18 Ağu 2014 13:11
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:34
Tarık Toros: Bu belki de son yazı...
Bugün gazetesi yazarı Tarık Toros bugünkü köşesinde iktidarın medyaya yönelik tavrını eleştirdi.
Bugün gazetesi yazarı Tarık Toros 'Belki de bu son yazı...' başlığıyla ele aldığı yazısında, medyanın özgür olmadığını ve iktidarın medyayı yeniden dizayn etmeye çalıştığını vurguladı.
İşte Tarık Toros'un o yazısı...
Siyasal İktidar’ın doğrudan veya dolaylı yönettiği 16 ulusal, 16 devlet kanalı olmak üzere 32 televizyon kanalı var. 14 de ulusal gazetesi.
Geriye bir şey kalmıyor esasen.
Lakin İktidar, eşyanın tabiatı gereği tamamını istiyor. Bütün medyayı kontrol etmeden, hatta kendi muhalefet dizaynını bile yapmadan rahat etmeyecek.
Siyasal İktidar’ın medya konusundaki iştihası bitmez. Önüne ne koyarsanız koyun “daha” der, “daha yok mu.”
Yazar kurban edersiniz, tufan bitti sanırsınız. Size yazar enjekte eder.
Bunu sigaya çekersiniz, manşetlerden memnun olmaz. Kendi müfettişini yollar, yayın yönetmeninin kellesini ister.
Hepsini yaparsınız, yine mutlu olmaz. Meydanlardan “Ey filan medya grubu, ey fişmekanca” diye hedef gösterir.
Patronların halet-i ruhiyesini tahmin etmek güç değildir. “Daha ne yapalım” derler. “Gazetemin anahtarlarını istiyor herhalde” diye düşünürler. Bazısı da kapatıp çıkar. Zanneder ki, sorunu kökten çözecektir bu. Oysa kolunu kaptırmıştır bir kere, “Ben oynamıyorum” çıkışı geçileli çok olmuştur.
Yazının başlığına bakıp “Hayrola bir yere mi gidiyorsun” diye düşünmeyin. Yok öyle bir şey.
Ülkenin medya düzeninin ulaştığı nokta böyle; her yazıyı “son yazı olabilir” şuuruyla kaleme aldığımız bir süreçten geçiyoruz, maalesef.
Dedim ya, Siyasal İktidar medyanın tümünü yönetmek istiyor, hiçbir gazete ve TV’de canını sıkacak yayın görmeye tahammülü yok.
Hatırlayın… Yolsuzluk haberlerine yer veriyor diye ağır fırça yiyen medya yöneticisi “Gereğini yaparım efendim” deyince, “Neyin gereğini yapacaksın, bugüne kadar neyin gereğini yaptın” hışmına uğramıştı. Fakat otoritenin öfkesine nasıl karşılık verileceğini çok iyi biliyordu, “Kendimle ilgili gereğini yapacağım” deyip literatüre müthiş bir cümle kazandıracaktı.
Karartma nasıl olur örnekleyelim…
Siyasal İktidar dikensiz gül bahçesi ister. Yarın öbür gün sadece parti medyası ile baş başa kalırsanız, ne olacağını gelin beraber tahmin edelim:
Mesela… Diyarbakır-Bingöl Karayolu’nun teröristlerce kapatıldığını, çukurlar kazıldığını, kayalarla yolun kesildiğini ve bunun haftalarca sürdüğünü hiç bilmeyecektiniz. Haber yapanlar, vatana ihanetle suçlandı.
Türkiye’nin Suriye sınırından silah geçişlerine uzun bir süre göz yumduğunu, IŞİD’in Reyhanlı’yı adeta bir “alışveriş merkezi” olarak kullandığını yazan Washington Post haberini duymayacaktınız. Yazanlar ABD işbirlikçisi oldu.
