05 Tem 2012 11:41
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:52
ŞUÇ TAŞAN DEREDE! BU YÜZSÜZLÜKLE HESAP MI VERECEKLER?
Ahmet Altan, dün Samsun'da 9 cana mal olan sel dehşeti ile ilgili öyle bir yazı kaleme aldı ki..
Yoksullar
Televizyonda "çocuklarım içerde" diye çırpınan kadını gördüm.
Çocukları ölmüştü.
Ama henüz bunu bilmiyordu.
Gelişmiş bir ülkede yaşasaydı, çocuklarını "devletin dere yatağına yaptığı" bir binanın bodrum katında ölüme bırakmayacaktı.
Başka ülkelerde de insanlar doğal afetler nedeniyle ölür ama "devletin yanlış yere yaptığı" binada boğularak ölmez.
Ölen o kapıcı ailelerinin o evlere yerleştiklerinde duydukları sevinci düşündüm, "devletin yaptığı sağlam ve güvenilir evlere" yerleştiklerine, "hayatlarını kurtardıklarına" inanmışlardı herhalde.
Devlet, onları öldürdü.
Biliyorum ki bunun siyasi bir bedeli olmayacak, devleti yönetenlerin fevkalade pişkince açıklamalarını dinleyeceğiz, belki bir iki mühendis suçlanacak, olay kapatılacak.
Burada, yoksulları öldürürler.
Samsun’da evleri "dere yatağına" yaparak öldürdüler.
Uludere’de bombalayarak.
Yoksulları öldürürler burada.
Hesabını bile vermezler.
Aldırmaz, geçer giderler.
"Ortadoğu’da kuracağımız büyük imparatorluğun" hayallerini dinleriz, olmazsa bir tepe bulur oraya Ortadoğu’nun en büyük camiini dikerler, çabuk unuturlar ölüleri, kimse onlara hatırlatmaz.
"İnsanları öldürmüştünüz, ne oldu" demez.
Devlet... İnsanların canını emniyete almak için bulunmuş bir yapı bu, insanların içinde boğularak öleceği evler yapıyor.
Niye dere yatağına yaptılar acaba binaları?
Dere yatağına yapılan binalarda insanların öleceğini bilmemeleri imkânsız, bunu bile bile niye yaptılar?
Niye başka bir arazide değil de orada?
Dere yataklarından en az yüz metre ötede olması gereken binalar niye yatağın içine inşa edildi?
Bakanın ilk açıklamalarını okudum, "devletin hiçbir suçu olmadığını" öğrendim.
Suç, taşan derede herhalde.
Suç, devlete güvenip de o evlere yerleşen yoksullarda belki de.
Ama devlette değil, hükümette değil, bakanda değil, bakanlıkta değil.
Yoksullar ölür bu ülkede.
Öyle birer ikişer değil, yüzer yüzer ölürler.
Son altı ayda 366 işçi, iş kazalarında öldü.
Her gün ortalama iki işçi ölüyor.
Her gün.
Dünya kendi çevresindeki dönüşünü her tamamladığında biz iki işçiyi ölümün kucağına bırakıyoruz.
Yıllardan beri sürdürüyoruz bu düzeni.
Atölyeler patlıyor, tersaneler yanıyor, madenler çöküyor.
Devlet aldırmıyor.
Yoksullar ölür çünkü.
Düzeni böyle kurmuşlar, değiştirmezler, yoksulları öldürmekte büyük para var çünkü, yoksullar ölüme, paralar zenginlerin cebine akıyor.
Devlet yönetenlerin umurunda mı yoksullar?
Uludere’de bombalayarak öldürdüler de hesabını vermediler, dere yatağında boğduklarının mı hesabını verecekler?
Kapıcı çocuklarının boğularak öldüğü o binaların açılışını bizzat bugünkü bakan yapmış, açılıştaki konuşması, "Dünyayla kucaklaşan Türkiye" diye başlıyor.
Nasıl kucaklaşıyorlarsa dünyayla arada yoksul çocuklar ezile ezile ölüyor.
Büyük bir propaganda sistemi kurmuşlar, ruhunu satmaya hazır olanları sistemlerinin içine toplamışlar, insanlar öldükçe sistemleri tef çalıp "yok bir şey, yok bir şey" diye türkü söylüyor.
Uludere’de "yok bir şey", Tuzla tersanelerinde "yok bir şey", dere yatağında yapılan evlerde "yok bir şey", patlayan atölyelerde "yok bir şey", çöken madenlerde "yok bir şey".
Ne var peki?
