SORULARI GİBİ CEVAPLARI DA AYKIRIYMIŞ! ENVER AYSEVER MEDYARADAR'A KONUŞTU!
“Aykırı Soruları” ile her akşam Türkiye'yi ekran başına kilitleyen, sorduğu cesur soruları ile kiminin tepkisini çeken kiminin de takdirini kazanan Enver Aysever, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e konuştu.
Hep aykırı soruları o soracak değil ya bu kez ben sordum o
yanıtladı; tam bir edebiyat adamı, okumayı çok sevmeyen bir
toplumda böyle insanlara daha çok gerek olduğunu karşımda şiir
okuyacak kadar içten anlatan Enver Aysever ile daha da çok
düşündüm. Çok samimi, konuşurken insanların gözlerinin içine
bakıyor. İyi bir elektriği var. Her on kelimesinden birinde ya
roman ya edebiyat geçiyor mutlaka. “Böyle insanlar çok kaldı mı”
diye düşünmeden edemedim. Her akşam evlerimizde konuk ediyoruz
aslında onu, CNN TÜRK’teki “Aykırı Soruları” takdire şayan.
Ama bu kez ona soru sorma hakkını vermedim, sadece yanıtladı.
Programına çok az bir süre vardı gittiğimde; o telaş arasına beni
bile sıkıştırabilecek kadar vakti doğru kullanıyor.
Siyasetten, Nagehan Alçı’ya kadar birçok konu vardı ajandamızda...
En çok dikkatimi çeken ise şu oldu; Enver Aysever “gazeteci”
olduğunu kabul etmiyor!
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY
CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
Enver Bey; Türkiye’nin son dönemlerinde en çok konuşulan
isimlerinden birisiniz. Aykırı isim misiniz; bilmiyorum ama
sorularınız aykırı; önce buralara geliş öykünüzü kısaca bir
dinlesem sizden…
- Ben hayatta en çok romancı olmayı istedim. Çok şükür
romanlarım yayınlanıyor. İlk romanımla da Yunus Nadi Roman Ödülü’nü
aldım. Hayatımda gurur duyduğum bir olay oldu bu. Çok uzun yıllar
tiyatro yaptım. Türkiye’de tiyatro ve edebiyatın aslında
televizyonda çok anlamlı olduğunu da televizyonculuk hayatımda
gördüm. 80 bölümlük bir “Dört Bir Taraf” programı ardından ise CNN
TÜRK’de yayımlanan “Aykırı Sorular” benim için çok keyifli oldu,
aslında Aykırı Sorular son 7 yıldır olan bir programdı ama bu
biçimiyle ilk kez CNN’de oldu…
“TÜRKİYE’NİN AYKIRILIĞA İHTİYACI
VARMIŞ”
Aykırı Sorular’a tekrar CNN’de başlama hikâyeniz nasıl
oldu?
- Yazın CNNTÜRK’ ÜN Genel Yayın Yönetmeni Barış Tunay, “Senin
programcılığını ben biliyorum” deyince Aykırı Sorulara karar
verdik. Aykırı Sorular eşittir Enver Aysever algısı zaten vardı.
Ben Türkiye’de herkese soru sormak gerektiğini düşünüyorum.
Sloganım şu: Hayata karşı çok iyi cevaplarım var mı bunu
bilmiyorum; düşünüyorum ama hayata karşı çok iyi sorularımın
olduğunu biliyorum. İnsanın önce kendisine soruları olacak.
Barış’ın vesile olması ile Aykırı Sorular başladı ve anlaşılan o ki
Türkiye’nin hem aykırılığa hem de soru sormaya ihtiyacı varmış.
Birçok isim örnek gösteriyor sizi. Nerden nereye
desem?
- Ben popüler kültürün bir parçası olmayı istemem ama dinleyip
konuşmak ve konuşulmak önemli. Çünkü ben Türkiye’nin önemli
bulduğum meselelerini soru haline getiriyorum. Bu eğer başarıysa
bundan çok mutlu olurum. Ama televizyonculuk suya yazı yazmaktır;
bir gün varsın belki öteki günün yok! Sadece o gün var.
Aykırı Sorular size ne kattı peki?
- En büyük katkısı ne oldu biliyor musunuz? İnsanların
gözlerinin içine bakarak onları tanıma olanağı. Tanıma arzunuz
varsa tanıma şansınız da oluyor.
Size göre aykırı mı Enver Aysever?
- Yooo hiç değilim. Ben çok sade bir hayat yaşıyorum. Ev
hayatını çok seviyorum. Arkadaşlarım çok sınırlı. Çok kitap
okuyorum. Sürekli yazarım. Kendimce meyhaneye gitmeyi severim.
Aykırılık size göre nasıl bir şey?
