Sırrı Süreyya Önder açıkladı! İşte Öcalan'ın HDP tahmini!
HDP İmralı sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan'ın HDP tahminini aktardı. Öcalan'a göre HDP, 7 Haziran genel seçimlerinde yüzde 12 oranında oy alabilir. 7 Haziran genel seçimlerinde HDP'nin oy oranını yüzde 12 olarak tahmin ettiğini açıkladı.
Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’un, Önder ile son siyasi durum
hakkında yaptığı söyleşinin ikinci bölümünü bugün yayımlandı. Selin
Ogun’un röportajı şöyle:
HDP İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder ile yaptığımız
söyleşinin dün yayımlanan bölümünde, heyetin “süreç hükmünü
yitirmiştir” açıklamasının arka planında yaşananları aktarmıştık.
Söyleşinin bugünkü bölümünde Önder’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
Diyarbakır mitingindeki açıklamaları, müzakerelerin gerçekleştiği
İmralı adasına dair detaylar ve askerin sürece bakışı üzerine
yanıtları yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batman ve Diyarbakır
ziyaretlerinde DBP’li belediye başkanları programa katılmadı.
Erdoğan, Gülten Kışanak’ın Kandil’den gelen talimatla, kendisini
karşılamaya gelmediğini söyledi. Kandil’den bir talimat var
mı?
Sabah akşam, Kürtlere, Kürt meselesine ve partilerimize, üç vurup
tek sayan bir Cumhurbaşkanı’na niye gitsinler ki? Bunun için
Kandil’den bir talimata gerek var mı? Sayın Erdoğan son
konuşmalarında bir halkı ve onun değerlerini çok rencide etti,
gidilmemesi normaldir. Ağrı-Diyadin, Mazıdağı, Roboski ve birçok
yerde devletin aldığı seçim tutumu halkta büyük bir öfkeye yol
açtı. Kandil’i bile aşan bir öfkeden bahsediyorum. Sonra
Cumhurbaşkanı bir cumhurbaşkanı gibi değil, öfkeli bir parti lideri
gibi davranıyor. Bu öfkesinin tek muhatabı da bizleriz. Nitekim
başkanlar tarafından karşılanmadığı seçim mitinglerinde yine bize
Zerdüşt demiş. Nefret söylemi dilini marifet sayıyor ama bilmediği
şudur; kendisini dinleyen kalabalığın içinde de bizim
partililerimizin akrabaları var. Halk bu sözleri en son Kenan
Evrenler’den, Çiller’den, Doğan Güreş’ten duymuştu. Cumhurbaşkanı
sürecin meşruiyetine saldırıyor, Kürt sorununu inkâr ediyor. Ve
toplumdan, siyasal ve sivil aktörlerden reaksiyon alıyor. Yani
siyasetin genel kuralı. Her yanlışın bir karşılığı var.
Erdoğan, “Bu sürecin mimarı benim. Onlar sözünde durmadı”
dedi. HDP’ye ağır eleştiriler getirdi. “Elinden silahı bırakmayan,
silahların gölgesinde particilik oynamaktan vazgeçmeyenlerin çözüm
sürecini eleştirme hakkı yoktur” dedi. Ufukta ne var?
Gölgede duranın gölgesi olmaz! Milyonlara yaklaşan bir seçmen
kitlesine de bir aşağılamadır bu. Soru basit: Biz bu süreci zaten
elinde silah olanlara demokratik bir alan açmak için başlatmıştık!
E sorarlar insana, silah orada da demokratik alan nerede?
Söyleyeyim, demokratik alan matbaaya giderken düşmüş! Sonra? İnek
içmiş! Sonra dağa kaçmış… Ufukta bu kadar hoyrat
davranamayacakları, halk tarafından sandıkta sınırlanmış, haddi
belirlenmiş bir AKP var. Sonrasını kendilerinin bu süreçten
çıkaracakları dersler belirleyecek. Biz barış ve demokrasi
ısrarımızı sürdüreceğiz. Ne pahasına olursa olsun. Mimarlık ve
müteahhitlik arasında çok önemli bir fark var. Mimarlık, fikir ve
derinlik gerektirir. İlla ki bir mimar arıyorsak bu Öcalan’dır.
