16 Ağu 2010 08:20 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:33

"SİT-COM GAZETECİLİĞİNİN İLK RESMİ ZAFERİ!"

Gazeteciler arasında şöyle bir algı vardı: 'Hürriyet'te yoksa haber değildir' ya da 'Hürriyet yazana kadar haber değildir.'

Geçen hafta deneyimli gazeteci ve Hürriyet'in okur temsilcisi Faruk Bildirici'den bir e-mail aldım. Bildirici, çok dikkatli bir gazetecidir. Benim Ayşe Arman hakkındaki yazıma dair not yolluyordu. Referandumdaki mühür skandalını Ayşe Arman yazmış ve ortalık birbirine girmişti, ben de Arman'ı tebrik etmiştim.

Bildirici daha önce aynı haberin Vatan'da yapıldığını ve Güngör Mengi'nin de köşesinde bahsettiğine dikkat çekmiş.
Meslektaşlar arasında bu gibi uyarları önemserim, zaman zaman pek çok ayrıntıyı gözden kaçırabiliyoruz. Bildirici'nin notu da yerindeydi. Hakikaten de Vatan'daki haberi de, Mengi'nin yazısını da atlamıştım.
Ancak şunu söylemekten de çekinmedim:

'Günümüzde artık neyin söylendiği değil, kimin söylediği önem taşıyor. Başkaları da önce davranmış olmasına rağmen bu haber Ayşe Arman tarafından yazıldığı için gündemin birinci sırasına oturdu.'
Basında marka isim olmanın önemi bu işte.

Yıllarca gazeteciler arasında şöyle bir algı vardı: 'Hürriyet'te yoksa haber değildir' ya da 'Hürriyet yazana kadar haber değildir.' İnternet'le, habere erişimin kolaylaşmasıyla, haber kanallarıyla beraber bu algı giderek yıkılıyor ama. Gazeteler arasında eski tip bir habercilik rekabeti giderek anlamını yitiriyor; sonuçta gazeteler basılmadan önce okur öyle ya da böyle rutinden haberdar oluyor.
Yeni dönemde farklılıklar da haber yapmaktan daha ziyade haberi kimin yaptığında ortaya çıkıyor.
Kısacası sit-com gazeteciliği karşılığını buluyor, kabul görüyor.

Ayşe Arman'ın 'Evet' mührüyle ilgili yazısı bunun sağlaması işte. YSK, Ayşe Arman'ın yazısından sonra harekete geçti, kamuoyu bu yazıdan sonra uyandı ve sonunda mühürler değişti. Daha evvel bu haberin yapılmış olması önemli değil; Ayşe Arman yazmasaydı rutin gündem arasında yok olacaktı ve belki de 12 Eylül'deki referandumda 'Evet' mührü kullanacaktık.
Gazeteciler basında ikon seviyesine gelince yazdıklarının etkisi de doğal olarak daha fazla oluyor, daha fazla tartışılıyor.
Ayşe Arman yazınca mühür meselesine uyandık da, Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı'dan alıntı yapan Ertuğrul Özkök sayesinde 'Türklerle Kürtler beraber yaşamalı mı' tartışması alevlenmedi mi? Bütün tartışma Özkök üzerinden dönmedi mi...
İşte tipik bir 'neyin söylendiği değil kimin söylediği önemli' örneği daha.

Bütün rakamlar, trendler ve yeni okur alışkanlıkları gösteriyor ki gazetelerin geleceği kendilerinden konuşturma potansiyellerine bağlı. 'Sit-com' gazeteciliği tam da bu ihtiyacın karşılığıydı.

Ancak ülkedeki yaygın muhafazakarlaşma sit-com'un da küçümsenmesine, basındaki 'mahalle baskısı' ve 'ihtiyar heyeti' etkisi modası geçmiş bir eski tip haberciliğin çok kıymetliymiş gibi sunulmasına neden oldu. Asık suratlı, Ankara merkezli gazetecilik çok matah bir şeymiş gibi sunuldu.

Değil ama... Sit-com tam da bu ihtiyaca karşılık doğmuştu ve ne kadar önemli bir rol üstlendiği giderek daha iyi anlaşılıyor.
Sit-com'cu diye küçümsenen Ayşe Arman başyazardan daha etkili çıktı.

Çünkü günümüzde bu tür bir gazeteciliğe yer var. Markalaşma, starlaşma ve ikonlar sayesinde basın hayatta kalabiliyor, bu yüzden etrafımız haberle sarılıyken hala gazete okuma ihtiyacı duyuyoruz...

Sanırım sit-com gazeteciliğine bu kadar küfredilmesi, tepki duyulması da bundan: Eskiyen, paslanmış, demode bir güruh kendi etkinliklerinin yok olduğunu fark ettikçe karşı tarafı küçümsüyor, aşağılıyor ve böylece varlıklarını sürdüreceklerini zannediyorlar.
Ama yenilgi apaçık ortada.

Oray EĞİN / AKŞAM