"ŞU ANDAN İTİBAREN HAREME GİRİYORSUNUZ!.." VE HÜRRİYET'İN MERAKLA BEKLENEN YAZI DİZİSİ BAŞLADI!..
İhrama nerede bürünmek lazım? Ahmet Hakan'ın Harem'de verdiği nefis mücadelesi,insan Kabe'yi gördüğünde ne hisseder?Özkök perdeleri açtığında neden donup kaldı? Ertuğrul Özkök,Ahmet Hakan ve Ali Bulaç'ın kaleminden Umre notları....
Şu andan itibaren hareme giriyorsunuz
TÜRK Hava Yolları´nın uçağı Cidde´ye doğru alçalmaya başladığında ben, Mustafa İslamoğlu´nun, "Hac Risalesi" adlı kitabını okuyordum.Ahmet Hakan´ın elinde ise Prof. Dr. Muhammed Hamidullah´ın "Hz. Peygamber´in Savaşları" adlı kitabı vardı.
Kitabın "modernist" bir anlayışla yazıldığını söylüyordu.
Umrenin bana kazandırdığı ilk insan Mustafa İslamoğlu olacaktı.
Hac Risalesi´ni bana dostum Alaaddin Kaya göndermişti.
O kitapta, bana çok tanıdık gelen bir "iç seyahat"in şiddetli coşkusunu hissetmiştim ve bu bana çok iyi gelmişti.
İslamoğlu, hacca giderken yola çıkışı şöyle anlatıyordu:
"Âdemsiniz,
Yitik cennetinizi aramaya çıkacaksınız.
Yitik cennetinizi, yani kaybettiğiniz özünüzü, uzaklaştığınız fıtratınızı, günah ve isyanla kirlettiğiniz vicdanınızı, harabeye dönen yüreğinizi, antik ve modern hurafelerin çöplüğüne dönen aklınızı, ezcümle kendinizi aramaya çıkacaksınız."
Oysa ben 1970´li yıllardan itibaren kendimle barışmayı Katmandu´larda, Marakeş´in arka sokaklarında, Tibetli rahiplerin mabetlerinde, Hinduların arasında, Route 66´larda aramaya çıkmıştım.
Müslüman doğmuştum, ama hayat beni, İslam´ın kutsal topraklarındaki arayışa hayatımın epey geç saatlerinde çıkarıyordu.
Uçak Cidde´ye indiğinde, İslamoğlu´nun kitabından çizdiğim satırlar arasından şu, belki de bir daha hiç çıkmamak üzere aklıma takılmıştı:
"Hac, mahşerin provasıdır."
İLK TARTIŞMA: İHRAMA NEREDE BÜRÜNMEK LAZIM
Bütün uçak yolculuğu boyunca, kafamda ihram giyip giymemeyi tartışmıştım.
Kimine göre ihram şarttı, kimine göre değil.
Kimine göre ihramı daha havaalanına gitmeden evde giymek gerekirdi, kimine göre uçakta da giyebilirdim.
Ahmet Hakan, Hayrettin Karaman´ın bir yorumunu hatırlattı.
İhram Cidde´de indikten sonra havaalanında da giyilebilirdi.
Atatürk Havaalanı´nda gazeteciler bizi bekliyordu.
Eminim içlerinde bizi ihramın içinde fotoğraflamak vardı.
Önemli olan, bunun "Harem" denilen topraklara girilmeden giyilmesiydi.
Son 3 yıla kadar hacca veya umreye gitmek gibi bir fikrim hiç yoktu.
Kudüs´ü çok merak etmiş ve iki defa gitmiştim.
Şunu bile söyleyebilirim.
Hıristiyanlığın tarihi hakkında daha fazla bilgi sahibiydim.
İslam tarihini iyi bildiğimi ise söyleyemezdim.
Mesela, Kâbe´nin çevresindeki "Harem" bölgesini, son zamanlarda okuduğum ve anlamaya başladığım Kuran´ın Bakara suresinden öğrenmiş ve başka kaynaklardan da bilgimi genişletmiştim.
AHMET HAKAN´IN HAREM´DE VERDİĞİ NEFİS MÜCADELESİ
"Harem", Kâbe´nin etrafındaki 25 kilometrelik alana verilen isimdi.
Bu bölgenin uzaydan çekilen fotoğraflarda sapsarı bir çölün ortasında kapkara bir volkanik arazi olarak görüldüğü söyleniyor.