- Aykırılık dediğimiz şey ne mi? Bence şundan daha aykırı bir
şey yok; bir insanın bir kitap yazmaya niyetlenmesi mesela. Ben
yazarlıktan bir gazeteciyi değil, edebiyatı, romancıyı anlarım. Sen
hayata kafa tutmak, Tanrıya kafa tutmak adına yola çıkıyorsun. “Ben
de yaratırım” diyorsun. Bundan daha büyük bir aykırılık yok, bu
zırdelilik. Ona bakarsan böyle bir cesaretim var, böyle de bir
aykırılığım var.
“SAHİCİ SORULAR AYKIRI SORU HALİNE
GELDİYSE ÇOK ACI”
Peki, konuklarınıza yönelttiğiniz o sorular hakikaten
aykırı mı?
- Ben sahici sorular soruyorum. Sahici sorular Türkiye’de
aykırı olmaya başladıysa bu çok acı ve üzücü. Türkiye’de gerçek
sorular eşittir aykırı sorular haline gelmiş demek ki.
“MUHAFAZAKÂRLIK SORU SORMAKTAN
UZAKLAŞTIRIR”
Neden böyle oldu acaba?
- Türkiye’deki insanların zaten soru sorma alışkanlığı pek
yok. Bu sadece gazetecilik açısından değil her açıdan. Okulda dersi
anlamazsın elini kaldırıp da “öğretmenim anlamadım bir daha anlatır
mısın” diyemezsin. Biz toplum içinde kendi sessinden korkan
insanlardan oluşuyoruz. Kendi sesinden korkan insan soru soramaz.
Bir insanın kendine soru sormaya cesareti yoksa başkasına nasıl
soracak. Muhafazakârlık dediğimiz, inançlı toplum dediğimiz mesele
soru sorulardan uzaklaştırır.
“BASKI YOK AMA CNNTÜRK DE
İHTİYATLI”
Aykırı soru sormak yürek ister! Aykırı sorularınıza ve
yahut konuklarınıza kanal yönetiminden hiç aykırı tepki geldi
mi?
- Hayır, kanaldan bugün Türkiye’de “Ben çok büyük baskı
gördüm” diyeceğim bir tepki almadım. Ama bana göre CNN TÜRK de
tıpkı diğer televizyon kanalları gibi ihtiyatlı. Dolayısıyla
hepimizde o ihtiyatlı iklime ayak uydurduk (gülüyor).
“İŞSİZ KALDIĞIMDA ÇOCUK TİYATROSU
YAPARIM”
Neden ihtiyatlısınız; işsiz kalmaktan mı
korkuyorsunuz?
- Herkes ihtiyatlı aslına bakarsan... Diyorum ya ayak uydurduk
o atmosfere. Hayır, işsiz kalmaktan hiç korkmam. Çünkü ben
hayatımda hep sıfırlandım, sıfırdan ayağa kalktım. Beni
kovduklarında en kötü ihtimal işsiz kaldığım da çocuk tiyatrosu
yaparım. İşsiz kalmaktan korkmam ama en çok iftiradan korkarım.
Yalanla mücadele zordur.
Programa nasıl hazırlanıyorsanız, arkada dev bir ekip var
mı?
- Yok canım (gülüyor). Son iki aydır benim çok eski gazeteci
arkadaşım Orhan Gökdemir ekibe katıldı. Çok genç bir yapımcım var,
Merve İpekli. Genç bir insanın bunu yapması hoşuma gidiyor. Sinan
var. 2 stajyer arkadaşım var ve onların da mutlaka
görüşlerini alırız. Konuklarımın çoğunu ben ararım. Ortak akılla
konukları alıyoruz, ekran önünde hikâyeyi gerçekleştiren ben
olduğum için ağırlık tabii ki ben karar veriyorum. Tek başına
başarı diye bir şey yok; bunu özellikle belirteyim.
Programa hazırlanırken bunu sorarsam “başım ağrır
“dediğiniz oldu mu hiç?
- Hayır, ben özel hayata mahsus soruları sormam. Mahremiyeti
ve kamu yararını önemserim. Kendimi asla frenlemem. Her gün program
yapıyorum ve her gün formda olduğumu da söyleyemem. Bazen farkında
olmadan zaaf gösterdiğim olabilir, mesela birini çok seviyorumdur
veya bir kişinin can güvenliği yoktur. Ona daha yumuşak sorular
sorabilirim, bazen de mahalle baskısı vardır farkında değilsindir
bunun, bilinçaltında daha saldırgan davranabilirsin. İnsani yönüne
ve kasıt meselesine bakmak lazım…
Programınıza getiremeyeceğiniz ama gelmesini çok
istediğiniz bir isim var mı?
- Türkiye açısından çok önemli olduğunu düşündüğüm ama ekrana
çıkmayacaklarını bildiğim isimler var. Bunlardan biri eski
cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer. Onunla konuşmayı çok
isterdim. Birde İlhan İrem’i almayı çok isterdim. Hatta İrem ile
konuştum ama istemedi. Ama illa şunu da çıkarayım bunu da çıkarayım
gibi bir derdim yok.
