28 Ağu 2012 08:53
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:04
STAR YAZARINDAN ALİ BULAÇ'A TEPKİ; ''MÜSLÜMANLIK KELİMESİNİN SUYU MU ÇIKTI?''
Star gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, Ali Bulaç'ın son zamanlarda yürüttüğü 'İslamcılık tartışması'na tepki gösterdi
Ali Bulaç’ın yazdıkları ‘Hızırla Kırk saat’in bir mısrası
kadar etmez
Ali Bulaç, bir süredir gerek köşesinde gerekse gazetelere verdiği röportajlarda, yoğun bir ‘İslamcılık’ tartışmasını yürütüyor. Peşinen belirteyim, ‘İslamcılık’ tartışması bahsine girmek niyetinde değilim. Çünkü, sonradan icat edilmiş bu ‘İslamcılık’ kelimesine baştan itirazım var. Her şeyden önce, uydurulmuş bir kelimedir. Modern zamanlarda, Müslümanlara giydirilmeye çalışılan Batılı bir elbisedir.
‘Müslüman’ kelimesinin suyu mu çıktı? Ayrıca, semantik açıdan da ‘İslamcılık’ kelimesi arızalı bir duruma işaret etmektedir. İslam kültürü bağlamında yapacağımız bütün tartışmaları, ‘Müslüman’ kelimesiyle de pekala yapabiliriz. Benim esas değinmek istediğim, Bulaç’ın sanat ve edebiyatla ilgili görüşleridir, söyledikleridir. Mesela bir yazısında diyor ki: “Türkiye İslamcılığının en büyük handikapı ve zaafı hâlâ şairlerin, öykücü ve edebiyatçıların blokajı altında olup kelami ve usuli temeli olmayan, gerçek entelektüellerden ve alimlerden yoksunluğudur.”
Bir kere, bu ifadelerin sorunlu olduğu kadar aynı zamanda bilgi zafiyeti içerdiğini de belirtmek zorundayım. Bu yaklaşım, bir medeniyet bakış açısından yoksundur. İslam’ın bir ‘gönül medeniyeti’ olduğundan habersizdir.
Kısacası, İslam’ın insanın sadece aklına değil, aynı zamanda gönlüne hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu yok sayan bir yaklaşımdır. Ve de, modern zamanlara ait ham ve kuru bir ‘molla’ bakış açısıdır.
İşte, tam da tehlikeli olan budur.
Yüzyıllar içinde, İslam kültürünü ilmek ilmek dokuyan zirve isimlere kadar gitmeden kestirmeden söyleyelim. Ali Bulaç’ın bütün yazdıklarını, kitaplarının tamamını toplasanız, büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat şiirindeki bir mısra kadar etmez.
Yani şunu demek istiyorum. Bireysel olarak, ruhunuz estetik duyarlıklara, sanatsal inceliklere, şiirin evrensel diline kapalı olabilir. Hatta, Hz. Peygamberin şair Kaa’b Bin Züheyr’e hırkasını hediye etmesi sizin için bir anlam da ifade etmeyebilir. Evet, bu bir nakısadır. Ama neticede, bireyin kendini ilgilendiren bir durumdur.
Ancak, şairleri, romancıları, mimarları, musikişinasları Müslümanların bir ‘zaafı’ olarak değerlendirirseniz, işte o zaman durum değişir. Çünkü, bütün medeniyetler gibi İslam medeniyeti de bir bütündür. Bir medeniyet, mütefekkirler, bilim adamları, şairler, romancılar mimarlar, musikişinaslar, tasavvuf ehlinin gönül mimarları ile bir medeniyettir.
***
Bizim ‘hakikat medeniyeti’mizi inşa eden Muhyiddin-i Arabiler’i, Camiler’i, İmam-ı Rabbaniler’i, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Şeyh Galip’i, Fuzuli’yi, Dede Efendi’yi, Hacı Bayram Veli’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mimar Sinan’ı, İbni Sina’yı, Bediüzzaman’ı, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i, Sezai Karakoç’u birbirinden ayırabilir miyiz?
Yani Ali Bulaç’a göre, Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Galip, Fuzuli, Hacı Bayram Veli, Mimar Sinan, Dede Efendi, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal ve Sezai Karakoç gibi zirve isimler şair, mimar, musikişinas oldukları için İslam kültürünün ‘zaaf noktaları’ mıdır?
Yazının başında, dikkatli bir dil kullanarak Ali Bulaç’ın değerlendirmelerini bir ‘bilgi zafiyeti’ olarak tanımlamıştım. Ama eğer Ali Bulaç, ‘İslam kültüründe şairlere, romancılara, mimarlara, musikişinaslara ihtiyaç yok’ demek istiyorsa, o zaman bunun bir ‘cehalet’ olduğunu söylemek zorundayım.
Ayrıca Ali Bulaç“İnsanın özgürlük arayışı” adlı kitabında Batı’nın, romanı İslam ülkelerinde bir sömürü aracı olarak kullandığını söylüyor ki, doğrusu evlere şenlik... Tıpkı 70’li yıllarda olduğu gibi, her türlü olumsuzluğun günahını ‘Batı sömürüsü’ne yükleyip rahatlamak gibi bir şey yani...
Bilmem, Sezai Karakoç’un şu satırları Ali Bulaç için bir anlam ifade eder mi: “İlim ve sanat adamlarımız, dünyanın en büyük bilgin ve sanatçılarıyla boy ölçüşecek eser vermeden, böyle eserler verecek seviyeye gelmeden İslam dünyasında gerçek bir kurtuluşun başlayamayacağını kavrayalım.”
