28 Ara 2015 10:55
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:16
Taha Akyol: Mahallemi değiştirmedim
Yeni Yüzyıl yazarı Esra Elönü'nün AK Parti, başkanlık sistemi, 'paralel yapı' gibi konularla ilgili sorularını Taha Akyol yanıtladı.
Gazeteci Esra Elönü, Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde gerçekleştirdiği
röportajlarına devam ediyor. Elönü bu kez Hürriyet yazarı Taha
Akyol'u "Gözaltı"na aldı.
İşte o röportajdan bir bölüm:
İyi ki cuma vakti öncesi röportaj yapmaya gitmişim, Taha Akyol’dan babacan ve entelektüel hutbemi aldım. Kafamdaki soru işaretleri hatalı sollama yapsa da Taha Akyol, korna sesini bile musikiye uyduran naiflikte tarzıyla sorularımı cevaplara ulaştırdı. Alalım ilk soruyu...
Taha Akyol mutsuz musunuz?
Valla kendimi mutlu hissettiğim anlar da mutsuz hissettiğim anlar da oluyor. Mutlu hissettiğim anlar; beğendiğim bir yazı yazdığım, beğendiğim bir çalışmamın kitap olarak çıktığı, evimde olduğum anlardır. Bir ev erkeğiyim. Bir de 9 aylık torunum var, onunla beraber olduğum anlardır. Fakat politikadaki asabiyeti, kötüye gidişi, kutuplaşmayı, otoriterleşmeyi gördüğümde çok mutsuz oluyorum.
Şu anda öyle bir durum mu var?
Öyle bir durum var tabii. Yok mu?
Tanıdığım naif yazarlardan birisiniz ama son zamanlarda kızgın caiz olursa mangallık yazılar okuyorum sizden, niye?
Hâlâ sakin yazdığım kanaatindeyim. Sizin bu nitelemenizi ciddiye almam gereken bir eleştiri olarak görüyorum, ciddiye alacağım. Ama ben hâlâ sakin yazdığım kanaatindeyim. Bağırmanın çağırmanın bu kadar geçerli olduğu bir ortamda ben hâlâ bağırıp çağırmadan yazdığımı düşünüyorum.
Referansım Ali Fuat Başgil
Liberalizm denince akla gelen isimlerden birisiniz, Atilla Yayla da öyle… Fakat söyledikleriniz birbirine zıt düşüyor. John Locke yaşasaydı hanginizi onaylardı?
Bir şey diyemem. Yani Atilla Yayla kendi doğru bildiği istikamette yazıyor, ben kendi doğru bildiğim istikamette yazıyorum. Ben yalnız Atilla Yayla’nın içinde bulunduğu liberal düşünce grubuna her zaman ‘Sizin muhafazakârlığınız eksik’ derdim. Kendimi sadece muhafazakâr liberal olarak nitelemiyorum. Benim muhafazakârlığım da liberalliğim de var. Onun için benim liberalliğimi Türkiye’de referans yapabileceğim tek isim Ali Fuat Başgil’dir. Ben kendimi batılı liberal düşünürlere referans yaparak, tamam okudum onları ama referans olarak tanımıyorum. Bu konuda hukuk, demokrasi, hak ve hürriyetler konusunda benim referansım, hocam Ali Fuat Başgil’dir.
Atilla Yayla’nın başkanlık sistemiyle ilgili son sözlerini okudunuz mu?
Yani bir liberal başkanlık sistemini de savunabilir, parlamenter sistemi de savunabilir. Çünkü ikisi de demokratik olabilir. Önemli olan içinde bulunduğunuz politik duruma göre getirilmek istenen sistem hakkındaki tavrınızdır. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirmek istediği başkanlık sisteminin liberal demokrasiyle bağdaşık olduğunu görmediğim için karşı çıkıyorum. Turgut Özal’ın savunduğu başkanlık sistemine de ‘başkanlığa geçmek zor, parlamenter sistemi düzeltmek daha iyi’ diye karşı çıkıyordum. Halbuki şimdi teklif edilen başkanlık sistemine hem sistem değiştirmek çok zordur buna gerek yok hem de talep edilen başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı prensibi zayıftır diye karşı çıkıyorum şimdi.