Siz en çok terleten konuk kimdi?
- Zorlandığım olmadı ama gerçekten fiziksel olarak da
terlediğim bir program Huysuz Virjin ile olandı; çok da keyifliydi,
bir de Sevan Nişanyan çok gerilimli oldu. Çünkü Sevan Bey çok
alıngan davrandı. Kimileri de benim çok saldırgan olduğumu
söyledi.
“SOSYAL MEDYA DEDİĞİN BİR
PALAVRA”
Sosyal medyada da epey yankılanmıştı!
- Sosyal medya dediğin bir palavra, çok ciddiye almamak
lazım.
Çok etkili ama!
- Bana göre derin bir palavra; önemsemiyorum.
Daha öncede ekrandaydınız ama bu kadar popüler değildiniz,
bunu yırtma noktanız “Dört Bir Taraf” mı oldu?
- Ben asıl CHP sürecinde çok tanındım. Sürekli ekranlarda
oldum o dönemde. Kitaplarımın çok katkısı oldu. Ama illa ki “Dört
bir Taraf”ın da katkısı olmuştur.
“SİYASAL PARTİLİ OLUP YAZI YAZMAK
CESARETTİR”
CHP dediniz de bir gazetecinin hem parti içerisinde hem
ekranlarda olması doğru mu ki? Yani aktif gazetecilik yapan birinin
aktif siyasette olması etik mi?
- Hiç katılmıyorum buna. Bence tersine siyasal fikirlerini
beyan eden isimler toplumsal haklarını aramak noktasında siyasal
kimliklerini ekranda ortaya koyabilirler, bunun önünde de hiçbir
engel yoktur. Esas olan ilkelere bağlı olmak ve ikiyüzlü
olmamaktır. Ben bu konuda haksız davranıldığını düşünüyorum. Bugün
Şamil Tayyar Beyaz TV’de program yapıyor. Nazlı Ilıcak
milletvekiliyken köşe yazarlığı yapıyordu. Daha birçok örnek ve
isim sayabilirim. Bunlar kesinlikle çelişen meseleler değil, tam
tersine bir siyasal partili olup yazı yazmak cesarettir. Esas bir
siyasi olmayıp siyasetçi gibi yazmak, siyasi gibi davranmak
ayıptır.
Etik mi ama? Ne kadar tarafsız olunabilir?
- Etik tabi… Neye göre tarafsızlık? Örneğin ben bir
sosyalistim ve çıkıp televizyonda bir sosyalist partinin üyesi
olarak program yapıyorum, o akşam diyelim bir muhafazakâr
partinin üyesini ağırlıyorum ve çıkıp “İslamcı bir partinin üyesi
bu akşam konuğum, ona soru soracağım” desem ne kadar keyifli olur
değil mi? Herkesin kimliği açıkça ortada. Haber farklı bir
şey... Haberin kuralları var, çarpıtmayacaksın, gerçeği
olduğu gibi aktaracaksın. Bunu yapıyor muyuz yapamıyor muyuz o
başka bir
tartışma.
“SİYASİ PARTİ ÜYESİ OLMAK EŞİTTİR
AHLAKSIZ OLMAK ANLAMINA GELMİYOR”
Bu yapılabilir mi diye haber açısından sorayım o
halde?
- Ben onu şöyle sorarım: Bir siyasi partisi üyesi olmadan
Türkiye’de gerçekten tarafsız habercilik yapılabiliyor mu, asıl
soru bu. Bir siyasi parti üyesi olmaya gelene kadar işadamları ile
siyasetçilerle iktisadi ilişkileri sorgulamak gerekir. Siyasi parti
üyesi olmak eşittir ahlaksız olmak anlamına gelmiyor. Tam tersine
çoğu zaman şeffaftır.
“CHP BENİM İÇİN HİÇ ÖZEL
OLMADI”
CHP sizin için hâlâ özel mi?
- Yoo… CHP benim için hiçbir zaman özel olmadı. O zaman da
değildi, CHP üyesi de değilim ki. Ben bir davet üzerine gittim, üye
oldum ve istifa ederken üyelikten de istifa ettim.
Yakın hissediyor musunuz peki kendinizi
CHP’ye?
- Hayır, hiç değilim. Tekrar çağırsalar da gitmem.
“CHP İLE İLKESEL BİR AYRILIĞIMIZ
VARDI”
Neden istifa ettiniz, Sinan Aygün faktörü mü
gerçekten?
- Hayır, ilkesel bir ayrılığımız vardı, Bunu Kılıçdaroğlu da
bilir. CHP Lideri bana inandı partiye davet etti. Ben de
Türkiye’nin bu koşullarında önemli bir rol oynayacağımı düşündüm.
10 ay boyunca bu partide görev aldım. Yaptığım görevin hesabını
verdim. Çok önemli işler ve oylamalarda bulundum. Ve
anılarımı yazdığımda bunları göreceksin, sonuçta ben anılarımı
80’imde değil 3-5 yıl için de yazacağım.
