SİZ BENİM 'SUÇ' ORTAĞIMSINIZ; YIKIN YALANLARLA ÖRTÜLÜ ŞU ZİNDANIN DÖRT DUVARINI!
Akşam yazarı Serdar Akinan, köşesini bugün Odatv davasının tutuklu sanıklarından Soner Yalçın'a bıraktı.
İşte Yalçın’ın yazısı:
’Kimse var mı orada?..’
Günde 17 saat su verilmeyen, 24 saat aydınlanma lambalarının açık
olduğu ve her anımın 2 kamerayla izlendiği cezaevindeki koğuşumda
bazen kendimi bu sözü söylerken yakalıyorum: ’Kimse var mı orada
?’
Yaklaşık 2 yıldır İstanbul’daki Silivri Cezaevi’nde tutukluyum.
Daha mahkeme ne kadar sürecek bilmiyorum.
Fakat ben şimdiden, unutuluşa mahkum edildim. Suçum büyük çünkü;
düşünmek, gezmek, gazetecilik yapmak.
Adım, Soner Yalçın. 47 yaşındayım ve 25 yıldır gazetecilik
yapıyorum. Türkiye’nin önde gelen bazı gazete ve TV merkezlerinde
yöneticilik yaptım. Son olarak Türkiye’nin önde gelen gazetesi
Hürriyet’in yazarıydım. 12 kitap yazdım. Bunların hemen hepsi,
100-200 bin satarak beni ülkemin bestseller yazarı yaptı. Ayrıca
odatv.com adlı haber sitesinin sahibiyim.
25 yıllık gazetecilik yaşamımda, Türkiye’deki faili meçhul
cinayetleri, devlet içindeki illegal örgütleri, çeteleri, mafyayı
ve dinci cemaatleri kaleme aldım. Tarih çalışmaları yaptım.
Yazdıklarım nedeniyle ölüm tehditleri aldım; aylarca saklanmak
zorunda kaldım ama yine de korka korka hakikatleri yazdım.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Millet Meclisi Faili Meçhul
Cinayetleri Araştırma Komisyonu, devlet mafya ilişkilerini
araştıran mahkemelerde tanıklık yaptım.
Gazetecilik kuruluşları dışında hiçbir derneğe, vakfa, siyasal
partiye ve örgüte üye değilim.
Ülkemde sadece mesleki kimliğimle tanınırım, siyasal kimliğimle
değil.
Ve buna rağmen, 5 yıldır süren yargılama sonucu hala ortaya
çıkarılamamış ’Ergenekon’ adı verilen gizli bir örgütün üyesi
olduğum iddiasıyla hapisteyim. Peki delil olarak ne
gösteriyorlar?
Sahibi olduğum odatv.com bilgisayarında devlet güvenliğini
ilgilendiren Word dosyalarının bulunması!
Bunlar bize ait değil, virüsle bilgisayarımıza gönderildi. Bunu
Türkiye’nin üç seçkin üniversitesi ile bir ABD bilişim ve siber
suçlar şirketinden aldığımız bilirkişi raporlarıyla ispat ettik.
(Bu virüsü, polis içindeki dinci bir cemaat mensuplarının
yaptığından şüphe ediyoruz.)
134 sayfalık iddianame aslında neyin yargılama konusu olduğunu
ispat ediyor:
İddianamede, 361 ’haber’, 280 ’kitap-yazı’, 53 ’köşeyazısı’, 26
’röportaj’ ve 5 ’makale’ sözcüğü geçmektedir!
İddianamede, silah yok, bomba yok, cinayet yok, eylem yok.
Mahkemede hakimler bana sadece, ’o haberi neden yaptınız’ veya ’o
röportajı niye yayımladınız’ sorusunu yöneltti!
İşte suçum bu: Soru sormak, gerçeği aramak, hakikati yazmak. Yani,
mesleğimi yapmak...
Türkiye’deki meslektaşlarım şeytani bir entrikayla hapse atıldığımı
biliyor. Fakat büyük çoğunluğu, cezaevine gönderilmemek, işsiz
kalmamak için korkup gerçeği yazamıyorlar.
Bu sebeple ben de size bu mektubu yazıyorum.
Benim ülkemde düşünce hala kötülüğün simgesi olarak görülüyor.
Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı zihinlere sadece düşmanlık
ediliyor; sahte delillerle hapse atılıyor.
Bu mektubu size yazdım; çünkü siz benim ’suç’ ortağımsınız. Nasıl
mı:
Aydınlanmayı, özgür düşünceyi, akılcılığı sizden öğrendik biz
Erasmus, Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, David Home,
Kant, Marks, Weber, Sartre, Camus değil misiniz siz?
Siz düşünce için canını veren Brunu değil misiniz? Siz Dreyfus’un
yanında duran Emile Zola değil misiniz? ’Siz yanlış yaşam doğru
yaşanmaz’ diyen Adorno değil misiniz ?
Sevgili dostlar, evet siz benim ’suç’ ortağımsınız! Sizi harekete
geçirmeye çağırıyorum. Yalnız olmadığımı gösterin.
Sessizliğe mahkum edilişime son verin.
Sesim olun, kalemim olun.
Yıkın yalanlarla örtülü şu zindanın dört duvarını.
Yoksa...
Bu yine; toprağa, çiçeğe, ağaca ve en dayanılmazı 12 yaşındaki
oğlumun kokusuna hasret; insani niteliklerimi kaybetmem için yoğun
tecrit uygulanan cezaevindeki koğuşumda kendimle konuşmaya devam
edeceğim:
’Kimse var mı orada?..’