22 Temmuz’daki polis operasyonunda yaşanan onlarca hukuksuzluğu bilmeyecek, avukatların ve polis ailelerinin isyanını duymayacaktınız. Duyuranlar otomatikman “paralel” ilan edildi.
Başbakan’ın, 15 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilmesinin kesinleşmesiyle vekilliğinin, genel başkanlığının ve (hükümetin değil) başbakanlığının düştüğünü öğrenemeyecektiniz. Kritik eden medya, “fitneci” oldu.
Ekonomide alarm veren cari açık ve borç miktarının artışından, kredi derecelendirme kuruluşlarının dikkat çektiği risklerden haberiniz olmayacaktı. Bahsedenler direkt “faiz lobisi” ilan edildi.
Yandaş medya, Beyaz Saray’ın Başbakan’a kutlama mesajını üç gün manşetten sevindirik biçimde verirken, esasen ABD başkanlarının her seçilene “Birlikte çalışmak için sabırsızlanıyoruz” klişesi ile mesaj yolladığı geleneğini de bilmeyecektiniz.
Yine… Siyasal İktidar ve sözcüleri muhalefet partilerine bindirirken, onlara kimse mikrofon uzatmayacaktı. Kimsenin de garibine gitmeyecek ve sormayacaktı: Yahu Başbakan az önce Kemal Kılıçdaroğlu’na cevap verdi ama Kılıçdaroğlu ne demişti ki Başbakan’a?
Soma gerçeğini, Gaziantep’teki Suriyeliler dramını ve PKK realitesini… Saklayacaklardı sizden.
Medyanın özgür olmadığının delili…
15 Ağustos, PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınlarının 30’uncu yıl dönümüydü. Terör örgütünün ilk eylemleriydi bunlar. Ve bu baskınlara katılan bir terörist vardı, Mahsum Korkmaz. Daha sonra bir çatışmada öldürüldü.
Geçen gün, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Yolaçtı Köyü’ndeki PKK mezarlığına, Mahsum Korkmaz’ın heykeli dikildi.
Açın bakın parti gazetelerine…
Bu haberi göremezsiniz!
Bu da mı nifak, ihanet, işbirlikçilik, fitne… Bu da mı paralel hezeyan?
Evet, asıl bu paralel… Bal gibi hem de…
İşte Tarık Toros'un o yazısı...
Siyasal İktidar’ın doğrudan veya dolaylı yönettiği 16 ulusal, 16 devlet kanalı olmak üzere 32 televizyon kanalı var. 14 de ulusal gazetesi.
Geriye bir şey kalmıyor esasen.
Lakin İktidar, eşyanın tabiatı gereği tamamını istiyor. Bütün medyayı kontrol etmeden, hatta kendi muhalefet dizaynını bile yapmadan rahat etmeyecek.
Siyasal İktidar’ın medya konusundaki iştihası bitmez. Önüne ne koyarsanız koyun “daha” der, “daha yok mu.”
Yazar kurban edersiniz, tufan bitti sanırsınız. Size yazar enjekte eder.
Bunu sigaya çekersiniz, manşetlerden memnun olmaz. Kendi müfettişini yollar, yayın yönetmeninin kellesini ister.
Hepsini yaparsınız, yine mutlu olmaz. Meydanlardan “Ey filan medya grubu, ey fişmekanca” diye hedef gösterir.
Patronların halet-i ruhiyesini tahmin etmek güç değildir. “Daha ne yapalım” derler. “Gazetemin anahtarlarını istiyor herhalde” diye düşünürler. Bazısı da kapatıp çıkar. Zanneder ki, sorunu kökten çözecektir bu. Oysa kolunu kaptırmıştır bir kere, “Ben oynamıyorum” çıkışı geçileli çok olmuştur.
Yazının başlığına bakıp “Hayrola bir yere mi gidiyorsun” diye düşünmeyin. Yok öyle bir şey.
Ülkenin medya düzeninin ulaştığı nokta böyle; her yazıyı “son yazı olabilir” şuuruyla kaleme aldığımız bir süreçten geçiyoruz, maalesef.
