15 Kas 2011 08:17
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:00
SIRA BANA GELECEK Mİ DİYE SORUYORUM!
Radikal gazetesi köşe yazarı Cüneyt Özdemir CNN TÜRK'te yayınlanacak olan yeni programını ve özel hayatına dair çarpıcı açıklamalar yaptı.
İşte Radikal’den İpek İzci’nin Cüneyt Özdemir’le yaptığı o söyleşi...
Sıra bana gelecek mi diye soruyorum
Dört ay sonra baba olacağını müjdeleyen Cüneyt Özdemir, "Bana bir Gülenci, bir ulusalcı, bir AKP’li, bir solcu diyorlar. Olmak istediğim yer tam da burası" diyor
Bundan çok da uzun olmayan bir süre önce Cüneyt Özdemir’in yavrusu, ilk göz ağrısı dipnot.tv’nin verdiği heyecanla kalem tutmaya başladı elim. Önce ‘Uluslararası istihbarat paylaşım sistemi Echelon haberiniz olmadan sizi dinliyor!’ diye yazdım, sonra kot taşlama işçileri, engelli vatandaşlar ve ölüm yıldönümünde Uğur Mumcu’yu andım. Bir amaca ulaşmak istediğinizde, sizi birinin iteklemesi, ‘güzel günler görme’ sürecini hızlandırıyor şüphesiz. Bana ‘destek atan’ da iş bu ya, Cüneyt Özdemir olmuştu. İşte o ‘Eski şef’le, yeni programı Soru-Yorum’u konuşmak için bir araya geldik bir gün.
Bu yıl “Bu mesleğe gençliğimi verdim” diyen Özdemir’in, CNN TÜRK’teki 12. yılı. Yeni programı Soru-Yorum’la birlikte haftanın beş günü canlı yayını var. Çok çalışmaktan eşiyle yeterince vakit geçiremediğinden şikâyet ediyor. Pek sosyal çevresi de kalmamış bu yoğunlukta. Madem bu kadar yoğun, neden, ‘Soru-Yorum’u kabul etmiş diye soruveriyor insan. Olay şu: Eşine zaman ayırmak için cuma günleri çalışmamayı tercih eden Özdemir, CNN TÜRK’ün böyle bir programa ihtiyacı doğunca, kanalını zor durumda bırakmak istemiyor. Bir başka neden ise ‘duygusal’: Dipnot.tv’yi ayakta tutabilmek için Özdemir, kazandığı her kuruşu internet sitesine yatırıyor.
12 yıldır devam 5N 1K artık herkesin malumu. ‘Soru-Yorum’da ise farklı dünyalardan konuklarla daha uzun bir zaman diliminde, güncel olması çok da şart olmayan konularda konuşuluyor. “5N 1K’da konukları haberin içeriği belirliyor, ‘Soru-Yorum’da ise biz belirliyoruz” diyor. Hatta izleyiciler www.cnnturk.com/soruyorum adresinden haftanın konuğuna sorularını yazılı veya video ile iletebiliyor. Peki bu rutin nereye kadar gider? Cüneyt Özdemir anchorman olur mu? Bu soruyu sorduğumda inanın hiç hevesli görünmüyor. “Şu yaptığımız işte biraz rutini aşabiliyoruz, kafamıza göre konuk çağırabiliyoruz ama anchorman olunca tamamen gündemin bir parçası oluyorsun” diye özetliyor. “Zaten ‘beyaz saçlı muhabirler dönemi’ denir anchormanliğe. Ben bu halimle iyiyim”.
Sayısı 68’i bulan tutuklu gazeteciler için ne yaptığını da soruyorum. Cüneyt Özdemir, Türkiye’de tutukluluk sürelerinin genel olarak çok uzun olduğunu ve gazetecilerin de bu uzun tutukluluk sürelerinden paylarına düşeni aldıklarını düşünüyor. Ergenekon, Balyoz ve Oda TV iddianamelerinin bir kısmını okumuş ve pek çoğunda bu gazetecilerin tutukluluğunun devamını gerektirecek bir şey görememiş. “Tutukluluk sürelerinin bu kadar uzun olmaması gerektiğini dile getiriyorum, haber yapıyorum ama ayrıca da bir şey yapmıyorum açıkçası” diyor. Özdemir “Sıra bana gelecek mi?” diye soruyormuş kendine. Zira tanıdığı pek çok gazeteci şu an tutuklu. “Üzülüyorum. Çok sık aklıma geliyorlar. Herkesin başına böyle bir şeyin gelebileceğini de biliyorum.”
