03 Mayıs 2013 12:11
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:09
TARAF'TA CADI KAZANI KAYNATANLARIN HAKKINDAN HAYAT GELECEK!
Taraf yazarı Namık Çınar gazeteden ayrılanların yayınladıkları bildiriyi ve Oral Çalışlar yönetimini topa tuttu.
Taraf’tan ayrılanların bildirisi
Bir de restorancılıkta böyledir.
At oynatmak isteyen birileri çıkar; güçlerini pekiştirmek adına, genellikle olup bitenden bîhaber olanları da yanlarına çekerek, “biz bir ekibiz” dayatmasıyla postalarını koyarlar.
Bir keresinde böyle birine, “Hadi onları anladık da, sana n’oluyor” diye sorduğumda; “Ne bileyim, herkes ayrılıyor denince, ben de, herhalde ayrılmak gerekiyor, diye düşündüm” demişti.
Birey gibi davranmaya yakışıp yakışmadığı herkesin kendi bileceği bir şey ve kimin ne akıntıya kapıldığı da hiç mi hiç ilgilendirmiyor beni.
Lâkin, ayrılışlarını “bizden sonra tufan” diyerek taçlandırmalarına ve bana yönelik kimi serzenişlerin de etkisiyle, kalanlardan biri olarak kırıldığımı söylemeliyim.
Ahmet Altan’dan esirgedikleri sahiplenmeyi, Taraf’a henüz emeği bile geçmemiş Oral Çalışlar’a göstermeleri dahi çok şey ifade etmiyor mu?
Onun gitmesine zemin hazırlayarak ele geçirdikleri gazeteyi Başbakan’ın emrine sunmuşlar; o da âkillerin en çoğunu, yandaş medya olarak bilinenlerden bile değil de bizim gazeteden seçerek, “sen miydin bir zamanlar bana diklenen, ben adamı işte böyle yaparım” dercesine, arkasından teneke çaldırmıştır.
Ne ki, bu düzen tutmayıp geri tepmiş; işte şimdi yeniden, yitirdiği o dürüst ruhunu aramaktadır.
İşin özeti budur.
Demokrasinin kanallarını tıkayanlardan biri askerî vesayet idi ise, diğeri de PKK değil miydi de, şimdi ona barışın mimarı payesini lâyık görüyorsunuz?
Birini dışlarken diğerine saygıdeğerlik atfetmek, asıl o zaman bir oyunun parçası olmaktır.
PKK’nın inisiyatif tanınarak öne çıkarılması, ne vakittir Kürt barışının öteki adı oldu?
Nasıl ki doğru davranarak masaya orduyu oturtmadınızsa, onu da oturtmayın. Eğer bir tarafın silahlısını devreye sokmuyorsanız, diğerini de sokmayın.
PKK’yı değil, Meclis’teki BDP’yi yüceltin.
Onu öne koyun, şart koşun, başkasını tanımayız deyin. Meşruiyetin sivil siyasal boyutunda ısrar edin.
Siz değil miydiniz, ordunun politikaya burnunu sokmasına karşı çıkan?
Aynı tavrı neden Kürtlere gelince sürdürmeyip, silahlı bir örgüt olan PKK’nın onlar üzerinde vesayet tesis etmesini, üstelik de güle oynaya yürütüyorsunuz hep birlikte?
Tutarlılık mı bu şimdi?
Koşullar antidemokratik olsa bile barışın geleceğine; sonra da onun demokrasiye giden yolu kısaltacağına nasıl inanırsınız?
“Silahlar susmadan demokrasi olmaz” demenin ne farkı var, “anarşi bitmeden özgürlükler de olmaz” diyen bir zamanların darbecilerinden?
Demokrasiyi de barışı da, neden ikisini birden aynı anda istemeyesiniz ki?
İlle de birinden vazgeçmek zorunda mısınız, “Sophie’nin seçimi”ndeki gibi?
Biz bu gazetede terör örgütü ile işbirliğinin tekniklerini mi konuştuk senelerdir, yoksa Kürt haklarının neler olduğunu ve bunların derhâl tanınması gerektiğini mi?
Zaten demokrasi demokrasi diye sayıkladığımız şey de, saymaktan bir hâl olduğumuz o hakların, parlamentonun somut adımlarıyla hayata geçmesi değil mi?
Maceracı PKK’yla aldı-verdiye gerek var mı bunun için?
Ama Erdoğan’ın ve Öcalan’ın; birinin yeniden biçimlenen İslâm coğrafyası üzerindeki ham hayâleri, diğerinin dört ülkeye yayılmış Kürtler üzerindeki uçuk kaçık düşleri yüzünden kapacaklarını umdukları kazlar uğruna esirgemedikleri bir tavuksa eğer o barış, o vakit başka tabii.