CHP’nin size artı ve eskileri ne oldu?
- Hiç böyle bakmam ben. Hayatımda durumlar var. Ahlaken aynaya
baktığımda orada yaptığım görevden memnun muyum? Evet memnunum. İyi
ki de yapmışım.
“İSTİFA ETMESEM ŞU AN
MİLLETVEKİLİYDİM”
Milletvekili olma hayaliniz yok muydu?
- Oluyordum zaten ama istifa ettim. Benim konulduğum sıra
milletvekili olmaya yakın bir sıraydı; 11 milletvekili çıktı
Kadıköy’den, ben 12. sıradaydım. Ben olsam bir 20 bin oy daha
alırdım zaten. Ama diyorum ya ilkesel bir aykırılık oldu.
Milletvekili de olsaydım o işi de hak ettiği bir biçimde
yapardım.
“BEN KİMSENİN EMİR ERİ
OLMAM”
Ufukta bir milletvekilliği olabilir mi Enver Aysever
için?
- Gazetecilik yapmak da, milletvekili olmak da, romancı olmak
da önemlidir. Kitleye bir söz söylüyorsunuz. Ama benim için 1.
sırada romancılık geliyor. Gazetecilik ve milletvekilliği 2.
sırada. Türkiye’nin bugünkü koşullarında milletvekillilerinin genel
başkanların emir olduğunu düşündüğüm için ben bir genel başkanın
emir eri olmak istemem. Genel Yayın Yönetmenlerinin de emir eri
olmak istemem. Emir eri olacağımı düşündüğüm yerde de olmam.
O halde CNN TÜRK’TE böyle bir durum yok.
- (Gülüyor) Mümkün mü? Elbette ki yok, böyle bir durum söz
konusu olabilir mi? Öyle bir yerde ben durur muyum hiç? CNN TÜRK’ÜN
bir parçasıyız hepimiz. Barış Tunay burayı yönetiyor, ben de
program yapıyorum. Zaman zaman Türkiye’nin ikliminden menfi
etkilendiğiz dönemler oluyor, bunu inkâr edemeyiz. Ama bir emir eri
ilişkisi yok aramızda. Havayı kokluyoruz, kokladığımız havada
ihtiyatlı oluyoruz, olmuyor dersem yalan olur. Ben yalancı değilim,
programcıyım.
“BAZEN OTO SANSÜR YAPTIĞIM
OLABİLİR”
Sansür yok ama ihtiyat var diyorsunuz
yani?
- Şöyle bir analiz yapıyoruz. Yayında kalmak adına bazen
belkide oto sansür yaptığım olabilir ama sansür asla. Barış belki
beni en fazla 2 kez uyarmıştır. Benim pozisyonum şöyle
avantajlı oldu CNN’de. “Dört Bir Taraf”ta zaten fikir söylemek için
çıktığımız ve karşıt fikirler tartıştığı için telkin görmedim, ee
aykırı sorularda da soru soruyorum, propaganda yapmıyorum o nedenle
telkin görmedim. Belkide baskı görülecek bir program
yapmıyorum.
“DEMOKRATİK TOPLUMLARDA GAZETECİ
KAHRAMAN OLMAZ”
Türkiye’nin son dönemlerde en büyük şikâyetlerinden biri de
medya baskısı sanırım?
- Hepten sonsuz özgür, basın meslek ilkelerine uygun bir
ülkeyiz diyemem. Türkiye’nin koşulları şu anda buna uygun değil ama
acaba dünyanın koşulları ne kadar uygun. El Cezire diye yalan
bombardımanı yapan bir kanal var, hâlâ dünyaya yalan söylüyor.
Böyle bir ortamda yaşıyoruz, gerçekleri görelim. Gazetecilerden
birer kahraman olmalarını beklemek, toplumların demokratik
olmadığının birer işarettir. Demokratik toplumlarda gazeteci
kahraman olmaz; sadece gazetecidir.
“NAGEHAN ALÇI İYİ PROVOKASYON
YAPIYORDU”
“Dört Bir Taraf”ta, izleyicileri ekran karşısında hop
oturtup hop kaldırdınız. Hele o Nagehan Alçı ile tartışmalar,
gerginlikleriniz yok mu saç baş yolduran cinstendi. Neydi o
gerginliklerin nedeni?
- Türkiye’de yaşıyoruz ve toplum kutuplaşmış durumda, Ben
öfkesini mutluluğunu gizlemeyen biriyim. Nagehan’ın savunduğu
tezlerin tam tersini savunuyordum çoğu zaman. Dolayısıyla Nagehan
Alçı da iyi provokasyon yapıyordu ve bende o provokasyona
geliyordum.
Enver Bey; ekranda Nagehan ile tartışırken bazen de şov
yapıyor bunlar diyenler oldu. Reyting için o polemiklerin dozunu
artırdığınız oldu mu yoksa gerçek tepkileriniz
miydi?