Ajanslar araştırmacı gazeteciliği öldürdü
Bugün, dile kolay 21 yıllık bir gazeteci olan Cüneyt Özdemir gazeteciliğin rengini kaybettiğini düşünüyor: “Teknoloji hayatımıza bu kadar çok girince, daha özgür ama daha tembel olduk. Haber denince insanlar bilgisayar başına geçip uzun uzun yazıyor. Halbuki eskiden haber demek, haber kaynaklarıyla görüşmek, konuşmak, araştırmak demekti. Bir de ajans gazeteciliği çok gelişti Türkiye’de. 4-5 tane haber ajansımız var. Ajansların bu kadar çok olması araştırmacı gazeteciliği öldürdü. İyi muhabirler ajanslara gitti, ajanslar da özel haber yapmamaya başladı. Herkes aynı genel haberlerin peşinde koşmaya başladı.” Onu Twitter’da takip edenler bilir, arada “Bırakıp gideceğim bu gazeteciliği” der. Gaza mı geliyor yoksa hakikaten bırakır mı? “Gaza geliyor olabilirim ama bırakabilirim de, illa gazeteci olarak üretmek şart değil ki” diyor. “Sinema yönetmeni olurum, senaryo veya kitap yazarım. Eliniz kolunuz bağlanırsa, söylenecek sözlerinizi artık yayımlayamayacak bir otokontrol mekanizmasına mecbur hissederseniz kendinizi, mesleği bırakmayı düşünebiliriz bence.”
Haymatlos bir yerde duruyorum
Cüneyt Özdemir, Türkiye’de bazı şeylerin hiç değişmediği görüşünde: “Siyasetin dili kavga dili. İktidar buyurgan, muhalefet hırçın. Ortak müştereklerde konuşamıyoruz. Sağcısı, solcusu, ulusalcısı bir araya gelip “Kaçak binaları yıkalım” veya “Gelin şu kadına şiddet konusunu çözelim” diyemiyoruz. Böylesine kavgacı bir ortamda nasıl bir anayasa yapacağız, kuşkularım var.” Siyasete girmişken, o soruyu sormadan geçmiyorum. Özdemir iddia edildiği gibi AKP’li mi? “Değilim” diyor. “Bir şeye doğru veya yanlış diyemeyecek duruma geldik. ‘Doğru’ mu diyorsunuz, hemen sen ‘ocusun’ oluyorsun. ‘Yanlış’ mı, hemen ‘şucusun’. Oysa ben bir gazeteci olarak çok haymatlos bir yerde duruyorum. Sözlüklerde, sağda solda, köşelerde ‘AKP’lisin’ diyenlerin geçen gün Başbakan’la ilgili çıkışımdan sonra sus pus olduğunu görüyorum, hepsi övgüler yazıyor bana. Ne oldu kardeşim, hani ben AK Particiydim? Bir Gülenci, bir ulusalcı, bir AKP’li, bir solcu diyorlar. Ve biliyor musun, aslında tam da olmak istediğim yer burası. Evet, hepsini desinler, bir sakıncası yok. Ben ‘Annemin başı örtülü’ diyorum, millet bana ‘Sen AK Partilisin’ diyor. Annemin başı 45 yıldır örtülü, AK Parti mi varmış o zaman?
Gazetecilik, siyaset, başörtüsü… Hepsini bir kenara bırakalım, güzel bir haber paylaşalım. Cüneyt Özdemir baba oluyor! İlk kez bu kadar heyecanlı olduğunu söyleyen Cüneyt Özdemir ve eşi Zeynep İnanoğlu’nun 4 ay sonra doğacak bebeklerinin cinsiyeti erkek ve ismi henüz belli değil. Özdemir bu konuda pek konuşmak istemiyor, nazar değer diye korkuyor. Ne diyelim? Adam haklı beyler!
Özdemir’in bir günü nasıl geçiyor?