Yakışır mı Taraf’a, buna alet olmak?
Türkiye yeniden kurulacaksa bile, Kürtler de dâhil, halkla olacaktır bu; Suriye’ye tayini çıkmış PKK ile değil.
Orduya gelince militer bir ruh buluyorsunuz da, PKK’ya gelince neden bulmuyorsunuz?
Onlar da savaşçı.
Onlar da adam öldürmek için varlar.
Savaşkan bir generalin ağzından dökülenler itici, ama Karayılan’ınkiler çekici geliyor ise, korkarım başka bir hesabınız var demektir sizin.
Hesap demişken… politik hesapların yapılabileceği bir yer gözüküyor mu AKP’den başka da, politik çıkarların enstrümanı olsun bu gazete? Onların dümen suyunda giderken, nasıl bir pişkinliktir suçlamak, geride kalanları?
Editoryal bağımsızlığı asıl siz berbat ettiniz. Şu son bir ayda, barış sürecini gerekçe göstererek iki kez yazı başlıklarımı değiştirdiniz.
Kendi yazılarınızı ön sayfada hiç sektirmeden anons ederken; iç sayfalarda kaybolup gideyim diye, beni var gücünüzle sakladınız.
Toprak altından çıkan sekiz bin yıllık değerleri çanak çömlek diye nasıl hafife alıyorsa, demokrasiyi de öyle gören Erdoğan’ı eleştiriyorum diye, bana tavır koydunuz.
Esasen, her şeyi avucuna almak isteyip, hiçbir denetime gelmeyen Başbakan’ı uzun uzun betimlemeye de gerek yok. Dün olanlar her şeyi çok güzel anlatıyor.
1 Mayıs, inşaat yasağıyla başladı, demokrasi yasağıyla bitti.
Aranızdaki saygı duyduklarım umarım beni anlarlar.
Taraf’ta cadı kazanı kaynatanların hakkından hayat gelecek. Erdoğan da hem kendi kaderini, hem onlarınkini hızlandıracak.
Hani “ışık görüyoruz… ışık görüyoruz” diyorlardı ya, meğer “AKP’nin ampulü”ymüş anlatmaya çalıştıkları.
Keşke daha açık olsalardı.
Dürüstlük iyidir çünkü.
Namık Çınar/Taraf
Bir de restorancılıkta böyledir.
At oynatmak isteyen birileri çıkar; güçlerini pekiştirmek adına, genellikle olup bitenden bîhaber olanları da yanlarına çekerek, “biz bir ekibiz” dayatmasıyla postalarını koyarlar.
Bir keresinde böyle birine, “Hadi onları anladık da, sana n’oluyor” diye sorduğumda; “Ne bileyim, herkes ayrılıyor denince, ben de, herhalde ayrılmak gerekiyor, diye düşündüm” demişti.
Birey gibi davranmaya yakışıp yakışmadığı herkesin kendi bileceği bir şey ve kimin ne akıntıya kapıldığı da hiç mi hiç ilgilendirmiyor beni.
Lâkin, ayrılışlarını “bizden sonra tufan” diyerek taçlandırmalarına ve bana yönelik kimi serzenişlerin de etkisiyle, kalanlardan biri olarak kırıldığımı söylemeliyim.
Ahmet Altan’dan esirgedikleri sahiplenmeyi, Taraf’a henüz emeği bile geçmemiş Oral Çalışlar’a göstermeleri dahi çok şey ifade etmiyor mu?
Onun gitmesine zemin hazırlayarak ele geçirdikleri gazeteyi Başbakan’ın emrine sunmuşlar; o da âkillerin en çoğunu, yandaş medya olarak bilinenlerden bile değil de bizim gazeteden seçerek, “sen miydin bir zamanlar bana diklenen, ben adamı işte böyle yaparım” dercesine, arkasından teneke çaldırmıştır.
Ne ki, bu düzen tutmayıp geri tepmiş; işte şimdi yeniden, yitirdiği o dürüst ruhunu aramaktadır.
İşin özeti budur.
Demokrasinin kanallarını tıkayanlardan biri askerî vesayet idi ise, diğeri de PKK değil miydi de, şimdi ona barışın mimarı payesini lâyık görüyorsunuz?
Birini dışlarken diğerine saygıdeğerlik atfetmek, asıl o zaman bir oyunun parçası olmaktır.