Bu sınırlar Cebrail tarafından Hazreti İbrahim´e gösterilmiş ve daha sonra Hazreti Muhammed tarafından tekrar çizilmiş.
Şu bilgileri de İslamoğlu´ndan aktarıyorum:
"Harem, her tür kötülüğe ve hak ihlaline karşı yasak bölgedir. Baba katiliniz de olsa, orada yaşayan veya konuk olan bir insanın kılına dokunamazsınız."
Harem´de canlılara dokunamazsınız, hayvanları öldüremez, bitkilere, ağaçlara zarar veremez, çevrenizi kirletemezsiniz. Kötü söz söyleyemezsiniz.
İslamoğlu´na göre Harem, dünyanın en iyi korunan sit alanı.
Ziyaretimiz sırasında Harem yasaklarına en çok uymak zorunda kalan kişi Ahmet Hakan oldu.
Yoğun kalabalıkta kırık kolunu korumak için çok büyük mücadele verdi.
Ama en büyük mücadelesi, koluna yüklenen umrecilere gık dememek, kötü bir söz söylememek için verdiği müthiş nefis mücadelesiydi.
Kâbe´nin insan iradesi üzerindeki gücünün ilk somut örneğini orada gördüm.
İNSAN KÂBE´Yİ İLK GÖRDÜĞÜNDE NE HİSSEDER
Bu ziyaret vesilesiyle iki Türk rehberi tanımak fırsatım oldu.
Bize Kâbe´yi Osman Korkmaz gezdirdi. Korkmaz, El Ezher mezunu.
Mekke´ye doğru ilerlerken, bize insanların Kâbe´yi ilk gördüğünde nasıl bir duyguya kapıldığını anlatıyor.
"O aniden karşınıza çıkar ve içinizi müthiş bir coşku kaplar" diyor.
Oysa gittiğimiz yol, bize, en azından şimdilik, hiç bu hissi vermiyor.
Sıradan bir Arap topografyasında ilerliyoruz ve biraz sonra karşımıza bir tabela çıkıyor.
İngilizce ve Arapça, Harem bölgesinin başladığı belirtiliyor.
Yani biz, Harem bölgesine ihramsız giriyoruz.
Biraz sonra Mekke şehrinin caddelerindeyiz.
Tipik bir Arap şehri ve bu binaların arkasından, çocukluğumdan beri Akhisar´da dedemin evinin duvarındaki halı üzerinde gördüğüm Kâbe´nin çıkacağına dair hiçbir his yok.
Kâbe kadar, son yıllarda onun tam karşısına yapıldığını okuduğum "Zem Zem Towers"ı merak ediyorum.
Zaten o otelde kalacağız.
Kafamda, o otelin odalarından çekilmiş fotoğraflarda gördüğüm Kâbe manzarası var.
Kâbe´yi beklerken, arabamız, muazzam bir şantiyeye giriyor.
Oradan, şantiyenin altına inen bir yola giriyoruz.
Etrafta yüzlerce Pakistanlı, Bangladeşli işçi dolaşıyor.
Bize gezi programını yapan Nüanstur, her şeyi mükemmel hazırlamış.
Resepsiyona bile gitmeden anahtarlarımızı alıp, odalarımıza çıkıyoruz.
Daha valizim gelmeden, doğru pencereye gidiyorum ve perdeleri aralıyorum.
Gözümde, Zem Zem Towers´ın pencerelerinden görünen o muhteşem manzara var.
Gözlerimi kapatıp, perdeyi sonuna kadar açıyorum.
İlk izlenimimin çok etkileyici olmasını istiyorum.
Sonra yavaş yavaş gözlerimi açıyorum...
PERDELERİ AÇIYORUM VE DONUP KALIYORUM
Karşımda muazzam bir şantiye.
Dev bir vinç görüş alanımı bıçak gibi ikiye ayırıyor.
Müthiş bir düş kırıklığı.
Sonra başımı biraz sola çeviriyorum ve oradan Kâbe´yi görüyorum.
Işıl ışıl yanan bir meydan.
Ortasında, bütün hayatı boyunca kafamda taşıdığım o siyah küp şeklindeki yapı.
Ve etrafında dönen büyük bir kalabalık.
Saat sabaha karşı 3.20.
Yorgunluk ve uykusuzluk görme kabiliyetimi zayıflatmış.
Kendimi bir planetoryumda hissediyorum.
Işıklı bir nebula gözümün önünden geçiyor.
Galaksiler, yaratıcı bir merkezin etrafında dönüyor.
