Söz konusu PKK ise HDP teferruattır!..
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, PKK-HDP ilişkisinden Türk Devletinin “Yeni Stratejisi”ne kadar “son durumları” analiz etti…
Son günlerde HDP üzerinde adeta bir tam saha baskı var. “HDP, PKK ile ilişkisini kessin” şeklinde bir baskı bu. Hatta aynı varsayım üzerinden kimileri “keserse ne olur, kesmezse ne olur”u tartışırken kimileri de “Kesmesi iyi mi olur, kötü mü olur”u bile tartışıyorlar. Güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum!
Kimse “HDP, PKK ile ilişkisini gerçekten kesebilir mi”, “buna muktedir” mi ya da “mümkün mü” dahası “ister mi” diye sormuyor. Üstelik sanki “PKK’ya rağmen bir HDP varmış” gibi konuşuyorlar. Gerçekte ortada ise aynı hareketin (“Kürt Hareketi”nin) iki yüzü var. Biri “askeri ve stratejik yüzü” PKK, diğeri “sivil ve siyasi yüzü HDP.” (Bu kaba ayrım bile durumu izaha tam yetmiyor.) Bu ikisi birbirinin zıddı veya rakibi değil, birbirinin “tamamlayıcısı” olarak iş görüyorlar. Diğer bir tabirle “Et ve tırnak gibi”ler!
Nitekim hayat da zaten bunu tekzip ediyor. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın koştura koştura Avrupa’ya KCK Yürütme Kurulu Üyeleri ile buluşmaya gitmesi eşyanın tabiatı gereğidir. Bir dahakine de Kandil’e gider herhalde. Zaten daha önceden gitmiş, PKK şefleriyle birlikte “hatıra fotoğrafları” çektirmişlerdi. Yani kendileri açısından “anormal” bir şey yok denebilir. Fotoğrafın eksik karesi (!) tamamlanmıştır o kadar!
BELİRLEYEN PKK, BELİRLENEN HDP
Hiç şüphesiz burada “belirleyen” konumundaki PKK’dır. Mevcut ilişkide bir “askeri vesayet” türü olarak PKK, Kürt Hareketi’nin tüm “kazanımları” nı kendisine borçlu olduğunu düşünmekte ve ona göre davranmaktadır. Hemen her konuda “asli muhatap” olmayı sürdürmekte, HDP’ye bu sınırlar içinde bir “hareket alanı” çizmektedir. HDP’ye bundan fazlasını misyon biçenler, çok farklı davranışlar bekleyenler yanılırlar. Zaten kimse de ilişkinin bu tarzda yürümesinden rahatsız görünmemektedir. “Söz konusu olan PKK ise HDP teferruattır” yani!
Kimileri de HDP’ye PKK’yı “dönüştürme”, “barışçı çizgiye” çekme rolü biçiyorlar. Bu da HDP’nin cüssesini, kapasitesini ve niyetini aşan bir durumdur. HDP, PKK’yı dönüştüremez ama PKK HDP’yi (Liderliği dahil) dönüştürür. PKK’nın “HDP’lileşmek” gibi bir “hedefi” yoktur. HDP, PKK’nın siyasi hedeflerine ulaşmada bir “araç”tır. HDP, zaten yapamaz ama yapsa bile örneğin terörü lanetlese yahut silah bırak çağrısı yapsa dahi (Ki yarım ağız girişimler oldu) PKK bunu kendi istemedikçe yapmaz. HDP’nin çağrısı boşa düşer. Bu da “samimi” değil, taktiksel bir çağrı olabilir zaten.
Dolayısıyla HDP’nin PKK’dan bağımsız politikalar geliştirmesi akla dahi getirilemez. HDP, PKK politikalarına hizmet ettiği sürece vardır. Herhangi bir HDP “Eş Genel Başkanı” PKK’ya rağmen var olamaz, olmaya kalkarsa da yaşatmazlar. Buna gerek de yoktur, gül gibi geçinip gitmektedirler!
AYNI SOSYOLOJİNİN ÜRÜNÜDÜRLER!
Ayrıca iki yapıyı karşılaştırdığımızda;
1) Sosyolojik fark yoktur. Her ikisi de aynı etnik kesime seslenmektedir. (Gerçi arada sınıfsal bir fark göze çarpmaktadır. PKK görece daha yoksul Kürtlere dayanırken HDP, ağalara, daha çok yeni yetme, kaçakçılık ekonomisinden ve devlet kaynaklarından beslenen feodal tandanslı “Kürt burjuvazisi”ne yaslanmaktadır)
2) Her ikisi de aynı kaynaktan kadro devşirmektedir. Aradaki geçirgenlik katsayısı yüksektir.
3) Birçok PKK kadrosu ile HDP kadroları aynı zamanda akrabadır.
4) Her ikisinin de siyasi hedefleri farklı değildir. İkisi de ilk aşamada “özerk bölge” ardından da “Bağımsız Kürdistan” hayal etmektedir.
5) PKK dağ kadrolarına dayanarak, daha ziyade askeri birlikleri hedef alan terör yaratırken, HDP “Molotoflu” diyebileceğimiz kent ve sokak terörüne göz kırpmaktadır.
