13 Eyl 2012 17:31
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:08
SON DAKİKA! VATAN MUHABİRİ ÇAĞDAŞ ULUS TAHLİYE EDİLDİ!
KCK operasyonunda tutuklanan Vatan Gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus ile Cihat Ablay tahliye oldu.
KCK’nın ’basın komitesi’ne yönelik açılan ve 36’sı tutuklu 44
sanığın yargılandığı dava kapsamında tutuklu sanıklar Çağdaş Ulus
ve Cihan Ablay tahliye edildi.
İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi dün avukatların salonu terk etmesiyle gergin biten duruşmanın ardından aldığı ara kararlarda 36 tutuklu sanığın tutukluluk durumunun celse arasında değerlendireceğini belirtmişti.
Mahkeme bugün yaptığı değerlendirmede, tutuklu sanıklar Vatan Gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus ve Cihan Ablay’ın suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süreyi gözönüne alarak tahliyesine karar verdi.
Çağdaş, tutukluğunun 200. gününde yazdığı mektupta şöyle diyordu:
Ya oğlunuz olsaydım!
“Bir sabah saat 05.00’te evime gelen polislerce ‘örgüt üyesi’ olduğum iddiasıyla gözaltına alınırken; boyun eğmeyen bir gazeteci olarak, sistemin içinde yuvalanmış birilerinin nasırlı ayaklarına bastığımı bildiğim için hiç üzülmemiştim. Ta ki evden polisler eşliğinde ayrılırken annemin gözyaşlarını görene dek!
İşte o anda geride bıraktıklarımın acı çekeceğini görmek canımı acıttı.
Tutuklanıp dört duvar arasına konulunca da ziyaretime gelen annemin gözyaşları hiç dinmedi. Hep üzüldü, hep acı çekti. O üzüldüğü için ben de üzüldüm, acı çektim.
Bizi hep üzülen ailelerimizle vurdular, vurmaya da devam ediyorlar.
Ancak unuttukları bir şey var:
Biz her türlü zorluğa rağmen gazetecilik ilkelerinden bir gün olsun taviz vermedik. Bu saatten sonra da vermeyiz.
20 Aralık 2011 tarihinde gözaltına alınıp tutuklandım. Tam 200 gündür ‘beton tabut’ta her şeye inat yaşamaya çalışıyorum.
200 gün önce beni gözaltına alan polisler, ellerinde delil olmadığı halde; sırf yurt dışına çıkış, yurda giriş kayıtlarıma bakarak PKK kamplarına katılıp eğitim aldığımı iddia edip yalan bilgilerle savcıyı ve hâkimi yanılttılar. Savcı ve hâkim de bu iddianın kanıtlarla desteklenmesi gerektiğini bildiği halde polisin verdikleriyle yetinip tıpkı polisler gibi açık açık suç işlediler.
Bu 200 günde hastalandım. Hastaneye tam bir ay sonra, olay basına yansıyınca götürülüp tedavi ettirildim.
Bu da yetmedi bir de bir gardiyan tarafından gardiyanların kullandığı tuvaleti temizlenmeye zorlandım. Bu onur kırıcı isteği geri çevirip olayı Adalet Bakanlığı’na ve savcılığa taşıdım. Adaleti oralarda aradım. Ancak ne hikmetse adalet mekanizması benim için çalışmadı. Gardiyanın yaptığı bu davranış ‘sözle’ kalıp darp ve cebirle sonuçlanmadığı için savcılık bu olayı onur kırıcı bir davranış olarak görmedi ve takipsizlik kararı verdi.
Adalet Bakanlığı ise bu onur kırıcı davranışın iddia edildiği gibi değil, benim sözde hapishanede
ücret karşılığı işçi koğuşunda çalışmam nedeniyle gardiyanın bana bu görevi (!) verdiğini açıklayarak, kamuoyuna yalan söyledi.
