27 Şub 2011 10:06
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:04
SONER YALÇIN CEZAEVİNDE SON YAZISI HÜRRİYET'TE!
Ergenekon Davası soruşutrması kapsamında tutuklanan Soner Yalçın'ın son yazısı Hürriyet'te yayınlandı
Hangi yazarın ne rüyası vardı
Tunus halkının “siyasi rüyası” için yaptığı eylemler bölgede domino etkisi yaptı. Köhnemiş yapılar yıkıldı, yıkılıyor. İnsanların karanlık bir cendere içinde tutulmaya çalışıldığı dönemlerde ütopyalara büyük ihtiyaç duyuluyor. Thomas More’un 1516 yılında dostu Rotterdamlı Erasmus’a yazdığı ütopyasından beri insanlar alternatif bir toplum projesi düşünüyor. Peki, bizim aydınlarımızın daha iyi bir gelecek için tasarladığı ütopyaları neydi?
ÜTOPYA, insanın yeryüzünde bir cennet hayatı oluşturma çabasıdır. Düşseldir. Daha iyiye, güzele ulaşma isteğidir. Platon’un “Devlet”i belki Batı edebiyatında ütopya türüne ilk örnek sayılabilir. Ancak Yeniçağ Avrupa’sında ütopyalara daha çok tanık oluruz.
Türkiye’nin “ütopya” kavramıyla tanışması 19’uncu yüzyılın ortalarına denk geldi. 150 yıllık bir geçmişe sahip Türk ütopyası genel anlamda “siyasi rüya”yla başlar. Bu süreç aynı zamanda Türkiye toplumunun çağdaşlaşma ve modernleşmesinin başlangıcıdır.
Kavramın felsefi, siyasi ve edebi açıdan incelenmesi 50 yıl önceye, yoğun olarak işlenmesi ise 1980 darbesinden sonrasına aitti.
HEP KORKUTTU
İnsanın insan üzerindeki baskısı arttıkça hep yeni/alternatif bir toplum projesi/ütopya anlayışı doğdu.
Ütopyalar, aslında toplumsal çelişkilere dikkat çeken ilk eleştirel metinlerdi. Manifestolardı.
Ütopyanın (Utopia) yazarı Thomas More bir politikacıydı. Başbakanlık yaptı. İngiltere Başbakanı olmasına rağmen, bu eseriyle ezilenlerin ve özellikle de köylülerin içinde bulunduğu yoksulluğa dikkat çekti.
Ancak “Utopia” zengin çevrelerin tepkisini çekti. More gözden düşürüldü. Ve idam edildi!
Ütopyalar yerleşik iktidarları hep korkuttu.
Ütopyaların Batı’dan kopya edildiği, Batı merkezli olduğu iddiası aslıda kendimize yönelik bir haksızlıktı. Çünkü, Doğu edebiyatında “Binbir Gece Masalları”, “Şehname” gibi eserler ütopik unsurlar içermekteydi.
Bizim aydınlarımızın bazı ütopyalarından örnekler vereyim...
HALİDE EDİB ADIVAR’IN ÜTOPYASI
19’uncu yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı münevverleri arasında en gözde yazı konusu “turan” hayaliydi.
Örneğin Halide Edib Adıvar’ın 1912’de yazdığı “Yeni Turan” adlı eserin başkahramanı Oğuz’du.
Oğuz Osmanlı halkını uyandırıp etrafında toplayarak, onları İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde örgütler. İttihatçıların iktidar olmasını sağlayarak halkın aydınlanmasına yardımcı olur.
Anadolu baştan başa okullarla donatılır.
Bu sayede tüm Osmanlı tebaasını kardeşlik temelinde birleştirir.
Bütün ülke bayındır edilir; kentler demiryollarıyla birbirine bağlanır. Her köşe başında sıra sıra fabrikalar dizilir. Artık yoksulluk kalmamıştır. Halk çok mutludur.