“Müteahhit kimdir?” diye sorarsanız işte o da Cumhurbaşkanı ve
kadrolarıdır. Elbette hepsi değil, bu işe inançla sarılanlar da
vardı. Eminim şu an olanlar, onların da içine sinmiyor. Ufukta
güzel şeyler olduğuna inanıyorum; AKP’li ya da AKP’siz bu süreç
devam etmeli. Toplumda meşruiyet yüzde 70’i aşmışken
Cumhurbaşkanı’nın dar siyasi hesapları için bu işi bir kenara
itmeyecek kadar zekidir bizim halkımız.
Selahattin Demirtaş’ın “Diyanet” açıklamasının bölgede oy
kaybına neden olabileceğini ifade edenlere katılır
mısınız?
Farz edelim ki oy kaybettik bu yüzden. Yine de katlanırız buna.
Yaklaşımımız ilkeseldir. İlkesel olan da bir hesap uğruna
değiştirilemez. Biz AKP miyiz? Fakat bunu diyenlerin Kürt halk
gerçekliğinden habersiz oldukları ortada. Bu halk yıllarca eşi
benzeri olmayan sivil cuma namazlarını gerçekleştirdi. Her cuma
camiler ümmetsiz kaldı, meydanlar tıklım tıklım.
Van’daki “Kan akan çeşme” bilboardlarına kırmızı kart verir
misiniz?
Başarısız ve mübalağalı bir dert anlatma yöntemiydi.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Bu şaşkınlar cephesi
var ya bunlar ruh ikizi. Biri Batı’nın, Türklerin HDP’si, biri
Kürtlerin CHP ’si. Paralelci yapıya yeni Türkiye’de yer yok, bunlar
ihanet şebekesi” dedi. Yüz yüze geldiğinizde bu konuları konuşuyor
musunuz?
Biz yüz yüze geldiğimizde ciddi biçimde siyaset yapmayı tercih
ediyoruz. En azından heyetimizin bakış açısı hep bu yönde oldu. Biz
bu sürece tek bir anahtar kelime etrafında baktık hep: Ciddiyet.
Akdoğan’ın sözlerinin tam da bu nedenle bu ciddiyet algısını
seçimlere kurban eden bir algı olduğunu söylemek şart. İhanet
şebekesi vs. gibi laflar, partiler arası benzetmelerse mesela AKP
Türkiye’nin yeni İttihak ve Terakki Partisi olduğunu kanıtlamışken,
“şu şuranın CHP’si, bu buranın HDP’si” gibi tanımlamalar peşinde
koşmaları bana kalırsa gülünç oluyor. 1915 başta olmak üzere
Osmanlı’nın son döneminin bütün utançlarına ortak olunuyor; üstüne
bir de skandal üstüne skandal eklenmiş durumda. İhanet nasıl
edilir? Elinizdeki gücü kötüye kullanmaktır ihanet. Barışı oy için
satmaktır. Milliyetçi popülist bir söylemle Kürtler’in kaderini
tankla çiğnemektir. Başkanlık gibi arzular için Türkiye’nin tecrübe
ettiği en iyi şey olan barış sürecini elinin tersiyle itmek,
Ağrı’da provokasyon yapmaktır. İhaneti en iyi tüm bunları yapanlar
bilirler. Akdoğan’ın bize ve CHP’ye yönelttiği suçlamalara bakın,
bizi hep bir kategoriye dahil ediyor. Biz de böyle konuşmaya
başlarsak, bizim emin olun ihanetten çok daha sert ve doğruluğu
mahkeme kayıtlarınca doğrulanmış kelimelerimiz var. Ne olacak?