ABD’de oluyor, burada niye olmasın?
Valla sistemler bir ülkeden ötekine plant edilemez. Bu mümkün değil. Amerika’da bağımsız devletler birleşerek bir federasyon kurdular. Federal sistem bir birleşme dinamiği olarak ortaya çıktı. Amerika’daki başkanlık sisteminin önemli bir unsuru olan federalizm, Türkiye’de birleşme unsuru olmaz ayrışma unsuru olur. Kültürleri son derece farklı. Şimdi Burhan Kuzu başkanlık sistemini savunan kitabında diyor ki ‘Başkanlık sistemi Amerika’da başarılı oldu, Latin Amerika’da başarısız. Çünkü Latin Amerika’daki partiler sürü partileri gibidir, verilen emri yaparlar’. Ondan sonra başka bir konuşmasında da bugünkü parlamenter sistemde Türk parlamentosunu eleştirirken ‘Milletvekilleri sürü gibi emir verince parmak kalkıyor’ diyor. Bu kültürde başkanlık sistemi ne olur? İşte ben buna karşı çıkıyorum.
Teröre destek iddiası iftira
Doğan Grubu terör propagandası yapmaktan ne zaman vazgeçer? Ya da yaptı mı diyelim, suya ve sabuna dokunmayan soru olsun...
Haksızdı o eleştiri. Doğan Grubu hiçbir zaman terörü desteklemedi. Doğan Grubu teröre karşıdır. Teröre, PKK’ya karşı en çok yazı yazan yazarlardan birisi benim. Hatta AKP’li yazarlar KCK’nın ne olduğunu bilmezken KCK’nın ne olduğu hakkındaki yazıları ben yazdım ve bana niye yazıyorsun demedi hiç kimse. Ben Doğan Grubu’nun terörü desteklediği iddiasını bir iftira olarak görüyorum.
Siz kurumunuzun aldığı tavrın aksine yazılar yazdınız, terörü ve Demirtaş’ın siyasetini eleştirdiniz...
Demek bu kuruluşta ifade hürriyeti var.
Merak ettiğim bu konuları o arkadaşlarınızla konuşmuyor musunuz?
Konuşuyoruz. Kimse niye böyle yazıyorsun demediği gibi aksine ‘Çok iyi yazmışsın bu tarafını hiç bilmiyorduk’ diyenler çok oldu. Şunu tekrar söylüyorum: Türkiye’de iktidar yanlısı medya KCK’nın ne olduğunu benden öğrendi, benim yazılarımdan öğrendiler.
Evet, buna bende şahidim…
Bak sen de şahitsin… Onlar iktidarla PKK müzakere yaparken başka bir tavır aldılar, iktidarla PKK çatışmaya girince başka bir tavır aldılar. Çözüm sürecinin prensipte doğru olduğunu ama uygulamada KCK gibi çok ciddi bir totaliter problemin bulunduğunu ve buna çok dikkat edilmesi gerektiğini yazdım. Türkiye’de ak, kara diye tasnif etmek maalesef kolay olduğu için analitik düşünen insanların böyle bir sıkıntısı var. Ya akın içine itiliyorlar ya karanın içine itiliyorlar. Çözüm sürecinin prensibi doğrudur fakat KCK gibi totaliter bir yapının ne olduğunun bilinmesi lazımdı. İktidarı destekleyenler bunu bilmeden desteklediler. Şimdi de yine analitik bir eleştiri getirmeden kahrolsun düşman edasıyla eleştiriyorlar.
Peki iktidarda kimin olması gerekiyordu ki buna terör denilsin?
