Star Gazetesi eski yayın yönetmeni: Balyoz'daki gafletimden hicap duyuyorum
Eski Star ve Yeni Şafak yayın yönetmeni Yusuf Ziya Cömert, Balyoz davası ve askeri casusluk davasında 'Allah rızası için kumpas' kurulduğunu belirterek, gazetecileri de bu kumpasa alet ettiklerini yazdı.
Balyoz'da ortaya çıkan iddiaların aynısının askeri casusluk
davasında da yapıldığını hatırlatan Cömert, "Aynı şey, İzmir’deki
casusluk davası için de söylendi. 350 tane casus asker olabilir mi?
Bunların hepsi tasfiye için" diyerek kenndisinin o dönemde
takındığı tutumu da 'gaflete düştüm' diyerek tanımladı.
Cömert, 'paralel yapı' olarak adlandırılan yapıyı 'saadet zinciri'
olarak tanımlayarak Balyoz ve casusluk davalarındaki 'kumpasa'
gazetecileri de ortak ettiklerini, "İşin bizleri, biz gazetecileri
ilgilendiren bir boyutu da var. Bizi de bu ‘saadet zinciri’ne alet
etmişler.Tabir caizse, bizi de kumpasa getirmişler.Ben, kendi
payıma, o dönemlerdeki gafletimden dolayı hicap duyuyorum"
sözleriyle anlattı.
Yusuf Ziya Cömert'in Yeni Şafak'ta 'Allah rızası için kumpas'
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Allah rızası için kumpas
Bir polis, paralel örgütün operasyon üretme tekniğini şöyle
anlatıyordu:
Adam, Vatan’da. Aşağı inip, arka sokaklardaki internet kafelerden
birinde bir ihbar mektubu yazıyor, yukarı çıkıp o ihbar mektubunu
esas alarak operasyon yapıyor.
Gerçekten böyle mi? Yani internet kafeden mi?
Şart değil. Başka bir mekandan da yapmış olabilir. Ama mantık bu,
yöntem bu.
Doğru, polis senin adamın, daha doğrusu polis sensin zaten.
Savcı senin adamın.
Hakim senin adamın.
Yargıtay’da da sen varsın.
Maşallah, her tarafı doldurmuşsun.
Bir zincir. Saadet zinciri gibi.
Bu zincirin halkaları, HSYK seçiminde çok büyük darbe yedi. Ama,
şunu da gördük HSYK seçiminde: Bunlar, bir değil, bir sürü ‘saadet
zinciri’ kuracak kadar kalabalıklar yargıda.
Kaça kaçtı, HSYK seçimlerinin sonucu? Kabaca söyleyeyim, 4500’e
5500. Yani, 500 kişi karşı tarafa geçse paraleller 7-0
yapabilirdi.
Yani, ‘paralel kumpas riski’ tamamen ortadan kalkmış değil. Bunu
bir kenara not edip geçelim.
Telefon mu dinleyeceksin? Yaz bir kağıt, gönder adliyeye, 15 dakika
sonra dinleme kararı elinde. Önemli değil, rahmetli Erbakan’ın
telefon numarasını yazıp, dinleme talebini Huvzullah gibi uyduruk
bir isim için yapmışsın. Koçum, sen iste, hakimin gereğini
yapar.
Bu kadar hakimi savcıyı, bu kadar polisi nerden mi bir araya
getirdim?
Sınavlar var. Soruları rüyada görüyoruz nasıl olsa. Herkes 100
alıyor.
Ayrıca, ‘guguk kuşu’ metodu. Paralel olmayan polis müdürüne
yalandan bir soruşturma aç. Saadet zinciri hazır. Müdür görevden
atılsın, sen kendi adamını koy.
Muhakkak, yapılan bütün işlemlerde ‘Allah rızası’ damgası vardır.
Bu çok büyük bir imkan, başka bir ortamda, Allah rızası için
zulmetme imkanını, Allah rızası için üçkağıt yapma imkanını nereden
bulacaksınız?
Balyozun ortaya çıktığı günleri iyi hatırlıyorum.
Vay namussuzlar! Camiyi bombalayacaklar. Ege’de Türk uçağı
düşürecekler. Sırf ortalık karışsın, zemin darbeye müsait hale
gelsin diye.
Böyle bir şey olabilir mi?
‘Efendim, darbe yapmayacaktık, sadece seminer yaptık. Yani, hayal
kurduk, mesela dedik.’
Yahu sen bu memleketin çocuğu değil misin? Niye cami bombalama
hayali kuruyorsun? Sapık mısın? Başka hayal kursana!
İyi bir hayal. Veya kötü bir hayalse bile, başka türlü bir kötü
hayal, cami bombalama da, uyuşturucu imalathanesini bombala...
Öyle bir havada başladı Balyoz davası.
Öfkelendik. Üzüldük.
Sonra sonra, kokular gelmeye başladı. Diyorlardı ki, yargılananlar
arasında, ast-üst ilişkisi sebebiyle seminere katılmak zorunda
olanlar var.
Darbecilikle hiç alakası olmayanlar askerler var.
Hatta, mütedeyyin, namazlı niyazlı subaylar var. Bunlar, Balyoz’u,
kendilerinden olmayanları tasfiye etmek için kullanıyor.
Aynı şey, İzmir’deki casusluk davası için de söylendi. 350 tane
casus asker olabilir mi? Bunların hepsi tasfiye için.
O zamanlar ‘paralel’ adlandırması yapılmamıştı. Ama, şüphe
düşmüştü.
Önceki gün, Balyoz’un bilirkişi raporu açıklandı.
Hani Gölcük’te, Donanma Komutanlığı’nın döşemesi sökülmüş, altından
bir harddisk çıkmıştı.
Adamlar, o harddiski almışlar, içine değişik zamanlarda, kafalarına
göre, istedikleri delilleri doldurmuşlar.
Bilirkişi raporuna göre, bu kumpası çevirenler yani harddiske
kafalarına göre dosyalar yükleyen, uydurma deliller kopyalayan
üçkağıtçılar, bu hilelerin takibata konu olacağını da hiç hesaba
katmamışlar. Pervasızca, büyük bir özgüven içinde, iz bırakmaktan
çekinmeyerek delil üretmişler.
Avukatlar itiraz etmiş ama, hakimler, savcılar itiraza kulak
asmamış. Dedim ya, saadet zinciri. Polisten savcıya, Silivri’deki
mahkemeden Ankara’daki Yargıtay’a kadar.
İşin bizleri, biz gazetecileri ilgilendiren bir boyutu da var. Bizi
de bu ‘saadet zinciri’ne alet etmişler.
Tabir caizse, bizi de kumpasa getirmişler.
Ben, kendi payıma, o dönemlerdeki gafletimden dolayı hicap
duyuyorum.
Evet, darbeye karşı hassasız, evet, Balyoz davası, tamamen boş bir
hadise değil.
Evet, o gün yazıp çizdiklerimizi doğru bildiğimiz için yaptık.
Ama, aldatılmayı, bir ihtimal olarak hesaba katmamız doğru bir
davranış olurdu.
Şimdi, bilirkişi raporuyla kumpas ortaya çıktı. Peki, bu durumda,
yok mu darbe, yok mu seminer, yok mu bu işlerde bir ‘cunta’
yapılanması?
Var. En azından, Özden Örnek’in günlükleri, o yılların boş
geçmediğinin açık delili.
Ama, böyle mi olur adalet? Allah rızası için memleketin adalet
mekanizmasına kumpas yaptırılır mı?