de kullanmadık adamcağızı.

28 Şubat, sadece ordunun yaptığı bir müdahale miydi? Dışarıdan bir müdahale var mıydı?

Yalnız ordunun müdahalesi yoktu. Dışarıda da Refahyol iktidarına ters bakılıyordu. Beni o tarihlerde ilk ve son kez Bilderberg Toplantısı’na götürdüler, Atlanta’ya. Clinton, ABD Başkanı. Oradaki konuşmaların ana eksenindeki konulardan biri de Türkiye’ydi. Son derece ters bakıyorlardı. Erbakan’ın batı ittifakları dışında alternatif güç arayışlarına çok ters bakıyorlardı.

Etibank’ı hortumladınız mı?

Hayır. Hortumlamadığım da çıktı ortaya. Sonuçta alacaklı çıktım.

Hapiste ne kadar kaldınız?

11 ay.

Nasıl bir sorgulama yaşadınız içinizde?

Bunun ilk 3-4 ayını tek başıma geçirdim. Ağca’nın hücresinde. Onu oradan aldılar, yerini bana bıraktılar. Orada kitap okudum. Yaşadığım anı düşünmeyip, geçmişle hesaplaştım. Cavit Çağlar’la, Nail Keçili geldi sonra. Onların moralleri çok kötüydü. Bir süre sonra Cavit zaten hapishanenin hâkimi haline geldi. Bizim yanımızda kalmaz oldu. Ya doktorda, ya müdürün yanında. Sonra da hastaneye geçti. (Gülüyor)

Sivil hayata geçince?

Uzun süre kendimle hesaplaşma dönemi yaşadım.

En büyük yanlışınız?

Etibank’ı almak ve gazete patronluğundaki özensizliğim. Kontrolü kaybetmemeliydim. Sonra tembelleştim, zenginleştim. İtiraf edeyim, çok çalışkan birisi de değildim. Dalgacılığı severdim. Sonra fazla dalgacılık yapmaya başladım. Yazı işleri toplantılarına daha az gider oldum. Yanlış ve ayıp yaptığımız zaman gazetede, fena halde müdahale edip hatayı bastırırdım en başta. Sonra bastırmamaya başladım. Özensiz davrandık, insanların hayatlarını zorlaştırdık, haksız yere haber yaptık.

Mesela?

Bir sürü. Gazete her gün çıkıyor. Özel bir şey değil. Birisine özellikle fenalık yapmadık. Kendimle ilgili övüneceğim şey, talimat vererek, kimseye ne kötülük yaptırdım, ne de kendim yaptım!

Hiç mi?

Hiç.

Vatan Aydın Doğan’ın bir operasyonuydu

Eski adamlarınızın Vatan’ı kurmasını bir ihanet olarak algıladınız mı?
En başta evet. Üfff, fena halde hem de!

Brütüs vakası mı? Niye koptular sizden?

Aydın Doğan çağırdı, gittiler. Vatan Gazetesi zaten onun organizasyonuydu! Böyle bir gazete çıkartıp para kazanmaya da ihtiyacı yok. Yapmak istediği, Sabah’ın yerini alacak, bizim adamlarımızla bir gazete çıkarmak!

Aydın Bey’le aranız iyi değil miydi?

Yok, hayır. Tavla oynuyoruz; ama onda da gayet sert, kırıcı gidiyor.

Ne zaman bozuldu aranız?

Hiç iyi değildi ki! Rekabet bu!

Ama sizin sözünüzü dinledi, Emin Çölaşan’ı gönderirken?

O işin esprisi (Gülüyor). O kadar değil!

Zafer Mutlu’yla sonra görüştünüz mü hiç?

Enteresan… Zafer, ayrılacağını bana haber vermeden Bodrum’a gitti, bir daha dönmedi. Uzun seneler görmedim onu. 3-4 sene sonra karşılaştık. İkimiz de kendimizi tuttuk.

Aydın Bey’le diyaloğunuz oldu mu?

Oldu, tabii. O, zafer kazanmış bir komutan. Ben de yenilmiş, her şeyini kaybetmiş birisi. Diyalog buydu! Oyun bitti!

Türkiye’nin kırılma noktası Ergenekon

Dinç Bilgin, Türkiye’nin kırılma noktasını şöyle ifade ediyor: “Ergenekon davası ve deli bir savcının ortaya çıkması! Siyasi bir iktidarın da bunun arkasında durması. Askerî vesayetin aslında o kadar da korkulacak bir şey olmadığının ortaya çıkması. Arkasından da ikinci darbeyi, yargıyla yapmaya kalktılar. Kapatma davasının başarısız olması işi değiştirdi. O zaman gerçekten iktidar oldular.”

