Taraf yazarı Gülen'e mektup yazdı; Rasim Ozan'ı ti'ye aldı!
Gazete köşelerinde son günlerin modası haline gelen Fethullah Gülen'e açık mektup kervanına Taraf yazarı Namık Çınar da katıldı.
Çınar Gülen'e seslendiği mektubunda dinin toplumsal hayat içindeki
yerine dair görüşlerini paylaşırken Rasim Ozan Kütahyalı'nın
Gülen'e hitaben yazdığı mektupları tiye aldı.
İşte Çınar'ın "Fethullah Gülen’e bir mektup da benden" başlıklı
yazısındaki ilgili bölüm:
Sayın Fethullah Gülen!
Bugünlerde size gazete köşelerinden mektup yazmak pek moda.
Dergâhınıza yüz sürerken, çatıştığınız muhatabınıza yaranmayı da
sektirmeden, çıkar terazisinin kefelerini dengede tutacak şekilde
pozisyon almaya kalkanlar mı istersiniz.
Daha düne kadar, azgın bir azınlık olarak nitelediği Kemalistlere
“devleti ele geçirdiler” diye söverken, şimdi aynı şeyi sizin
cemaat üyeleriniz bakımından meşru görüp, “hizmet erlerinin devlet
kademelerinde görev alması analarının ak sütü gibi helâldir”
diyenler mi ararsınız.
Size “haklarınızı cansiperane savunmuş savaşçılardan biri olduğunu”
hatırlatıp, lâfı “her şeyi tek sözünüzle bitirecek kudrette
olduğunuza” getirerek, yaltaklanmanın nadide örneklerini
sergileyenler mi dersiniz.
Hattâ yargı dünyasının camiadan olduklarına dair söylentilerde
gerçeklik payı var ise, Silivri davalarında verilmiş kimi haksız
kararların sizin gibi adalet duygusu yüksek birinin bilgisi dışında
tecelli etmiş olabileceğini akıl edenleri mi sorarsınız.
Yok, yok!
Ama ne size, ne iktidar paylaşım kavgasına düştüğünüz Erdoğan’a, ne
de bunların dışında kalan başka bir dinsel cemaate aidiyeti
sözkonusu olan benim gibilerin pek sesi soluğu çıkmayınca, bari ben
de yazayım da tam olsun, dedim.
Zira Sayın Gülen, Tevfik Fikret’in dediği gibi
“Benim dinim din-i hayattır
Bir örümcek götürür Hakka beni
Bir minik kuşla biriz tapmakta
Ben de Allah derim, İshak da.”
Lâkin dünyaya laik temelli bir demokrasi penceresinden bakmakla
beraber, elbet de dinin sosyolojik boyutunu gözardı etmem.
Dinsel öbekleşmeleri, seküler dayanışmalar ve sosyalleşmeler
ürettikleri oranda faydalı ve meşru bulurum.
Eğer din yeryüzü hayatını, tıpkı Japon Keiretsu’su gibi, ana
kraliçe saydıkları o inanç sistemi etrafında örgütleyip bir karınca
kolonisi işlevselliğiyle kuracaksa, tabii ki bir mutluluk kaynağı
olabilir.
Ama uhrevi hayat bakımından tanrıya karşı yükümlülükler, insanların
tek başlarına duyumsayacakları bireysel mahiyetteki
sorumluluklardan sayılacağına göre, bu hususların toplumsalın
merkezine kondurulmasını da doğru bulmam.
Çünkü dinsel inancın toplumsalı ilgilendirmeyen tarafı, tüm kamusal
alana herkesin ortak değeriymiş gibi yerleştirilirse kavga
çıkıyor.
Dinin bu hâlini, baskısıyla grup çıkarlarını gözeten bir sivil
toplum kuruluşu gibi göremem.
Zira dinin vahye dayalı uhrevi statikliği, dünyevi ihtiyaçların
giderilmesine ve değişimin dinamizmlerine ayak uyduramıyor.
Eğer bir de tadı kaçmış şekilde toplumsal yaşamın esas belirleyeni
hâline gelmişse, kendi değişmez umdelerini dayatmak üzere, aynen
bir otomobilin aktarma organı gibi, toplumsal yapının
tekerleklerini döndüren siyaset sahasını da ele geçirmeye
başlıyor.
Bütün Ortadoğu, yüzlerce yıldır din dayatmalarıyla çalkalanıp
durmakta, ne ki gene de bir ders çıkartamamakta.
Bu yüzden buraların din eksenli kültürleri, barış ve demokrasi
üretemiyor.
Başbakan’ın gözlerini iktidar hırsı bürüdüğünden, ne söylesek
söyleyelim, boşuna!
Hatta Kılıçdaroğlu bile, “bir Alevi başbakanınız olsa ne iyi
olurdu” diyerek, bu kervana katılmaya o da dünden razı.
Çünkü din, her derde deva bir fenomen olarak epeyi prim
yapıyor.
Buna sebep olanlardan biri de sizsiniz.
Şu sıralar size büyük önem veriyorlar. O nedenle sorumluluğunuz bir
hayli fazla.
YAZININ TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