PKK’nın inisiyatif tanınarak öne çıkarılması, ne vakittir Kürt barışının öteki adı oldu?
Nasıl ki doğru davranarak masaya orduyu oturtmadınızsa, onu da oturtmayın. Eğer bir tarafın silahlısını devreye sokmuyorsanız, diğerini de sokmayın.
PKK’yı değil, Meclis’teki BDP’yi yüceltin.
Onu öne koyun, şart koşun, başkasını tanımayız deyin. Meşruiyetin sivil siyasal boyutunda ısrar edin.
Siz değil miydiniz, ordunun politikaya burnunu sokmasına karşı çıkan?
Aynı tavrı neden Kürtlere gelince sürdürmeyip, silahlı bir örgüt olan PKK’nın onlar üzerinde vesayet tesis etmesini, üstelik de güle oynaya yürütüyorsunuz hep birlikte?
Tutarlılık mı bu şimdi?
Koşullar antidemokratik olsa bile barışın geleceğine; sonra da onun demokrasiye giden yolu kısaltacağına nasıl inanırsınız?
“Silahlar susmadan demokrasi olmaz” demenin ne farkı var, “anarşi bitmeden özgürlükler de olmaz” diyen bir zamanların darbecilerinden?
Demokrasiyi de barışı da, neden ikisini birden aynı anda istemeyesiniz ki?
İlle de birinden vazgeçmek zorunda mısınız, “Sophie’nin seçimi”ndeki gibi?
Biz bu gazetede terör örgütü ile işbirliğinin tekniklerini mi konuştuk senelerdir, yoksa Kürt haklarının neler olduğunu ve bunların derhâl tanınması gerektiğini mi?
Zaten demokrasi demokrasi diye sayıkladığımız şey de, saymaktan bir hâl olduğumuz o hakların, parlamentonun somut adımlarıyla hayata geçmesi değil mi?
Maceracı PKK’yla aldı-verdiye gerek var mı bunun için?
Ama Erdoğan’ın ve Öcalan’ın; birinin yeniden biçimlenen İslâm coğrafyası üzerindeki ham hayâleri, diğerinin dört ülkeye yayılmış Kürtler üzerindeki uçuk kaçık düşleri yüzünden kapacaklarını umdukları kazlar uğruna esirgemedikleri bir tavuksa eğer o barış, o vakit başka tabii.
Yakışır mı Taraf’a, buna alet olmak?
Türkiye yeniden kurulacaksa bile, Kürtler de dâhil, halkla olacaktır bu; Suriye’ye tayini çıkmış PKK ile değil.
Orduya gelince militer bir ruh buluyorsunuz da, PKK’ya gelince neden bulmuyorsunuz?
Onlar da savaşçı.
Onlar da adam öldürmek için varlar.
Savaşkan bir generalin ağzından dökülenler itici, ama Karayılan’ınkiler çekici geliyor ise, korkarım başka bir hesabınız var demektir sizin.
Hesap demişken… politik hesapların yapılabileceği bir yer gözüküyor mu AKP’den başka da, politik çıkarların enstrümanı olsun bu gazete? Onların dümen suyunda giderken, nasıl bir pişkinliktir suçlamak, geride kalanları?
Editoryal bağımsızlığı asıl siz berbat ettiniz. Şu son bir ayda, barış sürecini gerekçe göstererek iki kez yazı başlıklarımı değiştirdiniz.
Kendi yazılarınızı ön sayfada hiç sektirmeden anons ederken; iç sayfalarda kaybolup gideyim diye, beni var gücünüzle sakladınız.
Toprak altından çıkan sekiz bin yıllık değerleri çanak çömlek diye nasıl hafife alıyorsa, demokrasiyi de öyle gören Erdoğan’ı eleştiriyorum diye, bana tavır koydunuz.
Esasen, her şeyi avucuna almak isteyip, hiçbir denetime gelmeyen Başbakan’ı uzun uzun betimlemeye de gerek yok. Dün olanlar her şeyi çok güzel anlatıyor.
1 Mayıs, inşaat yasağıyla başladı, demokrasi yasağıyla bitti.
Aranızdaki saygı duyduklarım umarım beni anlarlar.
Taraf’ta cadı kazanı kaynatanların hakkından hayat gelecek. Erdoğan da hem kendi kaderini, hem onlarınkini hızlandıracak.
Hani “ışık görüyoruz… ışık görüyoruz” diyorlardı ya, meğer “AKP’nin ampulü”ymüş anlatmaya çalıştıkları.
Keşke daha açık olsalardı.
Dürüstlük iyidir çünkü.
Namık Çınar/Taraf