Sabah’ı ele geçireceklerdi

Etibank’ı aldığınızda neden müdahalede bulunuldu? Kimin, neydi derdi sizinle?

Askerin de benimle bir derdi vardı.

Ama Sabah asker için kullanışlı bir yerdi.

Değil, değil.

Ergun Babahan öyle demiyor ama.

2-3 bin kişinin çalıştığı bir kurumdu Sabah. Savunma Koleji diye bir şeyi vardı, Genelkurmay’ın. Genelde en kakavaları, en budalaları alırlardı oraya.

Bu kolejin sizinle ilgisi ne?

Yeni duyduk bunları. O tarihte, alıp, yetiştirip, askeri duyarlılığı fazla gazeteciler haline getiriyordu insanları.

Sabah’ta da istihdam ediliyorlardı?

Bilmiyorduk o safahat içinde. Eminim MİT’in de yerleştirdiği adam vardı.

O dönemde İhlas Holding gibi muhafazakar ticari kuruluşlara büyük zarar verdiler. Etibank olayında da askeri bir müdahale var mıydı?

Askeri bir müdahaleydi. Genelkurmay Adli Müşaviri falan hep işin içindeydi. Medyaya da bir gözdağı vermek, haddini bildirmek merakı vardı. O işte de en zayıf halka bendim.

En çok satan gazetelerden birinin sahibi olarak mı?

Aydın Doğan’ın mali gücü daha fazla o tarihte. En fazla hesap biriktiren belki bendim.

Etibank’a el konmasını, bir DSP operasyonu olarak da gördünüz mü?

Bana göre evet. Türkiye’de o zaman başbakan rahatsız. Onun yerine geçmeye meraklı adamlardan birisi de Zekeriya Temizel. Sermaye çevreleriyle yeni yeni ilişki kurmaya çalışan o zamanki İçişleri Bakanı Saadettin Tantan da ANAP’ta Mesut’un yerine geçme meraklısı. Bankaya el konduktan sonra ben yurt dışından döndüm. Sabah’ın bütün hesaplarına el konuldu. Kendi depomuzdan kâğıt alamaz duruma geldik. Ankara’ya gidildi, biraz gevşetildi, fakat durum sıkışık. Zekeriya Temizel, bizim gazeteden birtakım adamları çağırdı. Bilal Çetin, Güngör Mengi var. Sabah’a kayyum atamak istiyorlar. Kayyumu da Güngör’e teklif ettiler. Benimle arası iyi o zaman, Güngör başlıyor ağlamağa. “Ben bunu patronuma yapamam.” diyor. Çekip gidiyor. Ağlar o, sıkıştığı zaman. Dertleri başkaydı, Sabah’a hâkim olup partiyi de ele geçirmek istiyorlardı. Zekeriya Temizel bir yandan, Hüsamettin Özkan diğer yandan devirmeye çalışıyor. Biz güç savaşının kurbanıydık.

Özkan’ın Sabah’a atakları oldu mu?

Hüsamettin enteresan adam. Onun her yana atakları var; ama herkesle arası iyi. Bizimle de, Aydın Doğan’la da.

Tayyip Bey’e haksızlık yaptık

Yeni Türkiye kavramına inanıyor musunuz?

Evet. Yeni ve muhteşem bir Türkiye.

Neden?

En azından dün olanlara bak. Japonya Başbakanı’ndan olimpiyatı istemekten, havalimanı ihalesine bak. İnsanlarının barıştığı, birbirini öldürmedikleri, muhteşem bir Türkiye’ye gidiyor iş. Önü alınmaz biçimde gidiyor hem de.

Tayyip Bey’e bakış açınız ne?

Tayyip Bey muhteşem bir başbakan. Kendi partisinin de, Türkiye’nin de 4-5 sene önünde bir adam. Müthiş bir vizyoner. İnsanı hayretler içinde bırakıyor. Yetiştiği şartlardan, bulunduğu çevreden böyle bir vizyonerin çıkıyor olması, beni de hayrete düşürüyor; ama hayranlık duymamak mümkün değil.

Ona haksızlık ettiğinizi düşündünüz mü hiç?

Belediye başkanlığı zamanında haksızlık yaptığımı çok düşündüm. Görmedik. Fark etmedik, böyle bir vizyoner olabileceğini.

İstanbul’da yaptıkları ortada değil miydi?

Yani…

Hazzetmiyor muydunuz?

Yoo öyle bir şeyim yoktu. Şöyle söyleyeyim, bir şiir okuduğu için hapse atılmasına yeterince tepki vermek lazımdı. Kimse öyle bir tepki vermedi. Ben de hapisteydim o dönemde.

Tayyip Bey’le diyaloğunuz oldu mu?

Hayır, bugüne kadar hiç diyaloğumuz olmadı...

Fatih Vural / Türkiye