ZİYA GÖKALP’İN ÜTOPYASI
“Turan” ütopyası şiirde de kendisini gösterdi. Ziya Gökalp, “Kızıl Elma” (1915) şiirinde Türklük aşkıyla dolup taşan Azerbaycanlı bir kızın Turan arayışını tasvir etti.
O, “Turan ülkesinde” her fennin bir medresesi, ziraat, ticaret, sanat evleri vardır. Her yer gelişmiş, yoksulluk yok edilmiştir. “Turan” ülkesi yepyeni bir insan yaratmıştır. Âşıklar bile birbirine kavuşur.
Ahmet Haşim, dönemin aşk anlayışını temelden değiştiren bir anakara hayal eder. “O Belde”nin (1921) kadınları ince, temiz, güzeldir.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım Kadri ile Yeni Zelanda’ya
giderek komün hayatı kurma girişimini bu sayfada yazmıştım. Yalçın “Hayat-ı Muhayyel” adlı eserinde
bu ütopyayı kaleme aldı.
TKP kurucusu Ethem Nejat’ın “Mesut Köy” (1918) adlı eseri, tarımsal ağırlıklı eğilimi yani Köy Enstitüleri modelini savunur. Köy ağırlıklı, eşitlikçi, özgür, yeşil bir ülke tasarlar. Ethem Nejat tarihimizde okullar kanalıyla ilk Ağaç Bayramı etkinliklerini başlatan eğitimcidir.
Müfide Ferit Tek Hanım “Aydemir” (1918) adlı eserinde halkçı-sosyalist bir toplum düşler. Roman herhangi bir ülkeyi tasvir etmez, ancak Türkistan’ın şahsında geleceğin Türkiye’sini öngörür. Bu ülkede tarım gelişmiştir, işçiler sendikalıdır, yobazlık yok edilmiştir, halk aydındır.
Bu kitabın kahramanı “Aydemir”den çok etkilenen Şevket Süreyya, 1934’te soyadı olarak kendine “Aydemir”i aldı.
İSLAMİ TOPLUM ÜTOPYASI
Kılıçzade İbrahim Hakkı’nın “Pek Uyanık Bir Uyku” (1915) başlıklı eseri de Cumhuriyet dönemi uygulamalarının bir önyazısıdır. Aklın topluma hâkim olacağını belirtir. İnsanlar, toplumu tembelliğe iten softaların-şeyhlerin yerine Kuran-ı Kerim’e inanacaktır. Üfürükçülük yasaklanacak, tekke, zaviye ve medreseler kapatılacaktır. Bırakın her erkeği, kızların bile spor yapacağını öngörür. Kadınlar istediği gibi giyinecektir. Yerli mallar üretecek fabrikalar kurulacaktır.
Molla Davudzade Mustafa Nâzım da “Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rü’yet” (1913) adlı eserinde, kalkınmış, modernleşmiş bir İslam uygarlığı düşü kurar.
İnsanoğlunun politik düşleri hiç bitmeyecek.
O düşler ki, bugün Tunus’u, Mısır’ı, Libya’yı yerle bir ediyor...
ZİYA PAŞA’NIN ÜTOPYASI
YIL: 1869
Ziya Paşa bir yıldır Londra’da sürgündü. Namık Kemal ile birlikte “Hürriyet” gazetesini çıkardı. Osmanlı’nın içinde bulunduğu çöküşü durdurmak için projeler geliştirdiler:
Parlamenter sistem,Batı sömürgesinden ve siyasi baskısından kurtulmak, halkın refahını sağlamak vs.
Ziya Paşa o atmosfer içinde “Rüya” eserini yazdı. “Rüya”sında roman kahramanı bakın ne yapıyor: Sabah gazeteleri, mektupları okuyunca, Osmanlı’daki haberleri öğrenince canı sıkılıyor. Efkârını dağıtmak için “Hamiş Fort” bahçesine gidiyor, havuzun kenarındaki bankta oturunca düşüncelere dalıyor. Birden kendini İstanbul Boğaziçi’nde buluyor. Padişahın huzuruna çıkıyor. Padişaha memleketin içinde bulunduğu acıklı durumu, sadrazamın yabancı elçilerin elinde nasıl oyuncak olduğunu anlatıyor. Padişah şaşırıyor çünkü bunu bilmiyor!