Avukatım Hüseyin Ersöz aracılığıyla suçsuz olduğumu kanıtlayan tüm delilleri Özel Yetkili Mahkeme’ye sunmama rağmen hiçbir
sonuç alamadım. İddianame açıklandığında ise iddia edilen suçlamaları çürüten tüm delilleri toplayıp mahkemeye sunmamıza rağmen yine tahliye edilmedim.
Suçsuzluğumu kanıtlamak için daha ne yapmam gerekiyor, merak ediyorum.
Ömrünün yarısını düşünceleri ve yazıları nedeniyle hapishanelerde geçiren büyük şair Nâzım Hikmet’in;
‘ben içeri düstüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : “lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız : “on senesi ömrümün.”
bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
bana sorarsanız : “adam sen de, bir iki hafta.”
diye başlayan şiirini bu aralar koğuşun avlusunda sık sık okuyorum.
Anlamı büyük bu şiirin...
200 gündür bu dört duvar arasında yaşamak; inanın Nâzım’ın dediği gibi, ‘on senesi ömrümün...’
Hiç kolay değil.
Ancak beni ve benim gibi
masum insanları dört duvar arasına tıkanlar için, bunun anlamı hiç de öyle değil... Onlara göre dört duvar arasında geçirdiğim 200 gün, benim için az bile!
Daha ne kadar burada kalacağımı bilmiyorum.
Ama beni ve benim gibi meslektaşlarımı, öğrencileri ve diğer masumları dört duvar arasına delilsiz ya da sahte delillerle atanlara bu 200’üncü günün şerefine bir çift lafım var:
Bugün evlerinize giderken beni hatırlayın ve eşinizin, çocuklarınızın gözlerine öyle bakın!
Hapishaneye tıktığınız masum insanların yerinde oğlunuzun, kızınızın ya da eşinizin olduğunu düşünün...
Düşünün ki; yaptığınız kötülüklerin farkına varıp utanın!
Çünkü yaptığınız işlerin hiçbir masumiyeti kalmadı artık...
Hangi kitaba, peygambere inanıyorsunuz bilmiyorum ama yaptığınız hukuksuzlukların hiçbir dinde ve kitapta yeri yok...
Bunun farkına varın!
Kaygılarımla.
Çağdaş Ulus
Maltepe Ceza İnfaz Kurumu”
(Gazetevatan)
İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi dün avukatların salonu terk etmesiyle gergin biten duruşmanın ardından aldığı ara kararlarda 36 tutuklu sanığın tutukluluk durumunun celse arasında değerlendireceğini belirtmişti.
Mahkeme bugün yaptığı değerlendirmede, tutuklu sanıklar Vatan Gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus ve Cihan Ablay’ın suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süreyi gözönüne alarak tahliyesine karar verdi.
Çağdaş, tutukluğunun 200. gününde yazdığı mektupta şöyle diyordu:
Ya oğlunuz olsaydım!
“Bir sabah saat 05.00’te evime gelen polislerce ‘örgüt üyesi’ olduğum iddiasıyla gözaltına alınırken; boyun eğmeyen bir gazeteci olarak, sistemin içinde yuvalanmış birilerinin nasırlı ayaklarına bastığımı bildiğim için hiç üzülmemiştim. Ta ki evden polisler eşliğinde ayrılırken annemin gözyaşlarını görene dek!
İşte o anda geride bıraktıklarımın acı çekeceğini görmek canımı acıttı.
Tutuklanıp dört duvar arasına konulunca da ziyaretime gelen annemin gözyaşları hiç dinmedi. Hep üzüldü, hep acı çekti. O üzüldüğü için ben de üzüldüm, acı çektim.
Bizi hep üzülen ailelerimizle vurdular, vurmaya da devam ediyorlar.
Ancak unuttukları bir şey var:
Biz her türlü zorluğa rağmen gazetecilik ilkelerinden bir gün olsun taviz vermedik. Bu saatten sonra da vermeyiz.
20 Aralık 2011 tarihinde gözaltına alınıp tutuklandım. Tam 200 gündür ‘beton tabut’ta her şeye inat yaşamaya çalışıyorum.