"Türkiye büyük devlet" var, Osmanlı imparatorluğu var, "Ortadoğu’ya biz nizam vereceğiz" var, "ecdadın yaptığından daha büyük" cami gösterişi var, fiyakalı nutuklar var, dalkavukluk edebiyatının en yağlanmışları var, pişkinlik var, yüzsüzlük var.
O kadın nasıl çırpınıyordu orada...
Nasıl ağlıyordu.
"Çocuklarım içerde" diye bağırıyordu.
Korkunç bir gürültüyle gelen sel sularına kapılan o çocukların hesabını verecek mi kimse?
Vermeyecek.
Güzel nutuklar dinlersiniz.
Bir iki acıklı şiir belki.
Devletin vereceği budur.
Bir de tazminat öderler belki ölenlerin ailelerine, daha sonra "sorumluların" bulunmasını isteyen insanları azarlamak için, "parasını verdik ya daha ne söyleniyorsunuz" demek için.
Yoksulları öldürürler burada.
Yoksul ölümlerinden nutuklarına süs yaparlar.
Çocuklarının hesabını soran çıkarsa önce azarlar, sonra mahkemeye verir, sonra hapse gönderirler.
Bir iki güne kalmaz, "kabahatin ölenlerde olduğunu" okuruz.
Devlet kabahatli olacak değil ya, elbette ölen yoksullar kabahatli, yoksul oldukları için kabahatliler, öldükleri için kabahatliler.
Evleri dere yatağına yapmışlar.
Törenlerle açmışlar.
Övünmüşler.
Karadeniz’de "yağmur yağacağı" hiç akıllarına gelmemiş nedense, derelerin taşacağını hiç düşünmemişler.
Niye oraya yaptılar acaba, devletin arazisi miydi orası yoksa birisinden mi satın aldılar, niye dere yatağını seçtiler?
Kendileri oturmayacağı için herhalde.
Onlar oturmayacak, paşalar oturmayacak, zenginler oturmayacak, yoksullar oturacak orada, "yap gitsin o zaman."
Yoksulları öldürürler burada, bazen bombalarlar, bazen madenlere gömerler, bazen atölyelerde yakarlar, bazen de sel sularına atarlar.
Bir imparatorluk kurmaya hazırlanıyorlar, en büyük camiiyi yapıyorlar, daha ne yapsınlar?
Bir de yoksulları mı kurtarsınlar?
Yoksul onlar, yoksullar ölür burada.
Ahmet Altan / Taraf
Televizyonda "çocuklarım içerde" diye çırpınan kadını gördüm.
Çocukları ölmüştü.
Ama henüz bunu bilmiyordu.
Gelişmiş bir ülkede yaşasaydı, çocuklarını "devletin dere yatağına yaptığı" bir binanın bodrum katında ölüme bırakmayacaktı.
Başka ülkelerde de insanlar doğal afetler nedeniyle ölür ama "devletin yanlış yere yaptığı" binada boğularak ölmez.
Ölen o kapıcı ailelerinin o evlere yerleştiklerinde duydukları sevinci düşündüm, "devletin yaptığı sağlam ve güvenilir evlere" yerleştiklerine, "hayatlarını kurtardıklarına" inanmışlardı herhalde.
Devlet, onları öldürdü.
Biliyorum ki bunun siyasi bir bedeli olmayacak, devleti yönetenlerin fevkalade pişkince açıklamalarını dinleyeceğiz, belki bir iki mühendis suçlanacak, olay kapatılacak.
Burada, yoksulları öldürürler.
Samsun’da evleri "dere yatağına" yaparak öldürdüler.
Uludere’de bombalayarak.
Yoksulları öldürürler burada.
Hesabını bile vermezler.
Aldırmaz, geçer giderler.
"Ortadoğu’da kuracağımız büyük imparatorluğun" hayallerini dinleriz, olmazsa bir tepe bulur oraya Ortadoğu’nun en büyük camiini dikerler, çabuk unuturlar ölüleri, kimse onlara hatırlatmaz.
"İnsanları öldürmüştünüz, ne oldu" demez.
Devlet... İnsanların canını emniyete almak için bulunmuş bir yapı bu, insanların içinde boğularak öleceği evler yapıyor.
Niye dere yatağına yaptılar acaba binaları?
Dere yatağına yapılan binalarda insanların öleceğini bilmemeleri imkânsız, bunu bile bile niye yaptılar?
Niye başka bir arazide değil de orada?
Dere yataklarından en az yüz metre ötede olması gereken binalar niye yatağın içine inşa edildi?