6) Türkiye’yi biri “dağ”dan diğeri “metropoller”den tehdit etmektedir!
7) PKK ne kadar “Türkiye Partisi” ise HDP’de o kadar “Türkiye Partisi”dir!
8) HDP politikaları her zaman PKK politikalarına endekslidir. Ortada “çatışan” iki ayrı politika yoktur.
9) PKK’ya “kötü polis” rolü düşerken, HDP “iyi polis”i oynamaya çalışmaktadır.
10) Zihniyet, aynı “bölgesel iklim”den beslenmekte ve “çatışmacı”, tehditkâr, sert üslubu doğurmaktadır.
BU TESPİTLERİ BİR KÖŞEYE KAYDEDİN!
“Türk derinleri” şu sıralar bunu fark etmiş olmalılar ki (Jetonlar biraz geç düşmüş!) HDP’yi “muhatap” almaktan imtina eder görünüyorlar. En azından şimdilik bu “dönüştürme” işinin “Olmayacak duaya amin” demek olduğunu anlamışa benziyorlar. Muhtemeldir ki bundan sonra ne HDP ne İmralı değil, Kandil baz alınabilir ve kontaklar o yönde aranabilir veya zorlanabilir. (Apo-İmralı devre dışı yani, zaten Kandil’inde istediği budur!) Ben yapacaklarına eminim ama umarım hiç değilse bu kez “Ahmakça” şeyler yapmazlar!
Dolayısıyla gelişmeleri sırf “AKP, HDP oylarına göz dikti, o yüzden bunlar oluyor” üzerinden ve sığlığından okuyanlar derindeki bu politika değişikliğini fark edemezler. Onlar halen devleti kişiler veya partiler üzerinden okumaya devam etsinler. Böylesi daha zahmetsiz!
Tabii “bütün bu bombalamalar, operasyonlar altında bu mümkün mü?” diye sorulabilir. Bence tersine tam da bu durumda mümkün. Sanırım “PKK biraz ezilsin ki masaya daha rahat, elimiz güçlü oturulsun” diye düşünülmektedir. Aslında baştan yapmaları gerekeni şimdi birkaç yıl gecikmeyle de olsa (Düğmeleri yanlış ilikleme meselesi!) şu an uyguluyorlar. Jetonlar şimdi düştü demek ki!
Yoksa kimse ne HDP’nin kendini bile dönüştürmesini ne de PKK’nın bitmesini ve birdenbire silah bırakmasını beklememektedir. (Geçti o devirler!) Bu akılcı bir beklenti olmaz. Bunun bir şartla mümkün olduğunu düşünülebilir; o da PKK buna zorlanabilir, mecbur bırakılabilir. Bu ise PKK’nın askeri açıdan iyice sıkıştırılması, ezilmesi ile mümkündür. Unutmayın; PKK “barış” (Bu kelimeyi de kirlettiler!) istediği için değil, buna zorlandığı veya mecbur kaldığı için yapacaktır. Bunu ona zorlayan ise HDP değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi olacaktır. Sahada kaybedilen sahada kazanılmak zorundadır!
TERÖRÜ DAVET EDEN ALDATICI BİR “BARIŞ” YAPILAMAZ!
Bu şartlar altında ne yazık ki “barış”ın yolu önce PKK’yla çetin bir “savaş”tan geçiyor gözüküyor. Bu bir “ölüm kalım savaşı”dır ve taviz verilebilir gibi görünmüyor. Öyle anlaşılıyor ki bu savaş PKK’nın bütün terör tehditlerine, batılı hamilerinin “Terörle mücadele orantılı olun” (Ne demekse? Sanki terör “orantılı” davranıyormuş gibi!) çağrılarına rağmen sürdürüleceğe benziyor.
Bu “barış” istememek değildir. Bu soyut, ayakları havada, birkaç entelektüel öyle istiyor diye bir “barış” olamayacağını, bir devleti yok olma noktasına getiren, halkı iç savaşa sürükleyen, terörü davet eden aldatıcı bir “barış”ın yapılamayacağını anlamak demektir. Dumura uğramış devlet reflekslerinin yeniden hayatiyet bulmasıdır. Barış PKK’ya “haddini bil” denildikten ve azami zarar verildikten sonra “mecburen” gelecektir. Eğer sezilerim doğru ise yeni “strateji” budur. Bu ise şu veya bu partinin, iktidarın değil devletin şu anki stratejisidir. Zaten başka yol kalmış da görünmemektedir.
Nitekim PKK sözcüleri (Tabii onların “medyadaki uzantıları” da benzer telden!) bunu fark etmiş ve tekrar “Çözüm süreci bitmedi”(Zübeyr Aydar), “Ordu öncelikli hedefimiz değil” (Murat Karayılan) gibi taktiksel laflar etmeye ve öfkeyi en ucuzundan AKP’ye kanalize ederek sorumluluktan kurtulmaya çabalamaktadırlar. Bu saatten sonra zor be canlarım, yemezler!
Bakalım “Postacı Selocan” hele Brüksel’den bir dönsün, açıklamalar yapsın, o zaman anlayacağız yeni durumun ilk ipuçlarını!..
06.08.2015.
[email protected]