- Bunu söyleyenler kendi hayatlarında sahte insan olduğu için
herkesi kendileri gibi sanıyorlar. Ben hayatımda şov olsun diye
eğer bunu yapsaydım haber kanalında çalışacağıma aktör olarak dizi
ve sinema sektöründe olurdum. Birinin yüzüne çıkıp da “Sen
Esad’çısın, sen darbecisin” dedikleri zaman adam küfür eder orada,
ben küfür etmediğim için yine efendiymişim demek ki.
Niye “Esadcı” olmakla suçluyordu sizi?
- Onu Nagehan’a sormak lazım… Ben niye Esad’ı
savunacakmışım?
Nagehan’ı sevmiyor musunuz?
- Ne sevgim ne de sevgisizliğim var. 80 program yaptık kendisi
ile. Bana karşı kaba davrandığını, haksızlık ettiğini çok kez
söyledim ona da…
Karşınızdakinin kadın olduğunu unuttuğunuz oldu mu
hiç?
- Hayır. Bana bunu söyleyebilmek için karşımdaki kadına
terbiye sınırları dışında davrandığımı söylemeniz lazım. Asla saygı
sınırlarını aşmadım. Sert çıkışlarım olabilir ama bu da çok
doğaldı. Ben karşımdaki ne hanıma ne de bir beyefendiye saygısızlık
yapmadım, yapmam da.
Alevi olduğunu birçok ekran yüzü saklar ama siz açık açık
dile getiriyorsunuz… Hiç dezavantajını gördünüz mü
bunun?
- İnsanların, Alevi, Sünni, Hristiyan ya da Musevi olması ne
bir üstünlüktür ne de bir ne bir alçaklıktır. Ben “Alevi misin”
diye sorulursa aleviyim diye büyük açıklıkla söylerim. Saldırı
geldi birçok kez “Sen bir Alevisin” diye defalarca Nagehan
söyledi bunu. Evet, Aleviyim ama bir Arap Alevi’si ailesinin
çocuğuyum. Antakyalı bir aile... Ancak ben İstanbul’da doğdum.
Dolayısıyla inançlı biri olmadığım için bir inancın temsilcisi
değilim. İnancın temsilcisi olanlara da haksızlık etmiş olurum.
Arap Aleviliğinin çok önemli Şıhları, temsilcileri var, dedeler
var, dedelik kurumu var onlarla bunu konuşmak lazım. Ama ben neyi
konuşurum temel insan hak ve özgürlükleri ekseninde inanç özgürlüğü
nasıl olmalı diye Alevi haklarını kellem pahasına savundum, ama ben
Ermeni haklarını da savundum. Ben bir Hümanist olarak, bir
sosyalist tavır içinde olan biri olarak bunu savundum, ama nasıl
ekranda çıkıp ben Aleviyim diye ekranda bağırmak ayıp ise kimliğini
saklamak da bir o kadar ayıp. Ben insanların kimliğini gizlemesine
karşıyım. Türkiye’de insanlar niye kimliklerini gizler ki? Bana
“sen sosyalistsin” diye bağırıyorlar, evet sosyalistim. Bunlarda
bir şey yok. Ben demokratik sosyalizme inanırım.
Bir programda gürlediniz Nagehan’a çok iyi hatırlıyorum,
alevi olduğum için bunu bana yapıyor diye. Suriye konusu idi.
Hakikatten öyle mi yaptı o gün?
- Doğru. Bir fikir tartışması yapıyoruz düşünün konu Suriye.
Nagehan bana dedi ki “Ben senin Esad’ı neden savunduğunu
biliyorum” neden söyle dedim, cevap olarak “Çünkü sen de
alevisin” dedi. Bunu söylemek bir insanlık suçudur. Bir
insanın kimliğini onun izni olmadan açıklamak Anayasal suçtur. Ben
21. Yüz yüzyıla gelmişim dünya meseleleri üzerine kafa
patlatıyorum, edebiyatla ilgileniyorum. Her türlü meseleyi
tartışıyorum düşün gelmiş bana sen alevisin, Esad’cısın diyorsun.
Bana ne Esad’dan? Esad, haklı mı değil mi bu da umurumda değil.
Beni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bir başka ülkenin
haklarını başka ülkelerinin haklarını savunmakla suçluyor. Bu
ahlaki olarak da sorunlu, Ben önce kendi ülkemin haklarını
savunurum. Yüzde yüz ve 1. sırada yurttaşım. Ben savaş karşıtıyım,
suç mu? Suçsa bunun bedellerine katlanırım. Çok kızdım o gün.
Fikir tartışmasında fikrimle mücadele edemeyip başka bir yerden
tartışmaya giriyorsun ve oradan beni vurmaya çalışıyorsun ne ayıp.
Burada bir fikir bile yok.
Gazeteci tarafsız olur diyorlar ama “doğrudan taraf”
olmalı; en uygun tanım olur bence ya
sizce?
