15 Tem 2009 09:58 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:48

SON GÜNLERDE KILIK DEĞİŞTİRME GAZETECİLİĞİ PEK GÖZDE DEDİ PEKİ ENGİN ARDIÇ NE KILIĞINA GİRDİ?

"Son günlerde "kılık değiştirme gazeteciliği" pek gözde ya, ben de..." Endin Ardıç yazdı.

CHP'li kılığına girdim

Son günlerde "kılık değiştirme gazeteciliği" pek gözde ya, ben de "CHP'li" kılığına gireyim dedim... Fotoğraf çektiremediğim için kuru kuru okuyacaksınız, kusura bakmayınız.
Önce bakkala telefon ettim (yok, masraf olmasın diye kendim gidip söyledim), sabahları bizim eve gönderdiği bütün gazeteleri iptal etmesini, bundan böyle yalnızca Cumhuriyet göndermesini tembihledim. Pazar günleri ek olarak bir de Milliyet.
Sonra evdeki bütün yabancı içkileri döktüm. Tekel yapımı olmayan hiçbir içkiyi eve sokmamaya karar verdim.
Viskiyi bıraktım, rakıya döndüm. Rakının da, hani üstünde Atatürk'ü andıran smokinli iki adam bulunan cinsine...
Sonra hatırladım: Adnan Menderes de ondan içerdi... Vazgeçtim.
Elimdeki bütün dövizleri bir devlet bankasına gidip "resmi kurdan" bozdurdum. Zarar ettim ama devletime feda olsun... Bundan böyle, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın o ünlü manzumesine uygun davranacağım: "Dolar kullanan yurttan atılır!"
Bütün dış gezi programlarımı da iptal ettim, yaptırmış olduğum rezervasyonları bozdum. Devletin dövizleri çarçur olacaktı. Döviz, harcamak için mi kazanılırdı?
Fakat avantadan bir durum olur da hani "üniversite falan gönderirse" reddetmem doğrusu...
Yılda bir kereden fazla yurtdışına çıkmam ama... Benim emekçim, benim memurum ona bile güç yetiremiyor, ne işim var yurtdışında? Bu fakir ülkenin birikimi böyle böyle ziyan ediliyor.
Hanımı sıkıladım: Bundan böyle eve kivi, mango, papaya falan gibi "Turgut Özal'ın memlekete soktuğu" yabancı meyveler asla alınmayacak! Hele Çikita muz, zinhar... Amasya'nın elması, Malatya'nın kayısısı falan tercih edilecek. Ne güzel kavunlarımız karpuzlarımız var... Çünkü yerli malı yurdun malıdır ve herkes onu kullanmalıdır.
Elbiseler de Sümerbank'tan. "Marka" yok, bizim gardroba artık marka giremez. Mevsim yaz olmasa, Karaca'ya gidip doksan dokuz liraya bir de "baklavalı Atatürk kazağı" alacaktım, 1937 model...
Ben de "Frenk gömleğimi" giyip Cağaloğlu'na indim, Atatürk'ün Büyük Nutuk'unu ve İnönü'nün Hatıralar'ını ciltçiye bıraktım. Çarşıkapı'dan beyaz peynir aldım. Pastırma pahalı, o aybaşına... Hele bir emekli maaşımı alayım da Ziraat Bankası'ndan...
Dönüşte asla Demirel'in yaptırdığı Boğaziçi Köprüsü'nü ya da Özal'ın yaptırdığı Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü kullanmadım, vapura bindim. Vapurda çay içtim, onu da çok pahalı buldum. Vapurda karşıma çıkan türbanlılar sinirimi büsbütün bozdular.
Beni istediğim noktada indirmeyen dolmuş sürücüsüne de küfür ettim. Göbeğini kaşıyan bu tür ayılar yüzünden memleket ne hale gelmişti...
Arabaların egzost kokusunu derin derin içime çektim ama eski Ankara havasıdır.
Eve geldim, "Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar"ı koydum. Kasetini... CD kullanmıyorum, eskiden CD mi vardı? Sevgili Deniz Baykal'ın başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nin vereceği yeni iptal kararını heyecanla beklemeye başladım. Radyoda eskisi gibi "denizcilere ve havacılara bilmemkaç sayılı tebliğ" olsa onu da dinleyeceğim. Radyo tek kanal olsa daha da mutlu olacağım. Belki bir sabaha karşı, tok sesli bir albaydan, kardeş kavgasına nasıl son verildiğini ve öngörülen Atatürk devrimlerinin nasıl "sür'atle tahakkuk ettirileceğini" de duyarım...
Haaa, bir de, dincilere uyuzluk olsun diye, yarından tezi yok bir köpek yavrusu alacağım.
Belki ona mektup bile yazarım, laf ebeliğiyle köşe dolar.

Engin Ardıç/Sabah