Şunu söyleyeyim: Ben her devirde iktidardan ve muhalefetten bağımsız kendi düşüncelerimin sözcüsü olmaya, kendi doğrularımın sözcüsü olmaya birinci derecede önem verdim. Ben Turgut Özal’ı çok kuvvetle destekledim. Kendisine de çok yakındım, Turgut Ağabey diye hizmet ederdim. Fakat Turgut Özal’ın partisi 28 Şubat dönemine girdiği zaman bu artık Turgut Özal’ın partisi değildir. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Avrupa Birliği, liberalleşme, demokratikleşme, piyasa ekonomisi konusundaki bütün icraatını destekledim, bana yandaş denildi. Şimdi o prensiplere aykırı gördüğüm icraatını eleştiriyorum, bu defa da muhalif deniyor. Ben her devirde aynı prensipleri savunmaya dikkat ettim. Bu prensipler bireysel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, demokrasi gibi değerlerdir.
Önceden AK Parti’yi destekliyordunuz
Destekledim.
Şimdi ne oldu?
AK Parti’yi AK Parti olarak desteklemedim. Ortaya koyduğu icraat ve program olarak destekledim. Bugün şunu da söylüyorum parti programı olarak en iyi parti AK Parti’dir. Fakat kendi programını uygulamayan parti de AK Parti’dir. Mesela AK Parti’nin programında diyor ki ‘Biz yolsuzlukla mücadele için savcıların yetkilerini artıracağız. Dokunulmazlıkları, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandıracağız’. Ben bunu AK Parti’nin programındaki bu prensip çok güzeldir diye yazdığım zaman bana AK Parti’ye yeminli düşman olanlar yandaş dediler. Şimdi niye bu prensibi uygulamıyorsun diye eleştiriyorum bu defa da AK Partililer ‘Sen karşıya geçtin, mahalleni değiştirdin’ diyorlar. Hayır kardeşim, dokunulmazlıkları parlamento faaliyetleriyle sınırlamak doğruysa her devirde herkese karşı doğru olmalı. Yanlışsa dün niye buna yanlış demediniz?
Şimdi niye kızdınız?
Yok, yok, hayır... Mesela AK Parti’nin program ve tüzüğünde milletvekillerinin önseçimle belirlenmesi var. Öyle mi yapıyorlar? Şimdi bir yazar çıkıp bak ne güzel AK Parti’nin programında ön seçim var diye AK Parti’yi övdüğü zaman yandaş oluyor, programınızı uygulamıyorsunuz diye eleştirdiği zaman da düşman oluyor. Türkiye’deki fikir düzeyini görüyor musunuz?
ELEŞTIRILECEK OLANLA SUÇU AYIRMAK LAZIM
Gülen Cemaati’ne ‘paralel örgüt’ diyor musunuz?
Siyasi nitelemeler yapmam. Gülen Cemaati hakkında iktidarın söylediği kelimelerle iddianame yazılmasını da doğru bulmam. Soruşturma açıldığı zaman iddianamedeki iddia suçlanan eylemle ilgili olmalıdır. O eylemin dışına çıkan bir suçlama olmaz. Kanunsuz dinleme mi yapmışlar o suçun adı kanunsuz dinlemedir. Gezi olayları hakkında iktidar ne dedi? ‘Bu bir darbe teşebbüsüdür’ dedi. Bu bir darbe teşebbüsü değildi, bu bir toplumsal olaydı. Yumuşak davransaydı daha çabuk biterdi ve daha iyi olurdu. Ama iktidar buna darbe teşebbüsü dediği için savcılar darbe teşebbüsünden müebbet hapis isteyerek davalar açtılar. Hepsi beraat ediyor.
Polisin şiddetinin provokasyon olduğunu düşünemez miyiz?
Bu komplo teorisi olur. Ben henüz bu konuda bir delil görmedim. Delil varsa sen söyle. Polisler destan yazdı denmedi mi? Bu bir provokasyonsa destan yazdı diyen kimdi? Polis provoke ederken polis aşırı güç kullanmamalıdır diye açıklama yaptın mı?