- Gazeteci tarafsız olmalı içi boş bir laf. Gazeteci 2 şeyi
yapmalı: 1) Nesnel olarak olayın gerçeğini çarpıtmadan aktarmalı,
zaten sen gördüğün şeyi aktarırken çarpıtıyorsan bu gazetecilikle
ilgili değil ki insani bir sorun. Önce gerçeği çarpıtmayacaksın. 2)
Gazeteci her zaman temel insan hak ve özgürlüklerinden,
demokrasiden taraftır. Yaşam hakkı diye bir şey var, fikir
özgürlüğü diye bir şey bunlardan yana taraf olmayacaksın ne
olacaksın?
Bu ülkede layıkıyla gazetecilik yapılıyor mu
sizce?
- Mutlaka yapanlar var. Eksiği herkesin vardır. Ülkenin
koşulları ağırdır. Kusursuz olmaz, çok kusurludur herkes. Önemli
olan art niyetin olmayacak, savunduğun tezler etik ve evrensel
ölçülerde olacak, ayrıca vicdanına karşı hesap verirken “ben yanlış
yaptım” demeyeceksin. Ben de vicdanıma hesap verirken zaman zaman
burada “yanlış yaptım” demişimdir çok kez. Ama karneme baktığımda
yüzde 98 geçer not almışımdır, önemli olan bu.
“BEN GAZETECİ
DEĞİLİM”
Ya siz, kendi gazeteciliğinizi hiç sorguladığınız oldu
mu?
- Ben gazeteci değilim, gazeteci eşittir muhabir demektir. Ben
televizyon programcısıyım, köşe yazarıyım. Gazeteciyim dersem
muhabirlere ayıp olur. İyi bir televizyon programcısıyım, bu konuda
da mütevazı değilim. Bugün bizim kanalımızda da var; İnsanlar savaş
bölgesinde mermiler altında haber topluyor, ben onların önünde
şapka çıkarırım; şimdi çıkıp “gazeteciyim” diye gezsem onlara
saygısızlık olmaz mı? Onların canı pahasına yaptığı işi de kendime
mal edemem, ayıp olur. Evet, bir haber kanalındayız, haberin
parçasıyız ama gazeteci değil; orada program yapan biriyim
“HERKES KENDİNE OTO SANSÜR
UYGULUYOR”
Türkiye’de medya özgürlüğü açısından bir problem var
mı?
- Elbette. Bugün de var dünde vardı, hep var ama bugün çok
fazla hissediliyor. Bugün herkes oto sansür uyguluyor kendine. En
temel sorun bu. Çoğu zaman bunu fark etmezsiniz o baskı olmasa bile
kabullenerek siz kendi kendinize içten içe baskı uygularsınız. Ölüm
korkusu gibi, insan öleceğinden korkmaz ama ürperir böyle bir şey.
Kimse bunu kasıtlı yapmaz ama önlem alma, dengeli olma hali gibi
bir şey.
“İÇERİDEKİ GAZETECİLERİN HİÇBİRİ
TERÖRİST DEĞİL”
İçerideki meslektaşlarınız için ne düşünüyorsunuz,
gerçekten Ergenekoncu olduklarına inanıyor musunuz?
- Hayır, hiç inanmıyorum. İçerideki gazetecilerin hiçbiri
terörist değil, buna asla inanmıyorum. İnsanların yanlış tercihleri
olabilir, mesleğe yanlış bakıp, ilkesel hata yapmış olabilirler.
Bunların cezasını okur verir. Seyirciler verir, cezaları terörist
olarak anılmak değildir, Balbay ne yapmış, eline makineli tüfek
alıp adam mı öldürmüş, dağa mı çıkmış? Soner Yalçın ne yapmış?
“BAŞBAKAN OTORİTESİNİ SORGULAYAN HİÇ
KİMSEDEN HOŞLANMIYOR”
Başbakanın medyaya bakışını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
- Başbakan kendi otoritesini sorgulayan hiç kimseden
hoşlanmıyor. Gazetecinin de işi sorgulamak dolayısıyla
gazetecilerden de hoşlanmıyor.
Programınızda Başbakan’ı görecek miyiz bir
gün?
- (Gülüyor) Sanmıyorum, keşke gelse, isterim tabii sorularımı
yöneltmeyi ama zor gibi. Bir kez Hüseyin Çelik’e sormuştum “gelir
mi” diye inşallah deyip geçiştirdi. Gelse güzel olur.
“ YARALI
TÜRKİYE”
Yaralı mı Türkiye… Bir kitabınız var “Yaralısın Türkiye”
diye… Çok dikkatimi çekmişti? Kimler yaralıyor bu güzel
ülkeyi?
