TARAF'TA YENİ BİR YAZAR GÖREVE BAŞLADI! İŞTE O YAZAR VE İLK YAZISI!
Usta kalem, bugünden itibaren her çarşamba Taraf gazetesinin kültür-sanat sayfasında yazacak..
Ünlü mimar Prof. Dr. İhsan Bilgin, bugünden itibaren her çarşamba Taraf gazetesinin kültür-sanat sayfasında yazmaya başladı.
İşte Bilgin'in bugünkü yazısı:
Merhaba Neden? Nasıl?
Şimdiye kadar kasıtlı olarak uzak durduğum şeyi neden yapmaya
başladım? Nelerden uzak durmuştum? Akademik olarak derinlemesine
hâkim olduğuma emin olduğum mimarlık, kent ve tasarım konuları
harici görüşlerimle kamuoyu önüne çıkmıyordum, ama günlük bir
gazeteye düzenli yazma kararı ister istemez özgül alan konularının
ve söylemlerinin en içe dönük hallerinin dışına çıkmayı
gerektirecek, çünkü özgül bir alanın başka alanların dilleri ve
konularıyla karışmamış dili ve konuları, yani en içe dönük halleri
günlük gazete ile uyum gösteremez, çünkü günlük gazete herkes için
olma iddiasındadır ve dolayısıyla da özgül alanlara çekilmeye karşı
dirençli olacak şekilde kurgulanır. Kamuoyu önünde alanlarımın
içinde kalma ilkemden "neden vazgeçtim?"den daha iyi ve kullanışlı
soru "nasıl vazgeçtim?" olsa gerek, çünkü nedeninden ziyade,
hikâyesi var bu kararın...
Hukuk, Politika, Estetik vs...
Taraf’ın
çekiciliğini ve Cumhuriyet tarihinin kayda değer dönüm
noktalarından birinde oynadığı kritik rolü şimdilik paranteze alıp,
" hikâyeye geçelim. Bir süre önce "Her Taraf sayfası için uzunca
bir yazı yazmıştım. "Hegemonya ve Şiddet" üzerine, kaptırıp
yazılmış uzunca bir yazıydı, referandum tartışmaları sırasında
özellikle de Osman Can ve Orhan Gazi Ertekin gibi profesyonel ve
devlet görevlisi hukukçuların ısrarla siyasi alandan azade bir
hukuk alanı olamayacağı görüşünü savunmalarından (devletin bizatihi
kendi varlığı, siyasi alanın ta kendisiydi bu görüşe göre) alınmış
ilhamın üzerine bir de son yıllarda gördüğüm en parlak akademisyen
Susan Buck-Morss'un Rüya Alemi ve Felaket (Metis) başlıklı
fevkalâde kitabının aşırı uyaran etkisi gelince, birde bunlara Can
ve Ertekin'in daimi referansları Cari Schmitt'in Siyasal Kavramı
(Metis) eklenince, sınıflar arasındaki rıza ilişkisi ile devlet
yapılanması arasındaki hegemonik bağların inşasını konu edinen yazı
neredeyse kendiliğinden çıkmıştı ortaya. Yazı, rıza ile hegemonya
arasındaki bağları çatlatan sakarlıklar karşısında verilebilecek
estetik tepkilere örnek olarak, Berlin Friedrichstadt'taki iki
çağdaş kollektif hafıza anıtını konu ederek (Peter Eisenmann'ın
Holokost Anıtı ile Doğu Alman gizli polisi Stasi ofisinin müzeye
dönüşürülmesi) bitiyor ve Türkiye'de yaşanan ı Mayıs '77, Adnan
Menderes ve arkadaşları ile Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi ve 12
Eylül'ün idamla vazifelendirilmiş mahkemelerinin ürünü tüm siyasi
cinayetleri, dahası Maraş ve Sivas gibi kitle kıyımları, 6-7 Eylül
vandalizmi, Diyarbakır Cezaevi, Fatsa ve 1 Mayıs Mahallesi gibi
devlet terörü örnekleri, Sivas katliamı ve H. Dink'in göstere
göstere katli gibi toplumsal ve siyasal acıları, kalıcı
birikimlere, dolayısıyla da geleceğin mücadele ufkunun direnç
işaretlerine dönüştürebilecek benzeri estetik hamlelerin
eksikliğine işaret ediyordu. Tam da bu nedenle değil mi ucube
tartışmalarıyla, tükürülen sanat eserleriyle ve bunları ayıplamanın
ötesine geçemeyen ahlakçı tepkilerle karşı karşıya kalmamız,
alternatif diye de Beşiktaş'taki plaza özentisi granit-paslanmaz
karışımı ilham yoksunu heykele razı olmamız ve dahası sembollere
takılıp kalmayı adeta bir üslup haline getirmemiz. Sembolü,
sembolize ettiğinin rolünü çalacak kadar büyütmüyor, en önemli
sorunlarımızı ikâme eder hale getirmiyor muyduk?..