Bunlar hizalamayı çok severler. Aklınca hizalarsa tek atışta
hepsini birden vuracaklar. Artık bu niyet lunaparkta çakmaksız
tüfekle cansız ördek vurmaya benzer. Hükmü kalmamıştır. Bendeki
karşılığı budur. Yüz yüze gelmedik ama geldiğimizde konuşuruz.
Bizim yeni yaşam önerimizde bu saydıklarının hepsine Sayın
Akdoğan’ın kendisi de dahil yer var. Dışlayan dışlanır. Bu yeryüzü
cenneti gibi ülkemiz herkese yeter.
Öcalan, Hakan Fidan’ın gidişi ve MİT’e dönüşü ile ilgili
olarak ne düşünüyor?
Siyasete atılmasını olumlu bulduğunu söylemişti. MİT’e geri dönüşü
ile ilgili bir değerlendirme yapmadı.
İnanalım mı buna?
Bir açıklaması olsa söylerdim.
Fidan’ın MİT’e geri dönüşü “önemsiz” göründüğü için mi gündeminize
gelmedi İmralı’da?
Görüşmelerdeki vakit darlığından bahsettim. Bir de Sayın Öcalan,
bütün boyutlarıyla bilmediği meseleler üzerinden spekülatif
değerlendirmeler yapmaz.
HDP’nin baraj altında kalması halinde Öcalan’ın B planı
nedir?
Tüm görüşmelerimizde bütün seçim tahminlerini tutturan birisi. Bu
seçim için “Yüzde 12’nin çok üzerindesiniz, baraj sorununuz
olmamalı” değerlendirmesini yaptı. Onun kafasında, barajın altında
kalma, senaryosu yok.
HDP’nin baraj altında kalması halinde HDP’nin bölgede
temsili “Kürt meclisleri oluşturması” gibi başlıklar da gündeme
geliyor. Buna bakışınız nedir?
Bunlar, HDP’ye dönük ilginin kesilmesine yönelik bir saldırı
kampanyası. “Ayrılıkçılık” hatırlatması yaparak, ilk kez HDP’ye oy
verecek seçmeni caydırma girişimidir.
Kısa süre önce Mesut Barzani ile Kandil arasında
Şengal’daki kanton gündemi nedeniyle sert polemikler yaşandı.
Öcalan, Barzani ve Kandil arasındaki polemiğe ne
diyor?
Bütün sorunların çözümlenmesi için Kürt Ulusal Kongresi’nin acilen
toplanmasını söylüyor. Bu tartışmaların büyümesinin, bu kongrenin
eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyor.
Cumhurbaşkanı’nın sizi işaret eden “Süleyman Şah
Türbesi’nden hareket halindeki tank arıza yapmış. Kalkıyor terör
destekli partinin vekili diyor ki biz kurtardık tankı. Yalan! Sen
ne anlarsın tankı tamir edip, orduya teslim etmekten?” sözlerine
yanıtınız nedir?
Benim ağzımdan hiçbir yerde tank lafı çıkmadı. Sayın Erdoğan elinde
böyle bir tank arızası olduğu ve YPG’lilerin yardımcı olduğu
bilgisi olmalı ki, elindeki bilgiyle benim söylediklerimi
karıştırmış. Bir lapsus durumu var. Süleyman Şah Türbesi’nin
etrafını IŞİD sarmıştı, askerler mahsurdu. Bunu devlet temsilcileri
“İcap ederse beş dakikada oradayız” diyerek açık ettiler. Türbenin
taşınması gerekiyordu, PYD’den yardım istendi. Bu yardım istendiği
zaman bizler arabulucuk ettik. PYD bu yardımı seve seve kabul etti.
Dayanışma ve el birliği ile bu yapıldı. Bu bir milletvekilinin işi
midir? Değildir, illegale işte böyle dahil olduk. Bu, ülkenin
onurunu itibarını ayak altına aldırmamak için sorumlu bir
davranıştır.