- Yaralı Türkiye. Her aşamada derin yaraları var. En önce
belleği yaralı bir türlü de iyileşemiyor ve bunu tedavi etmek
lazım. Fakat bunu liberallerin dayattığı yüzleşme tezi üzerinden
topyekûn ortaklıkları, birlikte yaşama iadesini yok edecek
ötekileştirme gibi değil. Bu ülkede Kürtler ezildi, evet aleviler
ezildi, kadınların sıkıntıları oldu, sosyalistler ezildi doğru ama
tüm bunların nedeni Kemalist rejim, tüm Kemalistler düşman derseniz
bu yanlış. Neden yanlış çünkü Kemalist dediğimiz kitle ne dün ne de
bugün homojen değildi. Tonları vardır. Örneğin Altan Öymen bir
Kemalist, onun ölçütünde bir Türkiye olsa hiçbir sorunumuz olmaz.
Önce bir onun seviyesine gelelim son derece entelektüel ve son
derece demokratik bir adam. Bugün Ercan Karakaş, eski bir bakan ve
şu an bir Kemalist partide parti meclis üyesi; son derece solcu ve
sosyal demokrat önce onun seviyesine gelelim. Ama bir taraftan da
kendine Kemalist diyen son derece ırkçı, eline silah versen
Kürtlerin kafasına sıkacak adamlar var. Bunları karıştırmamak
lazım... Liberallere gelelim; Kadri Gürsel gibi mesela eleştirel
dili son derece çok yüksek saygı duyarım. Ama birde iktidar
yalakası olmuş “liberalcikler” var, onlara da derim ki “Önce kıblen
belli olsun”. Böyle olmaz “Ben Atatürk’ü seviyorum” diyen
birine faşist diyene sen nesin diye sorarım.
“SİYASAL BİR KÜRT SORUNU VAR BU
ÜLKEDE”
Bu ülkenin “Kürt sorunu” var mı?
Var tabii. Siyasal bir Kürt sorunu var bu ülkede.
“Kürt sorunu yok” demek “deve kuşu” gibi hayatın içinde var olmak
demektir. Kürt sorunu boğazına kadar var ve her gelen şehit Kürt
sorunun somut bir göstergesidir.
“ÜLKENİN TERÖR DEĞİL, KÜRT SORUNU
VAR”
Şehit dediniz de hemen sorayım bu ülkenin en büyük sorunu
terör mü?
- Bu ülkenin en büyük sorunu terör değil, Kürt sorunu.
“ÇÖZÜM İÇİN AF
GEREKİYOR”
Peki, nasıl çözülür ya da çözüm isteniyor mu varsa böyle
bir sorun?
- Bana göre çözüm ihtimali giderek azalıyor. Çünkü iki taraf
da çözüme uzak... Kürt siyasal hareketi de, Türkiye’deki siyasi
aktörler de çözüme yakın değil, gerçek çözümü konuşma cesareti de
yok. Gerçekten çözüme yönelik bir şeyler konuşmak için önümüzdeki
25 sene evde oturmayı, siyasetten vazgeçmeyi göze almak gerekiyor.
Bu çok zor, ayrıca çözüm için af gerekiyor ama bu siyasal aftan
önce gönüllerde af. İki tarafında karşılıklı birbirini affetmesi
lazım...
Gönüllerde af derken?
- Bakın birkaç örnek vereceğim size: 25 hanelik bir Kürt
köyünü gece PKK basıyor, yaş grubu ise 60 ve üstü bu köylülerin,
bunlardan PKK ekmek istiyor, un istiyor vs. can korkusundan
veriyorlar. Sonra ertesi gün asker gelip onları topluyor, teröre
yardım ve yataklıktan alıyor içeri atıyor. Devlet olarak sen can
güvenliğini sağlayacağına atmışlık insanları içeri atıyorsun. Bir
örnek daha, 12 Eylül’de babası suçlu diye alıyorsun birini içeri,
ardından oğlunu da alıyorsun, 12- 13 yaşında oğlunun önünde buna
makatından tecavüz ediyorsun, bunu da belgeliyorsun, adamın
belleğinde bu var. Senin belleğinde ne var, 19 -20 yaşında evladını
davulla zurna ile askere gönderiyorsun, daha evladının mürüvvetini
görmeden birkaç ay sonra tabutu geliyor. Şimdi bu şehit annesine ne
diyeceksin, ya da o tecavüze uğrayan babayı nasıl ikna edeceksin?
İkisinin de belleği yaralı. Belleği yaralı iki insan grubu
üzerinden nasıl konuşacaksın? Eğer sen PKK’yı öldüre öldüre
bitirebilecek olsaydın binlerce kişi öldü niye hâlâ bitmedi,
bitmiyor. Bu iş silahla çözülmez. Kaldı ki Ortadoğu coğrafyası
yeniden şekilleniyor, biçimleniyor.
İktidarın bu konuda epey açılımları oldu, çözemezler mi
bunu?
- Ben buna inanmıyorum, böyle bir şansları yok, sorunu doğru
tespit etmediler, kapsamalı hazırlık içinde değillerdi. Niyetleri
kötü demiyorum ama gerçeği görünce geri adım attılar, çok zor bir
sorun bu gerçekten çözmek için büyük bedeller ödemek gerekiyor.
