07 Şub 2011 10:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:01

SOYADI GİBİ "AK PAK"TI! POLİS MUHABİRLİĞİNİN SON MOHİKANI'NA VEDA!

40 senelik gazeteciydi... Polis muhabirliğinin duayenlerindendi.... Henüz 60 yaşında şeker komasına yenildi. Ve onun hikâyesini kaleme almak da 38 yıllık arkadaşı Savaş Ay'a düştü.

Gazeteci Ahmet Akpak ve 'yanındaki' öldü... "Nasıl yani" diyorsunuz belki? " Nasıl yani, yanında ölenin adı yok mu?.." Var, var elbette... Gazeteci Ahmet Akpak'la birlikte Bab-ı Ali'nin klasik ekol polis muhabirliği de hakkın rahmetine kavuştu... Şeker gibi adamdı, şeker komasından öldü. Bu yaman rastlantı bile onun sevimli fıtratına denk düştü inanın. Ben 38 yıl kadar önce, Sirkeci Sansaryan Han'da mukim eski emniyet müdürlüğü binasında tanıdım onu. Cümle kapısından içeri girer, sağ koldaki merdivenlerden 2 kat çıkar, sonra yine sağa dönüp 10 adım atar, kirli grisi kirlenmiş ahşap kapının önüne gelirdin. Üzerinde "Basın Odası" yazardı o kapının. İçeride; haber takibi için 'kısımlarda' değillerse eğer, devrin efsaneleri, Alaattin Büte'ler, Kasım Gence, Togay Gözütok, Fehim Yener, Faruk Arar, İrfan Ülkü, Levent Çevik, Namık Koçak'lar olurdu. Bir de iri kıyım, ince sarkık bıyık, gözlüklü, koca sesli bir genç adam... İşte onun adıydı Ahmet Akpak.

60 YAŞINA KADAR 'ŞUBECİ'
Ünlü polis şefleri Şükrü Balcı, Cemil Gülmen, Mehmet Ağar, Celalettin Cerrah, Ömer Aygün orta düzey amir, deli yürek Ahmet Ateşli 'Orta K'dan cinayet masası baş komiseriydi henüz. Ahmet hepsini, onlar Ahmet'i hem de hepimizden iyi tanırdı. Çünkü evinden çok o kısımlarda dolaşır, iş ilişkileri dışında aile dostlukları da kurardı onlarla Ahmet kardeş. Bu yüzden sık sık bize fena iş atlatırdı, o zamanlar çalıştığı küçük tirajlı gazetelerin cürümünden büyük yangınlar çıkaran haberlere düşerdi imzası. 80'lere yürüyen bir fena yıllardı o yıllar. Zordu, zorluydu, acımasız ve tuzaklıydı. Memleket karpuz gibi ikiye bölünmüş "sağcı- solcu" diye konuşlanmıştı tekmil ahali. Ahmet sağ açıktı bu dizilişte. Ülkücü camiaya yakın duruşlu, onlarla ahbap, gizlemeye gerek duymayacak kadar mert bir adamdı. Ben dâhil pek çok yeni yetme muhabir kendimizi "sol" kulvardan iyi hissetmekteydik ama 10 yıllar içinde bir gün olsun ne kalp kırdık karşılıklı ne çekişip, kapıştık. Aksine, en 'komünist' gördüğü meslektaşına canını bile verecek kadar farklı bir insanlığı vardı Ahmet Akpak'ın.

SOYADI GİBİ "AK PAK"
1971'de başladığı "şubeciliği" geçtiğimiz hafta, 60 yaşında ölünceye kadar sürdürdü. Yetiştirdiği onlarca gazeteci arasında müdürler, şefler, tv programcıları vardı. O defalarca önerilen yöneticilik makamlarını hiç kabul etmedi, hep polis muhabiri kaldı. Dedim ya mesleğe başladığımda onunla birlikte epey uzun zaman çalıştık. Sonra biz savrulduk, o yoldan ayrıldık ama onu hep şubede gördük. O kir pas âlemi içinde naif ve soyadınca "ak pak" kalışı ne hoştu o koca adamın. Oğlu Alper, Kasımpaşa'da küçümen bir dükkân işletiyor şimdi. Ona ve kız kardeşi Aybike'ye babalarından hanlar hamamlar kalmadıysa da saygın bir hatıra demeti, sevgi dolu yürek kalabalığı kaldı. Alper evladımızla konuştum geçen akşam. Babasından söz ederken sözcükler kuruyan boğazından kırık dökük çıkıyordu. Dedi ki; "Biliyorsun Savaş Abi. Çatalca'da arsalar 3 kuruşken aldığı 30 yıllık mütevazı bir çiftliği vardı babamın. Hafta sonlarında telsizini de alır oraya gider, ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, tavuklara, kuzulara bile kendi uydurup taktığı isimlerle hitap ederdi; konuşurdu onlarla. Kendi çocuklarımdan farkı yok bu dalın, yaprağın, hindinin, buzağının derdi. Okşar, sohbet ederdi şaşardık." Şimdi okuyunca "Bir tahtası eksikmiş rahmetlinin" diyebilirsiniz. Doğrudur. Onun da, polis muhabirliğine emek vermiş çoğumuzun da bir değil, birkaç tahtası eksik halimiz vardır. İnsanların; yaralamalı trafik kazasına tanık olup bir hafta kendine gelemediği "normal" yaşamlarına inattır yaşamlarımız. Her Allah'ın günü ya bilmem kaç cinayet ya bilmem ne kadar gasp, darp, cebir, taşlama, kalkışma, taranma, bombalanma, kaçma, tutma, yargılanma, asılma işini çıplak gözle takip edin de sonra sayın bakalım tahtalarınızı, eksik mi tam mı?

BAKİ'YE SOR!..
Yüzlerce anısı var ama en matraklarından biriyle "güle güle" diyeyim kardeşime de, en acılı hallerinde bile gülebilen yüzüne yaraşsın. Meydan gazetesinde çalışmaktadır o dönem. Şefi Bâki Avcı ilk kez kullanacakları bankamatik kartlarını sertvise dağıtır, "Maaşları bununla, para çekme kulübelerinden çekeceksiniz artık" der. Ahmet'in kartı da şubeye yollanır hep orada diye. Telefonla nasıl kullanacağını da tarif eder Ahmet'e Bâki Avcı. Bir süre sonra Ahmet, şefi Bâki'yi arar.

Tuşlara bas her şeyi söyler diyordun Bâki.

- Evet...

Kaç param var diye bakayım dedim söylemiyor makine. Sana yönlendiriyor beni.

- Nasıl bana yönlendiriyor?

Ne bileyim kardeşim, ekranda öyle yazıyor, "bakiye sor" diyor.

Savaş Ay/sabah.com.tr