Kahraman, sefil durumdan kurtulmak için padişaha önerisini de yapıyor: Millet meclisi açılmalı, Kanuni Esasi hazırlanmalıdır.
Ziya Paşa’nın ütopyası budur. Padişah bunu uygulamaya koyunca ülke kurtulacaktır!
NAMIK KEMAL’İN ÜTOPYASI
NAMIK Kemal “Görülmüş Bir Rüyadır” eserini 1877’de yazdı. Namık Kemal diyordu ki; bu kitabı İstanbul’da kimse basamaz. Dediği oldu, Avrupa’da basıldı. Çünkü üslubu radikaldi.
Namık Kemal’in ütopyası şöyleydi:
Roman kahramanı bir akşamüstü Boğaziçi’nde denize nazır bir bağevinde pencerenin köşesine oturur, düşünür ve uyuyakalır. Rüyasında Fransız devriminin hürriyet abidesi, bir bulut içinden peri gibi görünür; Osmanlı topraklarında uğradığı tüm yerleri canlandırır, şenlendirir.
Bütün çiçekler, ağaçlar açar. Her yere nur yağar, ülke cennete döner. Ülkede herkes ahlaklı olur, her birey kafaca gelişir. Mahkemelerde adalet hüküm sürer. Hükümet halkındır. Toplumsal ilişkilere akıl hâkimdir. Ülkenin en zengini de, en yoksulu da padişah kadar mutludur. En az zekâya sahip insanın beyni bile, bir kütüphane kadar bilgi doludur. Halk gaflet uykusundan uyanmıştır. İnsanca yaşamak için savaşması gerektiğini bilir.
Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi Yeni Osmanlıların düşleri ne yazık ki Sultan II. Abdülhamid’le karadüşe dönüştü.
CUMHURİYET DÖNEMİ ÜTOPYALARI
CUMHURİYET döneminde yazılan ütopyaların en gelişmişi Türk devrimini anlatan “Ankara” (1934). Yazarı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
Karaosmanoğlu üç bölümden oluşan eserinde özlem duyulan yeni toplumsal düzeni yazdı. Romanın kahramanı Selma Hanım’ın gelişim hikâyesiyle aslında Türkiye anlatıldı.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise “Rüyamdaki Okullar” (1936) adlı eserinde geleceğin köy enstitülerini işaret etti.
Bu öyle bir eğitim sistemiydi ki, herkes ihtiyaca göre eğitim görecek, eğitim ezbere dayanmayacaktı.
Memduh Şevket Esendal “Yurda Dönüş” (1940) ütopyasında doğayla barışık yaşayan köylülerden bahsediyor.
İsteği halkçı-sosyalist bir toplumdur. Roman kahramanı yıllar sonra ülkesine gelmiştir ve ilk gördüğüyle
şoke olur.
Gümrükte güzel, eğitimli, kişilikli Türk kadını çalışmaktadır.
Eskinin miskin, dalkavuk memurları kovulmuştur.
Ülkenin her yanı yeşilliktir. Köyler, ilçeler, şehirler gelişmiştir.
Peyami Safa da “Yalnızız” (1951) adlı romanında yeni bir ülke, Simeranya’da bir model düşlemektedir.
O ülkede, akla önem verilir, aklın rehberliği benimsenir. Ülkede komünizm yoktur ama mülkiyet eşitsizliği yine de kaldırılmıştır!
Cumhuriyet ilk kuşağının son ütopya yazarı Şevket Süreyya Aydemir’dir. “Toprak Uyanırsa” (1963) romanında bir köy öğretmeninin yoksullukla mücadelesini anlatır. Öğretmen devrimcidir ve köylülere özgür, başı dik birey olmayı hayatın pratiğiyle gösterir, öğretir.