Binlerce insan hem birbirinden bağımsız, hem birbiriyle bağımlı bir ahenk içinde dönüyor.
Hayatımda ilk defa, çelişki dediğim şeyin tuhaf bir manasını görüyorum.
Düzenli kaos...
Pantolon ve beyaz bir tişört
Kâbe bugün İslam´ın "Babil Kulesi" gibi. Dünyanın her tarafından insan geliyor. Erkeklerin bir bölümü bildiğimiz ihrama bürünüyor. Bir kısmı milli kıyafetlerini giyiyor. Bir kısmı ise benim gibi, pantolon ve beyaz bir tişörtle. Kadınlar için ise ihrama bürünmek diye bir şey yok. Kimi siyah çarşaflı, kimi beyaz elbiseler içinde. Çok sayıda umreci yüzünde domuz gribi maskesi ile tavaf ediyor.
Kâbe böyle selamlanıyor
Tavaf sırasında, her köşesinde durup Kâbe selamlanıyor. Kâbe´nin selamlanma biçimi, duanın tersi. Yani eller bedene değil, Kâbe´ye doğru açılıyor ve kısa bir dua yapıldıktan sonra sağ elin içi öpülüyor. Burada Ahmet Hakan otururken, ben Kâbe´yi selamlıyorum.
Ertuğrul Özkök/Hürriyet
YARIN:
* Kâbe´de ilk adımlarım
* Mermer üzerinde yalınayak yürümenin dayanılmaz hazzı.
* Burnuma gelen o tanıdık koku
* Kâbe´yi tavaf ederken hissettiklerim
* Mekke´yle Kudüs´ün farkı
Gitmeden, görmeden dokunmadan, nefes almadan algılanamaz
HİÇ gitmediyseniz... Hiç görmediyseniz... Yani her şeye yeni başlıyorsanız...
Mekke denilince aklınıza...
Çöller, deve kervanları ve hurma bahçeleri gelir...
Her tarafı tarih kokan bir belde gelir.
Ama hayır!
Burası sanki sadece 10 sene önce kurulmuş bir şehir gibi...
Çıkarın Kâbe´yi, Mekke´den...
Geriye sadece Las Vegas kalır... Manhattan kalır... Dubai kalır... Bizim Maslak kalır...
Dev binalar, oteller, şantiyeler, KFC´ler, McDonald´s´lar, Starbucks´lar içinde modern ve yeniden yapılanan, hep yeniden yapılanan bir kent...
*
Oysa...
İslam´ın insanlık tarihi okumasına göre...
Burası ilk insanın, yeryüzüne ilk evi kurduğu bir kent...
Adem ile Havva bu beldede gezmiş... İbrahim Peygamber bu beldede oğlu İsmail´i kurban etmeye kalkışmış... Musa da, İsa da bu beldeden geçmiş...
"Son Peygamber", kurulu düzeni burada değiştirmeye çalışmış... İşkenceler, ekonomik ambargolar burada yaşanmış... 10 yılda sadece 40 inanmış adamın doğurduğu umutsuzluk sancıları burada yaşanmış... Hicret buradan başlamış...
Ama yok...
Hiçbirinin ne izine, ne tozuna rastlanılıyor...
Çünkü...
Mekke´den hain bir buldozer geçmiş, hoyrat bir silindir geçmiş...
Ve bu sert, ağır başlı, kerim, kutlu ve çok yaşlı kenti, dünün çocuğu haline getirivermiş...
Bir yandan insanlık mirasıyla başı hiç de hoş olmayan Müslümanlar, bir yandan da tarihin izlerinden çeşitli günahlar, şirkler çıkaran Suudilere özgü İslam anlayışı...
İkisi bir araya gelince...
Size düşen müthiş bir hayal kırıklığı oluyor...
"Mekke denilen yer burası mıymış?" deyip duruyorsunuz...
*
Ama neyse ki:
Kâbe var...
Kâbe´nin etrafında oluşturduğu muazzam inanç elektriği, herkesi sarıp sarmalamaya yetip de artıyor bile...
Böylece...
Gökdelenleri, Las Vegas´ı, Manhattan´ı, Amerikan markalarını, hamburgerleri, Maslak´ı falan unutuveriyorsunuz...
Muazzam ve çok etkileyici bir kutlu atmosferin çekim alanındasınız...
Size sadece şunu söylemek isterim:
Lütfen Kâbe resimlerini, posterlerini, filmlerini, görüntülerini falan unutun...