Gülen’in bir gülüşüne her şeyi feda edecek yapıyla devlet nasıl mücadele etmeliydi?
Bak ben bahsettiğin ‘Hayat Yolu’ adlı kitabımda mistik yapılanmaları, bireyin özgürlüğüne yer vermeyen sık dokulu toplulukları eleştirdim. Böyle bir şeyi benim tasvip etmem mümkün değil. Ama böyle bir şey kanun içerisinde, hukuk içerisinde kalmak kaydıyla özgürlüğe sahiptir. Anlaştık mı? Ben tarikatları bireyin özgürlüğünü önüne vermediği için tasvip etmem. Fakat tarikatlara düşman muamelesi yapılmasını da doğru bulmam. Eleştirilecek olanla suç olanı birbirinden ayırmak lazım.
Size karşı olan eleştirilerin çoğu bir tek paralel yapıya dokunmadığınız yönünde...
Şimdi bakın bugün Türkiye’de Cemaat’in söz konusu olmasının sebebi hükümetin Cemaat’in üzerine gitmesi. Ben bu gidişte bir imha siyaseti görüyorum. Ben bu gidişte hukuka işlenen suçun üstüne gidilmesi kanaatindeyim fakat hukuku uyulmadığı kanaatindeyim. Şimdi böyle bir mücadelede ben koroya katılarak kahrolsun bunlar bireysel özgürlüğü ortadan kaldıran totaliter bir teşkilattı diye davranmayı etik bulmam. Ancak etik olarak şunu söyleyebilirim ben suçu olanların üzerine gidilsin ama suçluyla suçsuz birbirine karıştırılmasın. Kuruyla yaş birbirine karıştırılmasın.
Cemaat yargısıyla Aydın Doğan arasında arabuluculuk yaptığınız doğru mu?
Ne yapmışım mesela? Örnek var mı?
Taha Akyol’dan öğrenmeye geldim
Hah... Sen bunu Taha Akyol’a sorarsın. Taha Akyol’a sordun, cevabını verdin. Bu Türkiye’de insanlarda ne kadar önyargı mühendisliği yapılarak güdüldüğünü gösterir bu anlattığın olaylar. Değil mi? Dün şöyle bir şeytan yaratıyorsun, bugün melek oluyor ertesi gün bugün melek dediğin tekrar şeytan oluyor. Bu siyasetin konjonktürüne göre değişen şeyler. İşte benim isyanım buna. Siyaset her şeyden değerli olamaz. Siyaset ahlaktan değerli olamaz, hukuktan değerli olamaz. Siyaset insanlıktan, insani davranışlardan, nezaketten üstün olamaz. Şimdi bu saydıklarıma göre siyaset ne ölçüde bunlara uyuyor bir bak. Siyasi hırs... Kerbela’nın sebebi siyasi hırs değil midir? Bitti... Nelere kadir siyasi hırs görüyor musun?
Cemaat’e sempatiniz var mıydı?
Ben Cemaat’in okullarına, kibar davranışlarına, eğitimi teşvik etmelerine, sosyal olmalarına her zaman saygı duydum. Bu doğru bir hareketti. İslam tarihinde maalesef misyonerlik diye bir gelenek yok. Cihat değince hep böyle savaş falan anlaşılmıştır bunlar bir tür misyoner olarak da çalışıyorlardı. Düşün yani kalkıp Afrika’ya gidiyor, buna saygı duyulur. n Yargıyla değil Cemaat imamıyla halledilebilen bir sistemde adalet nasıl sağlanacaktı? Neşter vurulmasaydı ne olacaktı? - Şimdi yargıda cemaat yanlış olduğu gibi yargıda ideoloji de yanlıştır. Bireysel cemaat olabilir, bunu Başbakan da söyledi, bireysel olabilirler diye. Bireysel cemaat olur, tarikat olur… Dini hayatında, özel hayatında cemaatle birlikte hareket eder ama kürsüye oturduğu zaman kanun, içtihat ne diyorsa ona bakar.