“Masayı devirirseniz, devreye Genelkurmay masası girer”
demiştiniz. Son üç ayda Genelkurmay masası devreye girdi
mi?
Elbette. Üstelik Genelkurmay da kendi içinde eskisi gibi yekpare
değil. Mardin Mazıdağı’nda girdi, halk canlı kalkan oldu, durdurdu.
Keza Roboski’de katırları itlaf ettiler, halk yine devreye girdi.
Ağrı’da yaşananları keza Türkiye gördü. Öte yandan alandaki askeri
yetkililer savaşmak istemediklerini ve kendilerinin buna
zorlandığını, oradaki halkla paylaşıyorlar. Bu bilgiler bize
geliyor. Biz bu savaşa inanmıyoruz, diyen komutanlar var bölgede.
Tıpkı bir fırsat olsa da “savaşmalıyım” diyen komutanlar olduğu
gibi.
Siz “savaşmak istemiyoruz” diyen bir komutanla yüz yüze
geldiniz mi hiç?
Ben, değişik rütbelerde birçok asker ile görüşüyorum. Erinden
generaline kadar. Siz bir ülkede kapı kilitleme usulü 60-70
generali içeri attırmışsanız, Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü
lideri olarak yıllarca hapis yatırmışsanız subaylar sizin günlük
savaş hesaplarınız karşısında bin kere düşünürler. Bakıyorlar İlker
Başbuğ Paşaları o günden beri düzen tutmuyor. Adam kendisini
Atatürk şiirleri yazmaya verdi. Yazıktır.
Ağrı için “İhaleyi askere yıkacaklardı, Genelkurmay tuzağa
düşmedi” demiştiniz. Altını nasıl doldurursunuz?
Altını doldurmama gerek mi var? Ben o demeci verdikten yarım saat
sonra Genelkurmay Ağrı halkına teşekkür etti. Ve Başbakan’ı,
Cumhurbaşkanı’nı tekzip ettiler.
İmralı heyetinin “Süreç hükmünü yitirmiştir” açıklamasına henüz
hükümetten toplu bir yanıt gelmedi.
Sizde şu ana dek nasıl bir bilgi var?
Açıklamamızı değerlendirdiklerini, hükümetin toplantılar yaptığını
biliyoruz. Hükümet Sözcüsü “İzleme Komisyonu’nun gereğine
inanıyoruz. Söz verdik” dedi. Şimdi “Bu sözü yiyecek miyiz,
yemeyecek miyiz”in değerlendirmesini yapmakla meşguller.
Göreceksiniz söylediklerimin aslına dair bir tutum alamayacaklar.
Etrafında gezip duracaklar.
İmralı’daki görüşme anlarınızla ilgili gözümüzde nasıl bir
atmosfer canlansın? Görüşme salonunda mesela televizyon, telefon
var mı?
Bu dediklerinizin hiçbiri yok. Son halini söylüyorum. Genişçe bir
salon, o salonda bir masa, odanın bir köşesinde bir çay makinesı.
Son tahlilde bir cezaevi orası. Menderes’e darağacı kurulmuş yoldan
geçerek giriyoruz içeri.Saray olsa ne yazar?
Çayınızı kendiniz alıyorsunuz?
Kendimiz alıyoruz. Çay hapishanelerin milli içkisidir.
Yemek molası oluyor mu?
Hayır, hatta çay için de mola vermiyoruz. Genellikle öğlen
saatlerinde orada oluyoruz. Etraflıca hatır sormaya bile vakit yok.
Hemen görüşmeye geçiyoruz. En uzun görüşmemiz dört buçuk saat
sürdü.
Adaya inince sizi asker mi karşılıyor?
