TARAF ÜNİVERSİTESİNİ DE KAYBETTİ! VEDA YAZISINDA ÇARPICI NOT!
Taraf Üniversitesi köşesinde yazan Serdar Kaya, köşesinde yaşanan süreci yorumladı ve okurlarına veda etti.
Arka arkaya istifaların yaşandığı Taraf Gazetesi'ne bugün de Serdar Kaya veda etti.
Taraf Üniversitesi köşesinde yazan Kaya, köşesinde yaşanan süreci yorumladı ve okurlarına veda etti.
Kaya'nın vedasının ilginç bir yanı da, köşesinde çok çarpıcı bir Arşiv notu yer almasıydı. Kaya, istifasının ardından köşe yazılarının arşivden kaldırılabileceği çekincesini dile getirdi: "Taraf’ta bugüne dek yayımlanan 119 yazıma şu adresten ulaşılabilir: http://www.serdarkaya.com/taraf" diyen Kaya böylece yazılarının da kaybolmasının önüne geçti.
İşte Serdar Kaya'nın veda yazısı:
"Taraf yeni bir sarsıntı yaşıyor. Ancak bu seferki sarsıntı hem gemiyi batırabilecek kadar güçlü, hem de kimi yönleri itibariyle öncekilerden daha farklı bir niteliğe sahip. Bu noktada, belki diğer her şeyden önce, konunun yeni yazıişleri ile ilgili olan yönü ve görünürdeki gelişmelerin perde arkası hakkında birkaç şey söylemek gerekli. Ne var ki, bu bir veda yazısı ve sürdüremeyeceğim bir tartışmaya girmek istemiyorum. O nedenle de, Taraf’tan ayrılan yazarların “son derece ciddi bir politik görüş ayrılığı” ve “politik çıkarların enstrümanı” gibi ifadelerle atıfta bulundukları bu konunun detaylarının zaman içinde (gazetenin içindeki ve dışındaki) herkes tarafından daha iyi anlaşılacağını tahmin ettiğimi söylemekle yetineceğim.
Konunun görünürdeki yönü de elbette önemsiz değil. Şöyle ki, Türkiye, barış gibi son derece önemli bir sürecin içinde. Yeni Taraf yönetimi, bu süreci demokrasi ile ilişkilendirerek tartışmaya açmayı seçti. Bu, bir yönüyle son derece konforlu bir tavır. Zira, demokrasi savunusuna karşı çıkmak pek kolay değil ki zaten ortada böyle bir neden de yok. Dolayısıyla, böyle bir argümanı öne süren insanlar, son derece korunaklı olan bir pozisyondan konuşuyorlar. Ancak bu konforlu pozisyonun gerçekten de demokrasiye hizmet edip etmediğini (ya da ediyorsa nasıl ettiğini) izah edebilmek zor. Zira, barışın kendisi zaten başlı başına demokratikleştirici bir işleve sahip. Bu, siyasetin doğasının bir gereği. Dünyanın her yerinde özgürlükleri kısıtlama adına öne sürülen gerekçelerin başında güvenlik geliyor. Türkiye’de de onyıllardır hep öyle oldu. O hâlde, demokratikleşme konusunun zaten hiç gündemden düşmediği ve her gün sürekli tartışıldığı bir ortamda barışı tekil olarak ele almaya yanaşmamak neden?
Bu konuda yaşanan tartışmaya daha yakından baktığımızda, ihtilafın merkezinde AKP’nin olduğunu görüyoruz ki bu pek şaşırtıcı değil. Zira Türkiye siyasetinin hazin gerçeklerinden biri de, gelişmeleri aktörlerden bağımsız değerlendirememek. Dahası, Türkiye’de, konular değişse de, taraflar arasındaki temel kırılma noktası değişmiyor. Bu kırılma noktası, İslam. Bu nedenle de, bugün AKP dediğimizde, belli politikaları savunan ve bu politikalar üzerinden seçmenlerin siyasi desteğini talep eden bir siyasi partiden söz etmiyoruz, edemiyoruz.
Hâlbuki AKP her şeyden önce bir siyasi parti ve yapısı gereği öyle olmak, öyle faaliyet göstermek zorunda. Ama özellikle karşıtları, AKP’yi bir siyasi partiden ziyade, İslami referanslara sahip olan bir siyasi aktör olarak algılıyorlar ve değerlendirmelerini de (doğal olarak) bu algının Türkiye özelinde kaşıdığı “hassasiyetler”in etkisinde yapıyorlar. Dolayısıyla, buradaki asıl konunun demokrasi olduğunu düşünmüyorum.
Kemalist refleks
Cumhuriyet, dindarların haklarını ihlal ederken, onlara her zaman özgürlük ve demokrasi sopalarıyla vurdu ve otoriter uygulamalarını bu kavramlarla gerekçelendirdi. Bugün ise, dindarları önemli ölçüde temsil edebilen bir parti iktidarda. 12 yıldır iktidarda olan bu partinin eleştirilmeye müsait çok sayıda politikası, icraatı ve açıklaması olduğu elbette muhakkak. Ancak bu durum, Kemalist dürtülerin hâlen kuvvetli olduğu ve dindarlara yönelik eleştirilerin hâlen yaygın olarak bu sopalarla yapıldığı gerçeğini değiştirmiyor.
28 Ekim 2012 tarihli “Taraf ve sertlik” başlıklı yazımda daha detaylı olarak değindiğim gibi, eleştirinin işlevi ve gücü, eleştirinin hedefindekiler ile kurduğu ilişkinin niteliğine bağlı. Taraf’ta bugünlerde yeniden su yüzüne çıkan ihtilaf, biraz da bununla ilgili. Konu, eleştirinin yapılıp yapılmayacağı değil, nasıl yapılacağı. Ancak Kemalist reflekslerle hareket edenler, sergiledikleri tavırların ve yazdıkları yazıların ne kadar kaba, sıradan ve/veya işlevsiz olduğunun dahi farkında değil gibiler. Hâlbuki AKP ya da İslami kesim eleştiriye kapalı olmadığı gibi, Türkiye’nin diğer kesimlerinden (ve hele de yaptıkları sinsi/kaba eleştirileri demokrasi mücadelesi zannedenlerden) daha anlayışsız da değil. Herşey bir yana, daha yeni bitirdiğim ve doğrudan İslam dinini sorguladığım 10 yazılık diziye almakta olduğum makul ve olgun tepkiler, İslami kesimin (sakin ve hesapsız) sorgulama ile (sinsi ya da bodoslama) saldırı arasındaki farkı ayırt etmekte hiç de sorgulanmadığını teyit ediyor.
Belli ki, insanlar bazen kendi söylemlerinin dışarıdan nasıl göründüğünün farkında olmadıkları gibi, bilmiş bir eda ile eleştirdikleri insanlara ve onların siyasi temsilcilerine aslında epey yabancı olabiliyorlar.
Teşekkür
Taraf Üniversitesi formatını ilginç bulan ve Taraf’ta hayata geçirmeme vesile olan Yasemin Çongar’a, Taraf’ta yazdığım takriben iki buçuk yıllık süre zarfında en fazla iletişim hâlinde olduğum gazete çalışanı olan yazarlar editörümüz Tamer Kayaş’a, ve beş buçuk yıllık yayın hayatı boyunca gazetenin mutfağında emek sarf eden herkese teşekkür ederim.