200 gün önce beni gözaltına alan polisler, ellerinde delil olmadığı halde; sırf yurt dışına çıkış, yurda giriş kayıtlarıma bakarak PKK kamplarına katılıp eğitim aldığımı iddia edip yalan bilgilerle savcıyı ve hâkimi yanılttılar. Savcı ve hâkim de bu iddianın kanıtlarla desteklenmesi gerektiğini bildiği halde polisin verdikleriyle yetinip tıpkı polisler gibi açık açık suç işlediler.
Bu 200 günde hastalandım. Hastaneye tam bir ay sonra, olay basına yansıyınca götürülüp tedavi ettirildim.
Bu da yetmedi bir de bir gardiyan tarafından gardiyanların kullandığı tuvaleti temizlenmeye zorlandım. Bu onur kırıcı isteği geri çevirip olayı Adalet Bakanlığı’na ve savcılığa taşıdım. Adaleti oralarda aradım. Ancak ne hikmetse adalet mekanizması benim için çalışmadı. Gardiyanın yaptığı bu davranış ‘sözle’ kalıp darp ve cebirle sonuçlanmadığı için savcılık bu olayı onur kırıcı bir davranış olarak görmedi ve takipsizlik kararı verdi.
Adalet Bakanlığı ise bu onur kırıcı davranışın iddia edildiği gibi değil, benim sözde hapishanede
ücret karşılığı işçi koğuşunda çalışmam nedeniyle gardiyanın bana bu görevi (!) verdiğini açıklayarak, kamuoyuna yalan söyledi.
Avukatım Hüseyin Ersöz aracılığıyla suçsuz olduğumu kanıtlayan tüm delilleri Özel Yetkili Mahkeme’ye sunmama rağmen hiçbir
sonuç alamadım. İddianame açıklandığında ise iddia edilen suçlamaları çürüten tüm delilleri toplayıp mahkemeye sunmamıza rağmen yine tahliye edilmedim.
Suçsuzluğumu kanıtlamak için daha ne yapmam gerekiyor, merak ediyorum.
Ömrünün yarısını düşünceleri ve yazıları nedeniyle hapishanelerde geçiren büyük şair Nâzım Hikmet’in;
‘ben içeri düstüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
ona sorarsanız : “lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
bana sorarsanız : “on senesi ömrümün.”
bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene.
bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
bana sorarsanız : “adam sen de, bir iki hafta.”
diye başlayan şiirini bu aralar koğuşun avlusunda sık sık okuyorum.
Anlamı büyük bu şiirin...
200 gündür bu dört duvar arasında yaşamak; inanın Nâzım’ın dediği gibi, ‘on senesi ömrümün...’
Hiç kolay değil.
Ancak beni ve benim gibi
masum insanları dört duvar arasına tıkanlar için, bunun anlamı hiç de öyle değil... Onlara göre dört duvar arasında geçirdiğim 200 gün, benim için az bile!
Daha ne kadar burada kalacağımı bilmiyorum.
Ama beni ve benim gibi meslektaşlarımı, öğrencileri ve diğer masumları dört duvar arasına delilsiz ya da sahte delillerle atanlara bu 200’üncü günün şerefine bir çift lafım var:
Bugün evlerinize giderken beni hatırlayın ve eşinizin, çocuklarınızın gözlerine öyle bakın!
Hapishaneye tıktığınız masum insanların yerinde oğlunuzun, kızınızın ya da eşinizin olduğunu düşünün...
Düşünün ki; yaptığınız kötülüklerin farkına varıp utanın!
Çünkü yaptığınız işlerin hiçbir masumiyeti kalmadı artık...
Hangi kitaba, peygambere inanıyorsunuz bilmiyorum ama yaptığınız hukuksuzlukların hiçbir dinde ve kitapta yeri yok...
Bunun farkına varın!
Kaygılarımla.
Çağdaş Ulus
Maltepe Ceza İnfaz Kurumu”
(Gazetevatan)