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
İşte o röportajdan bir bölüm:
İyi ki cuma vakti öncesi röportaj yapmaya gitmişim, Taha Akyol’dan babacan ve entelektüel hutbemi aldım. Kafamdaki soru işaretleri hatalı sollama yapsa da Taha Akyol, korna sesini bile musikiye uyduran naiflikte tarzıyla sorularımı cevaplara ulaştırdı. Alalım ilk soruyu...
Taha Akyol mutsuz musunuz?
Valla kendimi mutlu hissettiğim anlar da mutsuz hissettiğim anlar da oluyor. Mutlu hissettiğim anlar; beğendiğim bir yazı yazdığım, beğendiğim bir çalışmamın kitap olarak çıktığı, evimde olduğum anlardır. Bir ev erkeğiyim. Bir de 9 aylık torunum var, onunla beraber olduğum anlardır. Fakat politikadaki asabiyeti, kötüye gidişi, kutuplaşmayı, otoriterleşmeyi gördüğümde çok mutsuz oluyorum.
Şu anda öyle bir durum mu var?
Öyle bir durum var tabii. Yok mu?
Tanıdığım naif yazarlardan birisiniz ama son zamanlarda kızgın caiz olursa mangallık yazılar okuyorum sizden, niye?
Hâlâ sakin yazdığım kanaatindeyim. Sizin bu nitelemenizi ciddiye almam gereken bir eleştiri olarak görüyorum, ciddiye alacağım. Ama ben hâlâ sakin yazdığım kanaatindeyim. Bağırmanın çağırmanın bu kadar geçerli olduğu bir ortamda ben hâlâ bağırıp çağırmadan yazdığımı düşünüyorum.
Referansım Ali Fuat Başgil
Liberalizm denince akla gelen isimlerden birisiniz, Atilla Yayla da öyle… Fakat söyledikleriniz birbirine zıt düşüyor. John Locke yaşasaydı hanginizi onaylardı?
Bir şey diyemem. Yani Atilla Yayla kendi doğru bildiği istikamette yazıyor, ben kendi doğru bildiğim istikamette yazıyorum. Ben yalnız Atilla Yayla’nın içinde bulunduğu liberal düşünce grubuna her zaman ‘Sizin muhafazakârlığınız eksik’ derdim. Kendimi sadece muhafazakâr liberal olarak nitelemiyorum. Benim muhafazakârlığım da liberalliğim de var. Onun için benim liberalliğimi Türkiye’de referans yapabileceğim tek isim Ali Fuat Başgil’dir. Ben kendimi batılı liberal düşünürlere referans yaparak, tamam okudum onları ama referans olarak tanımıyorum. Bu konuda hukuk, demokrasi, hak ve hürriyetler konusunda benim referansım, hocam Ali Fuat Başgil’dir.
Atilla Yayla’nın başkanlık sistemiyle ilgili son sözlerini okudunuz mu?
Yani bir liberal başkanlık sistemini de savunabilir, parlamenter sistemi de savunabilir. Çünkü ikisi de demokratik olabilir. Önemli olan içinde bulunduğunuz politik duruma göre getirilmek istenen sistem hakkındaki tavrınızdır. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirmek istediği başkanlık sisteminin liberal demokrasiyle bağdaşık olduğunu görmediğim için karşı çıkıyorum. Turgut Özal’ın savunduğu başkanlık sistemine de ‘başkanlığa geçmek zor, parlamenter sistemi düzeltmek daha iyi’ diye karşı çıkıyordum. Halbuki şimdi teklif edilen başkanlık sistemine hem sistem değiştirmek çok zordur buna gerek yok hem de talep edilen başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı prensibi zayıftır diye karşı çıkıyorum şimdi.