Çünkü...
Kâbe ile canlı ilk temasta yaşadıklarınızı, o resimler, filmler ve afişler yaşatamaz.
Şaka değil...
Kadim bir inancın insanlık tarihi okumasına göre her şeyin başladığı bir mekânın tam içindesiniz...
Öyle bir sırla gizli ki Mekke...
Gitmeden, görmeden, solumadan, dokunmadan, nefes almadan algılanamaz.
Öyle bir efsuna bulanmış ki Mekke...
Tarihini yerle bir etseniz de...
Geçmişini anımsatacak tek bir taşa bile tahammül etmeseniz de...
Her tarafı gökdelenlerle kuşatsanız da...
O efsun, o sır, o muazzam etkileme gücü sizi çepeçevre sarıyor.
Ne kadar bozarsan boz...
Ne kadar saklarsan sakla...
Ne kadar heybetli binalar kurarsan kur...
Kâbe´nin insanı etkileme gücüne bir fiske dahi vurulamıyor.
Kadın erkek aynı safta
Yeryüzünde kadın ve erkeğin yan yana namaz kıldığı tek yer Kâbe... Kâbe´de kadınlar ve erkekler aynı saflarda namaz kılıyor, birlikte tavaf yapıyor ve birlikte dua ediyorlar.
Mekke´de ne yapılır?
* BİR: Burası bir ibadet kentidir... Başka yerlerde "Hayatını yaşar, arada da ibadet edersin". Oysa Mekke´de "İbadet eder, arada da hayatını yaşarsın".
* İKİ: Canın sıkıldıkça Kâbe´de tavaf edersin...
* ÜÇ: Günün her saati Kâbe´nin etrafında dönenler olur... Eğer kalabalığın en az olduğu bir ana rastlarsanız, Peygamber´in elinin değdiği ve Kâbe´nin duvarında bulunan "Hacerül Esved" adlı taşı öpme imkânı bulabilirsin...
* DÖRT: Kadınların erkeklerle birlikte ibadet edebildikleri tek alan Kâbe´dir... Kâbe´de eşinle birlikte ibadet etme imkânının tadını çıkarabilirsin.
* BEŞ: "Kıble neresi?" diye sorma zahmetine katlanmana gerek yok... Dön Kâbe´ye... İşlem tamamdır...
* ALTI: Teravih namazından sonra Mekke Hilton´un lobisinde Arap kahvesi ile taze hurma ikilisine takılıp İslam tarihi üzerine muhabbet çevirebilirsin...
* YEDİ: Mekke´ye Müslüman olmayanların girmesi yasaktır... Zaten Müslüman olmayanların Mekke´de beş saat bile tutunabilmesi imkânsızdır... Çünkü burada her şey ama her şey ibadetlere ayarlıdır...
Kutsal Topraklar için bir sözlük denemesi
* TAVAF: Kâbe´nin etrafında 7 kez dönmektir... Tek dönüşe "şavt" denir... "7 şavt", bir tavaftır. Asırlardır Kâbe´nin etrafında dönülür... O kadar ki, bir kez Kâbe´yi su bastığında hacı adayları, yüzerek ya da küçük sallarla tavafa devam etmişlerdir.
* İHRAM: Kefeni sembolize eden iki parça giysi... Kâbe´yi tavaf etmek için ihram giymek şart değildir... İhram, umre ve hac ibadetinin bir parçasıdır... Bu ibadetleri yerine getirmek isteyenler giyerler...
* SAY: Safa ile Merve tepeleri arasında 7 kez gidip gelmek... Ama bir dakika... "Tepe" deyip geçmeyelim... Şu anda "Safa ile Merve tepeleri arası" denildiğinde, zemini beton kaplı, Kâbe müştemilatının içinde yer alan, yürüyen merdivenlerle ulaşılan, gayet modern ve amaca uygun bölüm anlaşılmalı...
* KÂBE: Hiçbir mimari özelliği bulunmayan, küp şeklinde bir yapı... Ama kutsal... Allah´ın evi olarak kabul ediliyor... İslam´dan önce içinde putlar vardı... Mekke´nin fethinin ardından putlardan arındırıldı... İçi boş... Bazen devlet başkanlarına içi gezdiriliyor...
* UMRE: Hac zamanı dışında yapılan ve haccın bazı kurallarının uygulandığı bir ibadet... Kurallar şunlar: İhram giyilecek, Kâbe 7 kez tavaf edilecek ve Safa ile Merve arasında 7 kez gidilip gelinecek...