Ütopya hiç bitmez...
Bitmeyecektir...
Soner Yalçın / Hürriyet
Tunus halkının “siyasi rüyası” için yaptığı eylemler bölgede domino etkisi yaptı. Köhnemiş yapılar yıkıldı, yıkılıyor. İnsanların karanlık bir cendere içinde tutulmaya çalışıldığı dönemlerde ütopyalara büyük ihtiyaç duyuluyor. Thomas More’un 1516 yılında dostu Rotterdamlı Erasmus’a yazdığı ütopyasından beri insanlar alternatif bir toplum projesi düşünüyor. Peki, bizim aydınlarımızın daha iyi bir gelecek için tasarladığı ütopyaları neydi?
ÜTOPYA, insanın yeryüzünde bir cennet hayatı oluşturma çabasıdır. Düşseldir. Daha iyiye, güzele ulaşma isteğidir. Platon’un “Devlet”i belki Batı edebiyatında ütopya türüne ilk örnek sayılabilir. Ancak Yeniçağ Avrupa’sında ütopyalara daha çok tanık oluruz.
Türkiye’nin “ütopya” kavramıyla tanışması 19’uncu yüzyılın ortalarına denk geldi. 150 yıllık bir geçmişe sahip Türk ütopyası genel anlamda “siyasi rüya”yla başlar. Bu süreç aynı zamanda Türkiye toplumunun çağdaşlaşma ve modernleşmesinin başlangıcıdır.
Kavramın felsefi, siyasi ve edebi açıdan incelenmesi 50 yıl önceye, yoğun olarak işlenmesi ise 1980 darbesinden sonrasına aitti.
HEP KORKUTTU
İnsanın insan üzerindeki baskısı arttıkça hep yeni/alternatif bir toplum projesi/ütopya anlayışı doğdu.
Ütopyalar, aslında toplumsal çelişkilere dikkat çeken ilk eleştirel metinlerdi. Manifestolardı.
Ütopyanın (Utopia) yazarı Thomas More bir politikacıydı. Başbakanlık yaptı. İngiltere Başbakanı olmasına rağmen, bu eseriyle ezilenlerin ve özellikle de köylülerin içinde bulunduğu yoksulluğa dikkat çekti.
Ancak “Utopia” zengin çevrelerin tepkisini çekti. More gözden düşürüldü. Ve idam edildi!
Ütopyalar yerleşik iktidarları hep korkuttu.
Ütopyaların Batı’dan kopya edildiği, Batı merkezli olduğu iddiası aslıda kendimize yönelik bir haksızlıktı. Çünkü, Doğu edebiyatında “Binbir Gece Masalları”, “Şehname” gibi eserler ütopik unsurlar içermekteydi.
Bizim aydınlarımızın bazı ütopyalarından örnekler vereyim...
HALİDE EDİB ADIVAR’IN ÜTOPYASI
19’uncu yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı münevverleri arasında en gözde yazı konusu “turan” hayaliydi.
Örneğin Halide Edib Adıvar’ın 1912’de yazdığı “Yeni Turan” adlı eserin başkahramanı Oğuz’du.
Oğuz Osmanlı halkını uyandırıp etrafında toplayarak, onları İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde örgütler. İttihatçıların iktidar olmasını sağlayarak halkın aydınlanmasına yardımcı olur.
Anadolu baştan başa okullarla donatılır.
Bu sayede tüm Osmanlı tebaasını kardeşlik temelinde birleştirir.
Bütün ülke bayındır edilir; kentler demiryollarıyla birbirine bağlanır. Her köşe başında sıra sıra fabrikalar dizilir. Artık yoksulluk kalmamıştır. Halk çok mutludur.
ZİYA GÖKALP’İN ÜTOPYASI
“Turan” ütopyası şiirde de kendisini gösterdi. Ziya Gökalp, “Kızıl Elma” (1915) şiirinde Türklük aşkıyla dolup taşan Azerbaycanlı bir kızın Turan arayışını tasvir etti.
