“STONER” sadece bir roman değil
Yayınlandığı ülkelerde satış rekorları kıran, edebiyat profesörü William Stoner’ın “oloğanüstü sıradan” hayatını anlatan “Stoner” nihayet Türkçede…
Mutsuz bir evlilik, “yasak aşk”ın; panzehirden her an zehre
dönüşebilen merhemi, başarma hırsı, düştükten sonra kalkabilme
cesareti ve insanın kendi “iç savaş”ından nasıl galip
çıkabileceğinin zorlu bir hayat tecrübesinden damıtılmış
sırları…
Ünlü Amerikalı yazar John Williams’ın dünya klasikleri arasında
gösterilen bu eseri sadece bir roman değil; günümüz insanı için,
“her şeye rağmen ayakta kalma kılavuzu”…
İyi bir roman, açtığı kapılarla, sorduğu sorularla ve bazen verdiği
bazen okuyucuya bıraktığı cevaplarla hayata, kendi hayatımıza
bakmamızı sağlar… Kendi açıklarımızı, dehlizlerimizi, kilitli
kalmış iç odalarımızı keşfedecek sihirli bir anahtar sunar… İşte
2013 Waterstones Yılın Kitabı Ödülü’nü alan, yayınlandığı ülkelerde
satış rekorları kıran ve dünya klasikleri arasında gösterilen
“Stoner” böyle bir roman. Amerikalı yazar John Williams’ın
“Stoner”ı, “sıradan” yani “hepimizinki” gibi sayılabilecek bir
yaşam öyküsü üzerinden bizi kendi içimizde, kendi ömür
labirentimizde bir yolculuğa çıkarıyor. Çiftçi bir ailenin, ziraat
mühendisi olma hayalleriyle üniversiteye başlayıp fakat yolun daha
başında edebiyata tutulup hayat dümenini edebiyat profesörlüğüne
kadar gidecek bir rotaya kıran çocuğu William Stoner’ın;
inişli-çıkışlı, ve de bol düşüşlü-kalkışlı hayatı, günümüz
insanının hissi ve hatta mesleki “takıntıları”nı aşması için de bir
nevi modern zaman “müsekkin”i, kağıda basılmış bir modern zaman
muskası…
İlk aşkını edebiyatla ve dolayısıyla mesleğiyle yaşayan
kahramanımız Stoner, kasaba utangaçlığını üzerinden atar atmaz
tanıştığı ilk kadınla evleniyor, “beşeri aşkın” kokusunu ilk orada
kokluyor ama tadamıyor… Sıkı ahlaki kurallarla yetişen eşi, kendi
kadınlığına, kadın oluşuna bile uzaktan baktığı için “ilk aşk” kuşu
kafesten çok erken uçup gidiyor. Sonrası mutsuz bir evlilik…
İlerleyen yıllarda Stoner’ın mutsuz evliliğinin ilacını toplumun
“yasak aşk” diye kodladığı bir alanda araması ve yaralı ruhunu
aşkın panzehirden her an zehre dönüşebilen merhemiyle onarma
çabası; ona kendini, gerçek benliğini geç de olsa tanıma imkanının,
zorlu kapılarını açıyor:
“Stoner’ın kaba eli o tenin üzerinde hayat bulurdu adeta. (…) Daha
önce hiç başka birinin vücudunu tanımadığını, dahası bu yüzden
başkasının benliğini her zaman o benliği taşıyan bedenden bir
şekilde ayrı tuttuğunu anladı. Sonunda bizzat tecrübeyle o güne
kadar hiç kimseyi bir samimiyet ya da güvenle veya teslimiyetin
getirdiği insani bir sıcaklıkla birlikte tanımadığını fark etti.
Tüm aşıklar gibi bol bol kendilerinden bahsettiler, bu şekilde
onları var eden dünyayı anlayabileceklerini sanıyorlardı.”
Ya meslek, ya çalışma hırsı, başarma hırsı! Acaba değiyor mu onca
çileye? Yazar, kahramanı üzerinden bu mevzuyu da deşiyor uzun uzun:
“William Stoner, dünyayı, genç meslektaşlarından çok azının
anlayabileceği bir biçimde tanımıştı. (…) Ve bir zamanlar kendi
kimlikleriyle dimdik yürüyen adamların, bir şekilde batmayacak bir
kurumun kadrolu çalışanı olarak keyfini sürdüğü küçük güvence
yüzünden ona nefret ve kıskançlıkla baktıklarını görmüştü. Bu
farkındalığı dillendirmedi; fakat ortak derinliklerde gizli
yönlerini değiştirmişti, müşterek sıkıntının yol açtığı sessiz
keder hayatının her anında yanı başındaydı.”
Bu arada “Stoner” iki büyük dünya savaşının fonunda geçiyor ama
roman, “savaş” kavramanı insanının “iç savaşı”yla öyle ustaca
teğelliyor ki; ortaya bir, “her şeye rağmen ayakta kalma kılavuzu”
çıkıyor… İşte bu özelliği de Stoner’ı dönem değil “her dönemin
romanı” kılıyor…