Mahrem notlar (2)
* Ey bana "şeytan taşlama" olgusu üzerinden nükteler yapan sevgili nüktedan okurlarım... Hiç merak etmeyin: Biz de yaptık o nükteleri kendi aramızda... Özkök, "Ben seni taşlayayım, sen de beni" esprisini yaptı... Sebati´ye "Aman taş atma... Şeytan `Sen de mi Sebati´ der" diye takıldık... Yani hiç boşuna çabalamayın: Biz mavranın her türlüsünü çevirdik şeytan taşlama yerinde...
* Bence bizim umre seyahatine Özkök´ün soruları damgasını vurmuştur... Mihmandarlara öyle tuhaf sorular soruyordu ki, o toprakları avuçlarının içi gibi bilen zavallılar ne yapacaklarını şaşırıyorlardı... "Hz. Muhammed hiç Cidde´ye gitti mi?" ya da "İçkinin haram kılınmasından önce Müslümanlar içer miydi?" gibi... Mihmandarlarımıza "Tövbe estağfurullah" çektiren sorulardı bunlar...
* Alışveriş de yaptık... Ertuğrul Özkök, "yazı işleri masası" için "taze hurma" aldı... Sanırım Fikret Ercan için namaz takkesi, Doğan Hızlan için de tespih... Ben de Oktay Ekşi için Kâbe işlemeli bir adet seccade aldım... Başka armağanlar da aldık... Ama yazmamak üzere birbirimize söz verdik...
* Biz Medine´de dolaşırken bir "gizli bilgi" dalgalandı aramızda... Söylentiye göre: Başbakan Erdoğan, iki gün sonra umre için kutsal topraklara geliyormuş... Hemen havaya girdik: "Bize özenmiştir" türünden cümleler kurduk... Fakat o da ne? Medine´yi mesken tutmuş bir dostumuz, "Başbakan buraya her yıl gizlice gelir" demesin mi? Hemen hava atmaktan vazgeçtik tabii...
* Kutsal Topraklar´da Türk olmak bir ayrıcalık... Türkiye´nin Suudi Arabistan´da itibarı çok yüksek... Bunda Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan´ın bu topraklarla kurduğu yakın ilişkinin rolü yüksek... Ama şunu unutmayalım: Halk arasında da Türklerin yeri farklı... Bize özeniyorlar... Bir de şöyle bir şey var: Mekke´de çeşitli hacı kafileleri için yollar yapılmış... Mesela "Pakistan-Hindistan yolu" gibi... Türkiye´nin yolu ise "ABD-İngiltere ve Türkiye" yolu olarak belirlenmiş... İşte burada havaya girebiliriz.
Ahmet Hakan/Hürriyet
İkindi vaktinde çöl
TARİH, Adem ve Havva´nın yeryüzüne ayak basmasıyla başlar.
Bu amaçla kendisi için sayısız nimetlerle donatılmış ve kozmosta biricik olan yeryüzü gezegeninde bir süreliğine yaşayacaktır. Yol arkadaşı, düşmanı şeytandır.
Âdem, tarihi gündönümüne benzetecek olursak, "şafak vakti"nin peygamberidir. Nuh´a kadar insanlık çelişkisiz, özgür ve adalet içinde yaşadı.
Nuh, "kuşluk vakti"nde göreve başladı.
Bu vakitte insan uyumu bozmaya, dünyayı günahla kirletmeye başladı. Büyük tufan, dünyanın günah kirinden temizlenmesi için verilmiş küresel bir cezaydı.
"Öğle vakti"nin peygamberi Hz. İbrahim´dir.
Güneş tam tepededir. İbrahim tevhid inancını, mantığı, fedakârlığı ve adanmışlığı yeniden formüle etti.
Onun iki çocuğundan İsmail, "ekin bitmeyen Mekke"de yerleşti.
Diğer oğlu İshak; çocukları Yakup (İsrail), Yusuf, Musa, Davud, Süleyman, Yahya ve İsa üzerinden tarihsel yürüyüşüne devam etti.
İKİNDİ VAKTİNİN PEYGAMBERİ
İsmail´in soyundan gelen Hz. Muhammed (s.a), "ikindi vakti"nin peygamberi olarak son vahyi aldı.
Şöyle buyurmuştu: "Ben ikindi vaktinin peygamberiyim. Benimle kıyamet arasında iki parmak arası mesafe var."