Dedim ya, Siyasal İktidar medyanın tümünü yönetmek istiyor, hiçbir gazete ve TV’de canını sıkacak yayın görmeye tahammülü yok.
Hatırlayın… Yolsuzluk haberlerine yer veriyor diye ağır fırça yiyen medya yöneticisi “Gereğini yaparım efendim” deyince, “Neyin gereğini yapacaksın, bugüne kadar neyin gereğini yaptın” hışmına uğramıştı. Fakat otoritenin öfkesine nasıl karşılık verileceğini çok iyi biliyordu, “Kendimle ilgili gereğini yapacağım” deyip literatüre müthiş bir cümle kazandıracaktı.
Karartma nasıl olur örnekleyelim…
Siyasal İktidar dikensiz gül bahçesi ister. Yarın öbür gün sadece parti medyası ile baş başa kalırsanız, ne olacağını gelin beraber tahmin edelim:
Mesela… Diyarbakır-Bingöl Karayolu’nun teröristlerce kapatıldığını, çukurlar kazıldığını, kayalarla yolun kesildiğini ve bunun haftalarca sürdüğünü hiç bilmeyecektiniz. Haber yapanlar, vatana ihanetle suçlandı.
Türkiye’nin Suriye sınırından silah geçişlerine uzun bir süre göz yumduğunu, IŞİD’in Reyhanlı’yı adeta bir “alışveriş merkezi” olarak kullandığını yazan Washington Post haberini duymayacaktınız. Yazanlar ABD işbirlikçisi oldu.
22 Temmuz’daki polis operasyonunda yaşanan onlarca hukuksuzluğu bilmeyecek, avukatların ve polis ailelerinin isyanını duymayacaktınız. Duyuranlar otomatikman “paralel” ilan edildi.
Başbakan’ın, 15 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilmesinin kesinleşmesiyle vekilliğinin, genel başkanlığının ve (hükümetin değil) başbakanlığının düştüğünü öğrenemeyecektiniz. Kritik eden medya, “fitneci” oldu.
Ekonomide alarm veren cari açık ve borç miktarının artışından, kredi derecelendirme kuruluşlarının dikkat çektiği risklerden haberiniz olmayacaktı. Bahsedenler direkt “faiz lobisi” ilan edildi.
Yandaş medya, Beyaz Saray’ın Başbakan’a kutlama mesajını üç gün manşetten sevindirik biçimde verirken, esasen ABD başkanlarının her seçilene “Birlikte çalışmak için sabırsızlanıyoruz” klişesi ile mesaj yolladığı geleneğini de bilmeyecektiniz.
Yine… Siyasal İktidar ve sözcüleri muhalefet partilerine bindirirken, onlara kimse mikrofon uzatmayacaktı. Kimsenin de garibine gitmeyecek ve sormayacaktı: Yahu Başbakan az önce Kemal Kılıçdaroğlu’na cevap verdi ama Kılıçdaroğlu ne demişti ki Başbakan’a?
Soma gerçeğini, Gaziantep’teki Suriyeliler dramını ve PKK realitesini… Saklayacaklardı sizden.
Medyanın özgür olmadığının delili…
15 Ağustos, PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınlarının 30’uncu yıl dönümüydü. Terör örgütünün ilk eylemleriydi bunlar. Ve bu baskınlara katılan bir terörist vardı, Mahsum Korkmaz. Daha sonra bir çatışmada öldürüldü.
Geçen gün, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Yolaçtı Köyü’ndeki PKK mezarlığına, Mahsum Korkmaz’ın heykeli dikildi.
Açın bakın parti gazetelerine…
Bu haberi göremezsiniz!
Bu da mı nifak, ihanet, işbirlikçilik, fitne… Bu da mı paralel hezeyan?
Evet, asıl bu paralel… Bal gibi hem de…