ABD’de oluyor, burada niye olmasın?
Valla sistemler bir ülkeden ötekine plant edilemez. Bu mümkün değil. Amerika’da bağımsız devletler birleşerek bir federasyon kurdular. Federal sistem bir birleşme dinamiği olarak ortaya çıktı. Amerika’daki başkanlık sisteminin önemli bir unsuru olan federalizm, Türkiye’de birleşme unsuru olmaz ayrışma unsuru olur. Kültürleri son derece farklı. Şimdi Burhan Kuzu başkanlık sistemini savunan kitabında diyor ki ‘Başkanlık sistemi Amerika’da başarılı oldu, Latin Amerika’da başarısız. Çünkü Latin Amerika’daki partiler sürü partileri gibidir, verilen emri yaparlar’. Ondan sonra başka bir konuşmasında da bugünkü parlamenter sistemde Türk parlamentosunu eleştirirken ‘Milletvekilleri sürü gibi emir verince parmak kalkıyor’ diyor. Bu kültürde başkanlık sistemi ne olur? İşte ben buna karşı çıkıyorum.
Teröre destek iddiası iftira
Doğan Grubu terör propagandası yapmaktan ne zaman vazgeçer? Ya da yaptı mı diyelim, suya ve sabuna dokunmayan soru olsun...
Haksızdı o eleştiri. Doğan Grubu hiçbir zaman terörü desteklemedi. Doğan Grubu teröre karşıdır. Teröre, PKK’ya karşı en çok yazı yazan yazarlardan birisi benim. Hatta AKP’li yazarlar KCK’nın ne olduğunu bilmezken KCK’nın ne olduğu hakkındaki yazıları ben yazdım ve bana niye yazıyorsun demedi hiç kimse. Ben Doğan Grubu’nun terörü desteklediği iddiasını bir iftira olarak görüyorum.
Siz kurumunuzun aldığı tavrın aksine yazılar yazdınız, terörü ve Demirtaş’ın siyasetini eleştirdiniz...
Demek bu kuruluşta ifade hürriyeti var.
Merak ettiğim bu konuları o arkadaşlarınızla konuşmuyor musunuz?
Konuşuyoruz. Kimse niye böyle yazıyorsun demediği gibi aksine ‘Çok iyi yazmışsın bu tarafını hiç bilmiyorduk’ diyenler çok oldu. Şunu tekrar söylüyorum: Türkiye’de iktidar yanlısı medya KCK’nın ne olduğunu benden öğrendi, benim yazılarımdan öğrendiler.
Evet, buna bende şahidim…
Bak sen de şahitsin… Onlar iktidarla PKK müzakere yaparken başka bir tavır aldılar, iktidarla PKK çatışmaya girince başka bir tavır aldılar. Çözüm sürecinin prensipte doğru olduğunu ama uygulamada KCK gibi çok ciddi bir totaliter problemin bulunduğunu ve buna çok dikkat edilmesi gerektiğini yazdım. Türkiye’de ak, kara diye tasnif etmek maalesef kolay olduğu için analitik düşünen insanların böyle bir sıkıntısı var. Ya akın içine itiliyorlar ya karanın içine itiliyorlar. Çözüm sürecinin prensibi doğrudur fakat KCK gibi totaliter bir yapının ne olduğunun bilinmesi lazımdı. İktidarı destekleyenler bunu bilmeden desteklediler. Şimdi de yine analitik bir eleştiri getirmeden kahrolsun düşman edasıyla eleştiriyorlar.
Peki iktidarda kimin olması gerekiyordu ki buna terör denilsin?