ve "Neredeyse"...
Resimli ve dipnotlu yazı "Her Tarafın formatına uymadığından
basamadılar; merak etmeyin bu uzun yazıyı tefrika halinde basıp
kurtulmak için koyulmuş değilim bu işe; ancak tabii ki asıl
önemlisi yüksek kültür ile popüler kültür. Daha ötesi kültür ile
politika ve hukuk, etik ile estetik ve de bütün bunların hepsiyle
kent, mimarlık ve tasarım arasındaki ara bölgelerde konuşacak
dilimiz olmadığını hatırlattı bu deneyim bana. Taraf gibi bir
gazetenin mizanpajı ve yer sınırı bile bu dilsizliği
pekiştirebiliyordu. Merak eden olursa Toplum ve Bilim'de
yayınlatmak niyetim var bu yazıyı...
Evet, artık tahmin edileceği üzere bu ara bölgelerden konuşmaya
çalışacağım ve editörlerce kültür-sanat sayfalarında bana ayrılan
yer ölçüsünde Çarşamba günleri karşınızda olacağım. Tabii ki
konularımın esas ağırlığı yine mimarlık, kent ve tasarım olacak ve
de bu alanların diğer alanlarla arasında kalan arakesit bölgeleri.
Hem ilkemi fazla hoyratça çiğnemeden, hem de gündelik siyasetin vb.
rutin gündemlerin klişelerine değmeden ayakta kalmayı deneyeceğim,
ikircikliğe ve bıçak sırtına işaret eden "Neredeyse" başlığının imâ
ettiği de bu çok taraflı muğlak konum olacak. "Neredeyse"nin
ilhamı, ünlü "Weniger ist mehr!" (daha az daha çoktur!) mottosunun
da mucidi ve modernizmin bence façası en yerinde ve düşündürücü
mimarı Mies van der Rohe'nin; tüm yüzyıl-dönümü aydınları gibi
tabii ki Nietzsche etkisiyle dile gelmiş "Beinahe nichts!"
(Neredeyse Hiç!) deyişinden geliyor. Tıpkı bizi her seferinde
soyutlama ile somutlama, maddenin en yoğun haliyle maddesizlik
arasında bırakıp gitmeye alıştırdığı gibi, tahayyül edilmesi
varlıktan, tamlıktan ve tamamlanmışlıktan bile daha zor olan
"hiçlik"in (*) de 1 mm berisinin veya bir saniye öncesinin
belirsizliği ve tahayyül edilemezliğiyle başbaşa bırakıp gitmiş
bizi yine Mies. Benim yaptığım, aynı deneyimi yarım yüzyıl sonra
bir daha yoklamaktan ibaret...
Böyle bir mecrada ilk kez düşünmenin ve yazmanın acemilikleri için
şimdiden affola...
(*) "yokluk" ve "eksiklik" üzerine Hegel eksenli
mükemmel bir yazı: Koçak, Orhan, "Yokluğun Payı", Defter6, s.45-91
Ekim-Kasım'88, İstanbul; Metis