Bakanın ilk açıklamalarını okudum, "devletin hiçbir suçu olmadığını" öğrendim.
Suç, taşan derede herhalde.
Suç, devlete güvenip de o evlere yerleşen yoksullarda belki de.
Ama devlette değil, hükümette değil, bakanda değil, bakanlıkta değil.
Yoksullar ölür bu ülkede.
Öyle birer ikişer değil, yüzer yüzer ölürler.
Son altı ayda 366 işçi, iş kazalarında öldü.
Her gün ortalama iki işçi ölüyor.
Her gün.
Dünya kendi çevresindeki dönüşünü her tamamladığında biz iki işçiyi ölümün kucağına bırakıyoruz.
Yıllardan beri sürdürüyoruz bu düzeni.
Atölyeler patlıyor, tersaneler yanıyor, madenler çöküyor.
Devlet aldırmıyor.
Yoksullar ölür çünkü.
Düzeni böyle kurmuşlar, değiştirmezler, yoksulları öldürmekte büyük para var çünkü, yoksullar ölüme, paralar zenginlerin cebine akıyor.
Devlet yönetenlerin umurunda mı yoksullar?
Uludere’de bombalayarak öldürdüler de hesabını vermediler, dere yatağında boğduklarının mı hesabını verecekler?
Kapıcı çocuklarının boğularak öldüğü o binaların açılışını bizzat bugünkü bakan yapmış, açılıştaki konuşması, "Dünyayla kucaklaşan Türkiye" diye başlıyor.
Nasıl kucaklaşıyorlarsa dünyayla arada yoksul çocuklar ezile ezile ölüyor.
Büyük bir propaganda sistemi kurmuşlar, ruhunu satmaya hazır olanları sistemlerinin içine toplamışlar, insanlar öldükçe sistemleri tef çalıp "yok bir şey, yok bir şey" diye türkü söylüyor.
Uludere’de "yok bir şey", Tuzla tersanelerinde "yok bir şey", dere yatağında yapılan evlerde "yok bir şey", patlayan atölyelerde "yok bir şey", çöken madenlerde "yok bir şey".
Ne var peki?
"Türkiye büyük devlet" var, Osmanlı imparatorluğu var, "Ortadoğu’ya biz nizam vereceğiz" var, "ecdadın yaptığından daha büyük" cami gösterişi var, fiyakalı nutuklar var, dalkavukluk edebiyatının en yağlanmışları var, pişkinlik var, yüzsüzlük var.
O kadın nasıl çırpınıyordu orada...
Nasıl ağlıyordu.
"Çocuklarım içerde" diye bağırıyordu.
Korkunç bir gürültüyle gelen sel sularına kapılan o çocukların hesabını verecek mi kimse?
Vermeyecek.
Güzel nutuklar dinlersiniz.
Bir iki acıklı şiir belki.
Devletin vereceği budur.
Bir de tazminat öderler belki ölenlerin ailelerine, daha sonra "sorumluların" bulunmasını isteyen insanları azarlamak için, "parasını verdik ya daha ne söyleniyorsunuz" demek için.
Yoksulları öldürürler burada.
Yoksul ölümlerinden nutuklarına süs yaparlar.
Çocuklarının hesabını soran çıkarsa önce azarlar, sonra mahkemeye verir, sonra hapse gönderirler.
Bir iki güne kalmaz, "kabahatin ölenlerde olduğunu" okuruz.
Devlet kabahatli olacak değil ya, elbette ölen yoksullar kabahatli, yoksul oldukları için kabahatliler, öldükleri için kabahatliler.
Evleri dere yatağına yapmışlar.
Törenlerle açmışlar.
Övünmüşler.
Karadeniz’de "yağmur yağacağı" hiç akıllarına gelmemiş nedense, derelerin taşacağını hiç düşünmemişler.
Niye oraya yaptılar acaba, devletin arazisi miydi orası yoksa birisinden mi satın aldılar, niye dere yatağını seçtiler?
Kendileri oturmayacağı için herhalde.
Onlar oturmayacak, paşalar oturmayacak, zenginler oturmayacak, yoksullar oturacak orada, "yap gitsin o zaman."
Yoksulları öldürürler burada, bazen bombalarlar, bazen madenlere gömerler, bazen atölyelerde yakarlar, bazen de sel sularına atarlar.
Bir imparatorluk kurmaya hazırlanıyorlar, en büyük camiiyi yapıyorlar, daha ne yapsınlar?
Bir de yoksulları mı kurtarsınlar?
Yoksul onlar, yoksullar ölür burada.
Ahmet Altan / Taraf