Şunu söyleyeyim: Ben her devirde iktidardan ve muhalefetten bağımsız kendi düşüncelerimin sözcüsü olmaya, kendi doğrularımın sözcüsü olmaya birinci derecede önem verdim. Ben Turgut Özal’ı çok kuvvetle destekledim. Kendisine de çok yakındım, Turgut Ağabey diye hizmet ederdim. Fakat Turgut Özal’ın partisi 28 Şubat dönemine girdiği zaman bu artık Turgut Özal’ın partisi değildir. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Avrupa Birliği, liberalleşme, demokratikleşme, piyasa ekonomisi konusundaki bütün icraatını destekledim, bana yandaş denildi. Şimdi o prensiplere aykırı gördüğüm icraatını eleştiriyorum, bu defa da muhalif deniyor. Ben her devirde aynı prensipleri savunmaya dikkat ettim. Bu prensipler bireysel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, demokrasi gibi değerlerdir.
Önceden AK Parti’yi destekliyordunuz
Destekledim.
Şimdi ne oldu?
AK Parti’yi AK Parti olarak desteklemedim. Ortaya koyduğu icraat ve program olarak destekledim. Bugün şunu da söylüyorum parti programı olarak en iyi parti AK Parti’dir. Fakat kendi programını uygulamayan parti de AK Parti’dir. Mesela AK Parti’nin programında diyor ki ‘Biz yolsuzlukla mücadele için savcıların yetkilerini artıracağız. Dokunulmazlıkları, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandıracağız’. Ben bunu AK Parti’nin programındaki bu prensip çok güzeldir diye yazdığım zaman bana AK Parti’ye yeminli düşman olanlar yandaş dediler. Şimdi niye bu prensibi uygulamıyorsun diye eleştiriyorum bu defa da AK Partililer ‘Sen karşıya geçtin, mahalleni değiştirdin’ diyorlar. Hayır kardeşim, dokunulmazlıkları parlamento faaliyetleriyle sınırlamak doğruysa her devirde herkese karşı doğru olmalı. Yanlışsa dün niye buna yanlış demediniz?
Şimdi niye kızdınız?
Yok, yok, hayır... Mesela AK Parti’nin program ve tüzüğünde milletvekillerinin önseçimle belirlenmesi var. Öyle mi yapıyorlar? Şimdi bir yazar çıkıp bak ne güzel AK Parti’nin programında ön seçim var diye AK Parti’yi övdüğü zaman yandaş oluyor, programınızı uygulamıyorsunuz diye eleştirdiği zaman da düşman oluyor. Türkiye’deki fikir düzeyini görüyor musunuz?
ELEŞTIRILECEK OLANLA SUÇU AYIRMAK LAZIM
Gülen Cemaati’ne ‘paralel örgüt’ diyor musunuz?
Siyasi nitelemeler yapmam. Gülen Cemaati hakkında iktidarın söylediği kelimelerle iddianame yazılmasını da doğru bulmam. Soruşturma açıldığı zaman iddianamedeki iddia suçlanan eylemle ilgili olmalıdır. O eylemin dışına çıkan bir suçlama olmaz. Kanunsuz dinleme mi yapmışlar o suçun adı kanunsuz dinlemedir. Gezi olayları hakkında iktidar ne dedi? ‘Bu bir darbe teşebbüsüdür’ dedi. Bu bir darbe teşebbüsü değildi, bu bir toplumsal olaydı. Yumuşak davransaydı daha çabuk biterdi ve daha iyi olurdu. Ama iktidar buna darbe teşebbüsü dediği için savcılar darbe teşebbüsünden müebbet hapis isteyerek davalar açtılar. Hepsi beraat ediyor.
Polisin şiddetinin provokasyon olduğunu düşünemez miyiz?
Bu komplo teorisi olur. Ben henüz bu konuda bir delil görmedim. Delil varsa sen söyle. Polisler destan yazdı denmedi mi? Bu bir provokasyonsa destan yazdı diyen kimdi? Polis provoke ederken polis aşırı güç kullanmamalıdır diye açıklama yaptın mı?
Gülen’in bir gülüşüne her şeyi feda edecek yapıyla devlet nasıl mücadele etmeliydi?