Mehmet OCAKTAN / STAR GAZETESİ
Ali Bulaç, bir süredir gerek köşesinde gerekse gazetelere verdiği röportajlarda, yoğun bir ‘İslamcılık’ tartışmasını yürütüyor. Peşinen belirteyim, ‘İslamcılık’ tartışması bahsine girmek niyetinde değilim. Çünkü, sonradan icat edilmiş bu ‘İslamcılık’ kelimesine baştan itirazım var. Her şeyden önce, uydurulmuş bir kelimedir. Modern zamanlarda, Müslümanlara giydirilmeye çalışılan Batılı bir elbisedir.
‘Müslüman’ kelimesinin suyu mu çıktı? Ayrıca, semantik açıdan da ‘İslamcılık’ kelimesi arızalı bir duruma işaret etmektedir. İslam kültürü bağlamında yapacağımız bütün tartışmaları, ‘Müslüman’ kelimesiyle de pekala yapabiliriz. Benim esas değinmek istediğim, Bulaç’ın sanat ve edebiyatla ilgili görüşleridir, söyledikleridir. Mesela bir yazısında diyor ki: “Türkiye İslamcılığının en büyük handikapı ve zaafı hâlâ şairlerin, öykücü ve edebiyatçıların blokajı altında olup kelami ve usuli temeli olmayan, gerçek entelektüellerden ve alimlerden yoksunluğudur.”
Bir kere, bu ifadelerin sorunlu olduğu kadar aynı zamanda bilgi zafiyeti içerdiğini de belirtmek zorundayım. Bu yaklaşım, bir medeniyet bakış açısından yoksundur. İslam’ın bir ‘gönül medeniyeti’ olduğundan habersizdir.
Kısacası, İslam’ın insanın sadece aklına değil, aynı zamanda gönlüne hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu yok sayan bir yaklaşımdır. Ve de, modern zamanlara ait ham ve kuru bir ‘molla’ bakış açısıdır.
İşte, tam da tehlikeli olan budur.
Yüzyıllar içinde, İslam kültürünü ilmek ilmek dokuyan zirve isimlere kadar gitmeden kestirmeden söyleyelim. Ali Bulaç’ın bütün yazdıklarını, kitaplarının tamamını toplasanız, büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat şiirindeki bir mısra kadar etmez.
Yani şunu demek istiyorum. Bireysel olarak, ruhunuz estetik duyarlıklara, sanatsal inceliklere, şiirin evrensel diline kapalı olabilir. Hatta, Hz. Peygamberin şair Kaa’b Bin Züheyr’e hırkasını hediye etmesi sizin için bir anlam da ifade etmeyebilir. Evet, bu bir nakısadır. Ama neticede, bireyin kendini ilgilendiren bir durumdur.
Ancak, şairleri, romancıları, mimarları, musikişinasları Müslümanların bir ‘zaafı’ olarak değerlendirirseniz, işte o zaman durum değişir. Çünkü, bütün medeniyetler gibi İslam medeniyeti de bir bütündür. Bir medeniyet, mütefekkirler, bilim adamları, şairler, romancılar mimarlar, musikişinaslar, tasavvuf ehlinin gönül mimarları ile bir medeniyettir.
***
Bizim ‘hakikat medeniyeti’mizi inşa eden Muhyiddin-i Arabiler’i, Camiler’i, İmam-ı Rabbaniler’i, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Şeyh Galip’i, Fuzuli’yi, Dede Efendi’yi, Hacı Bayram Veli’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mimar Sinan’ı, İbni Sina’yı, Bediüzzaman’ı, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i, Sezai Karakoç’u birbirinden ayırabilir miyiz?
Yani Ali Bulaç’a göre, Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Galip, Fuzuli, Hacı Bayram Veli, Mimar Sinan, Dede Efendi, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal ve Sezai Karakoç gibi zirve isimler şair, mimar, musikişinas oldukları için İslam kültürünün ‘zaaf noktaları’ mıdır?
Yazının başında, dikkatli bir dil kullanarak Ali Bulaç’ın değerlendirmelerini bir ‘bilgi zafiyeti’ olarak tanımlamıştım. Ama eğer Ali Bulaç, ‘İslam kültüründe şairlere, romancılara, mimarlara, musikişinaslara ihtiyaç yok’ demek istiyorsa, o zaman bunun bir ‘cehalet’ olduğunu söylemek zorundayım.
Ayrıca Ali Bulaç“İnsanın özgürlük arayışı” adlı kitabında Batı’nın, romanı İslam ülkelerinde bir sömürü aracı olarak kullandığını söylüyor ki, doğrusu evlere şenlik... Tıpkı 70’li yıllarda olduğu gibi, her türlü olumsuzluğun günahını ‘Batı sömürüsü’ne yükleyip rahatlamak gibi bir şey yani...
Bilmem, Sezai Karakoç’un şu satırları Ali Bulaç için bir anlam ifade eder mi: “İlim ve sanat adamlarımız, dünyanın en büyük bilgin ve sanatçılarıyla boy ölçüşecek eser vermeden, böyle eserler verecek seviyeye gelmeden İslam dünyasında gerçek bir kurtuluşun başlayamayacağını kavrayalım.”
Mehmet OCAKTAN / STAR GAZETESİ