O, “Turan ülkesinde” her fennin bir medresesi, ziraat, ticaret, sanat evleri vardır. Her yer gelişmiş, yoksulluk yok edilmiştir. “Turan” ülkesi yepyeni bir insan yaratmıştır. Âşıklar bile birbirine kavuşur.
Ahmet Haşim, dönemin aşk anlayışını temelden değiştiren bir anakara hayal eder. “O Belde”nin (1921) kadınları ince, temiz, güzeldir.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım Kadri ile Yeni Zelanda’ya
giderek komün hayatı kurma girişimini bu sayfada yazmıştım. Yalçın “Hayat-ı Muhayyel” adlı eserinde
bu ütopyayı kaleme aldı.
TKP kurucusu Ethem Nejat’ın “Mesut Köy” (1918) adlı eseri, tarımsal ağırlıklı eğilimi yani Köy Enstitüleri modelini savunur. Köy ağırlıklı, eşitlikçi, özgür, yeşil bir ülke tasarlar. Ethem Nejat tarihimizde okullar kanalıyla ilk Ağaç Bayramı etkinliklerini başlatan eğitimcidir.
Müfide Ferit Tek Hanım “Aydemir” (1918) adlı eserinde halkçı-sosyalist bir toplum düşler. Roman herhangi bir ülkeyi tasvir etmez, ancak Türkistan’ın şahsında geleceğin Türkiye’sini öngörür. Bu ülkede tarım gelişmiştir, işçiler sendikalıdır, yobazlık yok edilmiştir, halk aydındır.
Bu kitabın kahramanı “Aydemir”den çok etkilenen Şevket Süreyya, 1934’te soyadı olarak kendine “Aydemir”i aldı.
İSLAMİ TOPLUM ÜTOPYASI
Kılıçzade İbrahim Hakkı’nın “Pek Uyanık Bir Uyku” (1915) başlıklı eseri de Cumhuriyet dönemi uygulamalarının bir önyazısıdır. Aklın topluma hâkim olacağını belirtir. İnsanlar, toplumu tembelliğe iten softaların-şeyhlerin yerine Kuran-ı Kerim’e inanacaktır. Üfürükçülük yasaklanacak, tekke, zaviye ve medreseler kapatılacaktır. Bırakın her erkeği, kızların bile spor yapacağını öngörür. Kadınlar istediği gibi giyinecektir. Yerli mallar üretecek fabrikalar kurulacaktır.
Molla Davudzade Mustafa Nâzım da “Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rü’yet” (1913) adlı eserinde, kalkınmış, modernleşmiş bir İslam uygarlığı düşü kurar.
İnsanoğlunun politik düşleri hiç bitmeyecek.
O düşler ki, bugün Tunus’u, Mısır’ı, Libya’yı yerle bir ediyor...
ZİYA PAŞA’NIN ÜTOPYASI
YIL: 1869
Ziya Paşa bir yıldır Londra’da sürgündü. Namık Kemal ile birlikte “Hürriyet” gazetesini çıkardı. Osmanlı’nın içinde bulunduğu çöküşü durdurmak için projeler geliştirdiler:
Parlamenter sistem,Batı sömürgesinden ve siyasi baskısından kurtulmak, halkın refahını sağlamak vs.
Ziya Paşa o atmosfer içinde “Rüya” eserini yazdı. “Rüya”sında roman kahramanı bakın ne yapıyor: Sabah gazeteleri, mektupları okuyunca, Osmanlı’daki haberleri öğrenince canı sıkılıyor. Efkârını dağıtmak için “Hamiş Fort” bahçesine gidiyor, havuzun kenarındaki bankta oturunca düşüncelere dalıyor. Birden kendini İstanbul Boğaziçi’nde buluyor. Padişahın huzuruna çıkıyor. Padişaha memleketin içinde bulunduğu acıklı durumu, sadrazamın yabancı elçilerin elinde nasıl oyuncak olduğunu anlatıyor. Padişah şaşırıyor çünkü bunu bilmiyor!