Bak ben bahsettiğin ‘Hayat Yolu’ adlı kitabımda mistik yapılanmaları, bireyin özgürlüğüne yer vermeyen sık dokulu toplulukları eleştirdim. Böyle bir şeyi benim tasvip etmem mümkün değil. Ama böyle bir şey kanun içerisinde, hukuk içerisinde kalmak kaydıyla özgürlüğe sahiptir. Anlaştık mı? Ben tarikatları bireyin özgürlüğünü önüne vermediği için tasvip etmem. Fakat tarikatlara düşman muamelesi yapılmasını da doğru bulmam. Eleştirilecek olanla suç olanı birbirinden ayırmak lazım.
Size karşı olan eleştirilerin çoğu bir tek paralel yapıya dokunmadığınız yönünde...
Şimdi bakın bugün Türkiye’de Cemaat’in söz konusu olmasının sebebi hükümetin Cemaat’in üzerine gitmesi. Ben bu gidişte bir imha siyaseti görüyorum. Ben bu gidişte hukuka işlenen suçun üstüne gidilmesi kanaatindeyim fakat hukuku uyulmadığı kanaatindeyim. Şimdi böyle bir mücadelede ben koroya katılarak kahrolsun bunlar bireysel özgürlüğü ortadan kaldıran totaliter bir teşkilattı diye davranmayı etik bulmam. Ancak etik olarak şunu söyleyebilirim ben suçu olanların üzerine gidilsin ama suçluyla suçsuz birbirine karıştırılmasın. Kuruyla yaş birbirine karıştırılmasın.
Cemaat yargısıyla Aydın Doğan arasında arabuluculuk yaptığınız doğru mu?
Ne yapmışım mesela? Örnek var mı?
Taha Akyol’dan öğrenmeye geldim
Hah... Sen bunu Taha Akyol’a sorarsın. Taha Akyol’a sordun, cevabını verdin. Bu Türkiye’de insanlarda ne kadar önyargı mühendisliği yapılarak güdüldüğünü gösterir bu anlattığın olaylar. Değil mi? Dün şöyle bir şeytan yaratıyorsun, bugün melek oluyor ertesi gün bugün melek dediğin tekrar şeytan oluyor. Bu siyasetin konjonktürüne göre değişen şeyler. İşte benim isyanım buna. Siyaset her şeyden değerli olamaz. Siyaset ahlaktan değerli olamaz, hukuktan değerli olamaz. Siyaset insanlıktan, insani davranışlardan, nezaketten üstün olamaz. Şimdi bu saydıklarıma göre siyaset ne ölçüde bunlara uyuyor bir bak. Siyasi hırs... Kerbela’nın sebebi siyasi hırs değil midir? Bitti... Nelere kadir siyasi hırs görüyor musun?
Cemaat’e sempatiniz var mıydı?
Ben Cemaat’in okullarına, kibar davranışlarına, eğitimi teşvik etmelerine, sosyal olmalarına her zaman saygı duydum. Bu doğru bir hareketti. İslam tarihinde maalesef misyonerlik diye bir gelenek yok. Cihat değince hep böyle savaş falan anlaşılmıştır bunlar bir tür misyoner olarak da çalışıyorlardı. Düşün yani kalkıp Afrika’ya gidiyor, buna saygı duyulur. n Yargıyla değil Cemaat imamıyla halledilebilen bir sistemde adalet nasıl sağlanacaktı? Neşter vurulmasaydı ne olacaktı? - Şimdi yargıda cemaat yanlış olduğu gibi yargıda ideoloji de yanlıştır. Bireysel cemaat olabilir, bunu Başbakan da söyledi, bireysel olabilirler diye. Bireysel cemaat olur, tarikat olur… Dini hayatında, özel hayatında cemaatle birlikte hareket eder ama kürsüye oturduğu zaman kanun, içtihat ne diyorsa ona bakar.
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