"İkindi vakti (el asr)", insanın hem ihtiras, kibir, sömürü, zulüm ve günahlarının artışı, hem sürenin kısalması dolayısıyla "ziyanda olduğu" zamanın sonudur. Gidiş akşama doğrudur (gurub).
Çok geçmeden güneş batacak ve insan "Ait olduğu Allah´a dönecektir."
Peygamberler zincirinin son halkası olarak Hz. Muhammed (s.a.), miladi 571´de dünyaya geldi. Yani "Fil yılı"nda.
Beşeri potansiyeli ve ticaret yollarını San´a´da kurduğu kiliseye yöneltmek isteyen Ebrehe´nin Mekke´ye fil ordularıyla sefer düzenlediği sene. Şehrin reisi Abdulmuttalip, sadece 200 devesini kurtarmaya çalışmıştı. Ebrehe, "Bu nasıl iş, Ka´be´yi yıkmaya geldim, sen develerinin derdindesin" deyince o, "Ben develerimin sahibiyim. Ev´in sahibi Allah´tır, O evine sahip çıkar" cevabını verdi.
Dediği oldu, Kızıldeniz´den gelen kuş sürüsü Ebrehe´nin ordusunu darmadağın etti.
Hz. Muhammed´in babası Abdullah, çocuğunun doğumundan 7 ay önce, 25 yaşında öldü. 6 yaşına geldiğinde de annesi Amine 30 yaşında vefat etti.
YETİM VE ÖKSÜZ
Bu hem baba, hem anneden öksüz kalan çocuğu dedesi Abdulmuttalip çöle (badiye), süt annesi Halime´ye verdi.
İki sene sonra (578) dedesi de öldü, Onu yetiştirme görevini amcası Ebu Talip üstlendi. 12 yaşında amcasıyla bir kere Şam´a gitti.
15 yaşında haram aylarda yapılan korkunç Ficar savaşlarına katıldı, amcalarına yerden ok topladı.
Bir süre sonra da, Mekke´de olup biten yüz kızartıcı hak ihlallerine, örgütlü ve yaygın zulümlere ortak tavır almak üzere Erdemliler İttifakı´na (Hilfu´l-fudul) üye oldu.
25 yaşına geldiğinde kendisinden 15 yaş büyük soylu Hatice ile evlendi.
40 yaşına geldiğinde, son yıllarda sıklıkla inzivaya çekildiği Hira Mağarası´nda Cebrail´in getirdiği vahyi aldı.
NEDEN ÇÖL?
Bir insanı etkileyebilecek ana faktörler ?sosyolojinin toplumsallaşma süreçleri- aile, yakın çevre, sokak/şehir hayatı, meslek, siyasi tercih ve yerleşik kültür ve medeniyettir.
Hz. Muhammed (s.a), babasını hiç görmedi, dolayısıyla ondan etki almadı. Annesini küçük yaşta kaybetti, sevgisini hissetti, ama eğitiminden geçmedi. Yakın çevresiyle arasında her zaman ahlaki mesafe vardı. Mekke´nin yerleşik geleneklerinden, sorumsuz, yozlaştırıcı ilişkilerden hep uzak yaşadı.
Mekke çölün şehridir. Kolektif hafızada sadece Kâbe ve Hz. İbrahim var.
İsmail´den beri, yaklaşık 2500 senedir Araplar ilahi çağrıdan uzak yaşıyorlardı.
Çevre medeniyetlerin; mesela Doğu Roma / Bizans, İran / Sasani, Yemen veya Habeşistan´ın Mekke üzerinde hemen hemen hiç etkileri yoktu. Araplar felsefeyle uğraşmaz, çöl ile yakın ve berrak gökyüzü arasında saf/arı bir hayat yaşar, olağanüstü derecede etkileyici şiirler okurlardı.
LEKESİZ BİR ÜMMİ
Hz. Muhammed (s.a.) okuma yazma bilmeyen bir ümmiydi. Yani annesinden (ümm) doğmuş gibi temiz ve lekesiz. Ruhu, çölün ihtişamı kadar saf, zihni berrak gökyüzü kadar engin ve duruydu. Hep birden fazla tanrının, el yapımı putların ve zulüm üzerine kurulu sosyal ve iktisadi düzenin yanlış olduğunu düşünüyor, ama nasıl anlamlandıracağını bilemiyordu.
Ta ki vahy meleği Cebrail´le karşılaşıncaya kadar.
YARIN: Son mesajın ilk sözü
Ali Bulaç/Hürriyet