Kahraman, sefil durumdan kurtulmak için padişaha önerisini de yapıyor: Millet meclisi açılmalı, Kanuni Esasi hazırlanmalıdır.
Ziya Paşa’nın ütopyası budur. Padişah bunu uygulamaya koyunca ülke kurtulacaktır!
NAMIK KEMAL’İN ÜTOPYASI
NAMIK Kemal “Görülmüş Bir Rüyadır” eserini 1877’de yazdı. Namık Kemal diyordu ki; bu kitabı İstanbul’da kimse basamaz. Dediği oldu, Avrupa’da basıldı. Çünkü üslubu radikaldi.
Namık Kemal’in ütopyası şöyleydi:
Roman kahramanı bir akşamüstü Boğaziçi’nde denize nazır bir bağevinde pencerenin köşesine oturur, düşünür ve uyuyakalır. Rüyasında Fransız devriminin hürriyet abidesi, bir bulut içinden peri gibi görünür; Osmanlı topraklarında uğradığı tüm yerleri canlandırır, şenlendirir.
Bütün çiçekler, ağaçlar açar. Her yere nur yağar, ülke cennete döner. Ülkede herkes ahlaklı olur, her birey kafaca gelişir. Mahkemelerde adalet hüküm sürer. Hükümet halkındır. Toplumsal ilişkilere akıl hâkimdir. Ülkenin en zengini de, en yoksulu da padişah kadar mutludur. En az zekâya sahip insanın beyni bile, bir kütüphane kadar bilgi doludur. Halk gaflet uykusundan uyanmıştır. İnsanca yaşamak için savaşması gerektiğini bilir.
Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi Yeni Osmanlıların düşleri ne yazık ki Sultan II. Abdülhamid’le karadüşe dönüştü.
CUMHURİYET DÖNEMİ ÜTOPYALARI
CUMHURİYET döneminde yazılan ütopyaların en gelişmişi Türk devrimini anlatan “Ankara” (1934). Yazarı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
Karaosmanoğlu üç bölümden oluşan eserinde özlem duyulan yeni toplumsal düzeni yazdı. Romanın kahramanı Selma Hanım’ın gelişim hikâyesiyle aslında Türkiye anlatıldı.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise “Rüyamdaki Okullar” (1936) adlı eserinde geleceğin köy enstitülerini işaret etti.
Bu öyle bir eğitim sistemiydi ki, herkes ihtiyaca göre eğitim görecek, eğitim ezbere dayanmayacaktı.
Memduh Şevket Esendal “Yurda Dönüş” (1940) ütopyasında doğayla barışık yaşayan köylülerden bahsediyor.
İsteği halkçı-sosyalist bir toplumdur. Roman kahramanı yıllar sonra ülkesine gelmiştir ve ilk gördüğüyle
şoke olur.
Gümrükte güzel, eğitimli, kişilikli Türk kadını çalışmaktadır.
Eskinin miskin, dalkavuk memurları kovulmuştur.
Ülkenin her yanı yeşilliktir. Köyler, ilçeler, şehirler gelişmiştir.
Peyami Safa da “Yalnızız” (1951) adlı romanında yeni bir ülke, Simeranya’da bir model düşlemektedir.
O ülkede, akla önem verilir, aklın rehberliği benimsenir. Ülkede komünizm yoktur ama mülkiyet eşitsizliği yine de kaldırılmıştır!
Cumhuriyet ilk kuşağının son ütopya yazarı Şevket Süreyya Aydemir’dir. “Toprak Uyanırsa” (1963) romanında bir köy öğretmeninin yoksullukla mücadelesini anlatır. Öğretmen devrimcidir ve köylülere özgür, başı dik birey olmayı hayatın pratiğiyle gösterir, öğretir.
Ütopya hiç bitmez...
Bitmeyecektir...
Soner Yalçın / Hürriyet