Bizi cezaevi müdürü karşılıyor. Rutin cezaevi kontrollerinden
geçerek doğrudan, ana bloka giriyoruz. Oradan da görüşme için
tahsis edilen odaya geçiyoruz. Odaya girdiğimizde, masaya geçmeden,
ayakta sağlığını soruyoruz, o da bizimkini soruyor. Oturduğumuzda,
Sayın Öcalan saatini çıkarıp, masaya koyuyor. Hazırladığı gündemi
konuşmaya başlıyoruz. Takibinde biz gündemimizi aktarıyoruz.
Mesajlarını alıyoruz.
“Sırrı Süreyya Önder’in Meclis’e kravatsız, İmralı’ya
kravatlı gitmesi ne büyük çelişki” eleştirisine ne
diyorsunuz?
Meclis’te kravatsız olsanız, oturumu yöneten başkanvekili sizi
dışarıya davet etmek durumunda kalır. Bunlar, IQ’sü ayakkabısı
numarasından küçük insanların bakışıdır.
Birkaç yıl evvel sizin, Genel Kurul’a kot pantolon ve
kravatsız girdiğiniz haberleşmişti. Bu tartışmaya nasıl nokta
koyarsınız?
Daha önce de söylemiştim, hiçbir vekilin değeri giyimine, kuşamına
ya da dış görünüşüne göre biçilemez. Bu kuralın tarihine bakın,
Meclis’teki saygınlığı sağlama konusunda bir işlevi olmuş mu?
Küfürlerin havada uçuştuğu, iktidar partisi vekillerinin muhalif
vekillere saldırdığı parlamentonun resmi kıyafeti spor eşofman olsa
şu anki ruhuna daha uygun olur belki. Söylediklerim elbette işin
şaka kısmı; ben kısacık bir işimi hallettim ve kıyamet kopmadı o
gün. Parlamenter sistemin krizi kıyafetlerde değil barajlarda
aranmalı. Avrupa meclislerine bir bakın. Hepsi kendilerine neyin
yakıştığını düşünüyorsa onu giyiniyorlar. Bu eski okullardaki üç
numara tıraş uygulaması gibi, bazen komik, çoğunlukla saçma.
Cihangir’den Feriköy’e taşınmışsınız. İkamet
değişikliğinde, Kandil’in “Beyoğlu’ndaki marjinaller” çıkışını
ilişkilendirenler haklı mı?
(Gülüyor)Ankara’dan aday olacağım kesinleşince İstanbul’daki evi
küçültmek durumunda kaldım. Feriköy’de akrabalarımın yanına geçtim.
Şimdi ikametim Ankara.
Kandil’e karayoluyla gidiyorsunuz siz.
İstanbul’dan Kandil’e gittiğimde 2550 kilometre. Ankara’dan
gittiğimde 2 bin kilometre. Doğru, karayoluyla gidiyorum.
Gidiş-dönüş beş bin kilometre oluyor. Sanırım Meclis’te bir tek ben
ve Sayın Bahçeli uçağa tenezzül etmiyoruz. Gerçi kendisi Almanya’ya
giderken bu ambargoyu kaldırdı, ben tek kaldım. Artık yaşlanıyorum.
Eski dayanıklılığım kalmadı. Ben de gözden geçirmeliyim galiba. Ama
umuyorum ki oradakiler evlerine yurtlarına dönerler ben de bu uzun
yol şoförlüğünden kurtulurum.
Ne kadar yol yaptınız İmralı-Kandil hattında?
Yaklaşık 180 bin kilometre. Ama sadece yorgunluk diyerek haksızlık
etmeyeyim. Çok geniş ve kırkambar bir müzik dinleme fırsatı oluyor.
Bir de yol istasyonlarında kendimce kamuoyu yoklamaları yapıyorum.
Aydınlatıcı oluyor. Asker, polis, garson, şoför, yolcu, gümrükçü,
yolcular, Çerkez köyleri, Türkmenler, Tatarlar… Kapsama alanına
bakar mısınız?