12 Eylül davasıyla ilgili ne düşünüyorsun?
- Ortadaki tablo bana göre bir 12 Eylül yargılaması değil,
böyle bir yargılamadan sonuç alınabileceğini de düşünmüyorum. Bir
anlayışın yargılanması eğer söz konusuysa dönemin gerçeklerinden
oluşan bir liste yapılır, bunların içeriden atılmasında öte
bunların yaptıkları uygulamaların sembollerini ortadan kaldıracak
bir uygulamaya imza atılır, bu da mümkün görünmüyor.
Oldukça cesur yazılar yazdığınız Birgün Gazetesi’nden
neden ayrıldınız? Gazetenin durduğu nokta mı etkili
oldu?
- Ben Birgün’de 3-4 aydır yazmıyorum ama bu ayrıldığım için
değil, yazmamanın nedeni günlük program yapıyorum, bu da çok zor
oluyor, biraz soluklanmak istedim. Ama bu yazacağım anlamına
gelmez, 1 Ocak’tan itibaren tekrar yazmayı düşünüyorum. Ama şu anda
bir roman yazıyorum ve zevkliyim.
Ne güzel! Konusu ve ismi nedir?
- Konusu aşk ama ismini söylemeyeceğim. Sürpriz olsun
(zorladım ama ismi almam mümkün olmadı).
Bir kızınız var, şunu sorayım nasıl bir babadır Enver
Aysever? Babalıkta da aykırı mı?
- Bir babanın “Ben iyi babayım” demesi ayıp sanırım ama ben
yoğunluğuma rağmen hiç ona babasız gibi bir hissi hiç yaşatmadım,
kız babası olmayan yüzde 50 babadır düşüncesindeyim. Kızınız yoksa
babalığını tamamlanmış değildir. Kız çocuk çok önemli. Onunla kitap
bile yazdım. Düşünün nasıl yetişiyor.
Aykırı soru sormaktan dolayı ileride başınıza iş açılırsa
gelecekte işsiz kalma ihtimalini düşünüp yatırımınızı buna göre
yapıyor musunuz?
- Ben yazı yazıyorum, kitap yazıyorum, üniversitelere derslere
gidiyorum başıma bir iş gelirse en kötü tiyatroya dönerim kaldı ki
15 yıl bu işi yaptım, da olmadı bir kitapevi açarım, daha da mı
olmadı, eşimle bir çözüm ararız.
İyi kazanıyor musunuz peki?
- Ben Türkiye’de “Benim kazandığım para iyi değil” dersem ayıp
etmiş olurum. Benim annemin emekli maaşı 800 TL. Düşünün.
Kazandığım paradan da, hayatımda da memnunum, şımarıklığı
sevmiyorum, abartılar içerisinde yaşamayı da sevmiyorum, yaşayanlar
da hangi Türkiye’de bunu yapıyor anlayamıyorum.
En büyük hayaliniz ne?
- En büyük hayalim, ben öldükten sonra kızıma bir sorduğunda
“Babanız ne iş yapardı” diye o da iyi bir romancıydı, güzel
kitaplar yazdı desin. Basit ama güzel bir hayal…
Edebiyata çok düşkünsünüz Enver Bey…
- Kesinlikle. İnsanın ruhunu ancak edebiyat dinlendirir,
iyileştirir. Kötülüklerden arındırır. İnsan gerçeğini gösterir.
Edebiyatla ilgisi olmayan toplumlar hasta toplumlardır. Bizde de
edebiyata ilgi yok. Çünkü hastalıklı yaşamaya alışmış bir toplum
var. Kendi fikrîlerinden emin olmak, kuşku duymamak bir
hastalıktır, sürekli içindeki kini ve öfkeyi büyütmek de bir
hastalıktır, edebiyat olmazsa işte bu hastalıklar gitgide büyür.
Edebiyat yalındır, insan gerçekliğini gösterir. Edebiyatla
karşılaştığınız zaman kendinizle hesaplaşırsınız. Mesela
yanınızdaki bir Ermeni’nin düşman olmadığını görürsünüz. Bir Kürdün
ne kadar güzel olduğunu görürsünüz, Türk olmanın ne sevinilecek ne
de üzülecek bir şey olmadığını bir durum olduğunu görürsünüz.
Önemli olan bu… Ben Hrant Dink’i Ermeni olduğu için öldürenin bir
gün aynaya baktığında ne kadar karanlık bir surat olduğunu
göreceğine inanıyorum, bunu ona ayna değil edebiyat gösterecek.
İnsanların öldüğü yerden yurt olmaz, mezar olur. Bunu da edebiyatla
yapacağız.
Çok samimi cevaplardı. Size soru sormak zor ama çok keyifli
oldu, hele bir de roller değişince, insanlar genelde sizin soru
sormanıza alışkın, dilerim hayaliniz gerçek olur. Daha nice nice
romanlarınızı okuruz.