“Sabah 09.00 suları uyanıyorum, yaklaşık 12 gazeteyi okuyarak güne başlıyorum. Ondan sonra Taksim’deki ofise geçiyorum. Ofiste o gün 5N 1K’da neler yapacağımızı konuşuyoruz. Ardından köşe yazımı yazıyorum, o yaklaşık iki saat sürüyor. Sonra dipnot.tv ile ilgili toplantılar varsa onlara bakıyorum. Akşam 17.30’da Taksim’den Güneşli’ye doğru yola çıkıyorum. O sırada uyuyorum muhakkak her gün. CNN TÜRK’teki yayın 19.30’da başlıyor, 21.00’de bitiyor. 22.00 suları eve varıyorum, yorgun
bir şekilde eşimle kucaklaşıyorum. Gece 01.00 civarı da uyuyorum. Hafta sonu ise genelde seyahat etmeye çalışıyorum. Şimdi eşim hamile olduğu için daha az seyahat ediyoruz gerçi ama bu seyahatler benim için bir kaçış oluyor.”
‘Kimi kimden koruyacaksın?’
32. Gün programının 25. yıl programını izleyenler hatırlar. Özdemir o programda, Eşref Bitlis dosyasını anlatırken, “Takip ediliyorduk, bana komplo kurdular” diyor. İtirafçılardan giriyoruz konuya. “Susurluk dönemi, ortalık itirafçı dolu. Bir itirafçı beni aradı ve bir dosya vereceğini söyledi. Adama hep gittiğim Kanlıca Çay Bahçesi’nde randevu verdim. Bir gittim, karşımda siyah gözlüklü, takım elbiseli biri. Çay ocağının yanında iki adam daha, biraz ileride de siyah camlı beyaz bir cip. Bir mahalle kahvesinde böyle adamlar görünce şaşırdım. Neyse, itirafçı dedi ki: “Bizde bir ses kaydı var. Bu ses kaydında dönemin İçişleri Bakanı Kürt işadamlarını öldürme emri veriyor”. “Böyle bir şey olamaz. Olursa da bana değil, polise teslim edin” dedim. Olay aslında şu; bize güya İçişleri Bakanı’nın ses kaydını verecekler, biz de karşılığında yurtdışına çıksınlar diye iki PKK’lıya pasaport vereceğiz. O dönem birkaç gazeteci bu tuzağa düştü. Hatta bir sivil toplum kuruluşunun ünlü bir mensubu, PKK’lılara pasaport vermekten cezaevine girdi”. “Peki ya bugün?” diye sormadan edemiyor insan. Özdemir, tehditler alıyor, telefonlarının dinlendiğinden, e-mail’lerinin takip edildiğinden kuşkusu yok. Zamanında yardımcısı, silah alma fikrini sunmuş ama o ‘Boş ver’ demiş. Kendisi şu an Allah’a emanet! Emniyete gidip, koruma için bir girişimi olup olmadığını sorduğumda, “Kimden korumak için?” diye soruveriyor. Bir düşüneyim… Herkesten olabilir. Yüzünde acı bir tebessümle yanıtlıyor: “İşte mesele tam da bu sorudan kaynaklanıyor. Kimi kimden koruyacaksın?”
‘Çok daha soğukkanlıyım’
“21 yıllık gazetecilik hayatımda kendimde gördüğüm değişim, olgunlaşıp, yaşlandığım... Acılar karşısında tecrübeli olmayı ve soğukkanlı olmayı öğrendim. Herkesin panik olduğu bir anda ben soğukkanlıyım. Bir tek ben değilim, hepimiz böyleyiz. Nerede olağanüstü bir kriz, deprem, felaket, ters giden bir şey... Orada hepimizin sinirleri alınmış gibi. Çok daha soğukkanlıyım. Birçok şeyi galiba bu yüzden içime atıyorum. Kriz dönemlerinde ağlamayı geçtim panik olamamak bile umarım bizi bir dert sahibi etmiyordur. “
Sıra bana gelecek mi diye soruyorum
Dört ay sonra baba olacağını müjdeleyen Cüneyt Özdemir, "Bana bir Gülenci, bir ulusalcı, bir AKP’li, bir solcu diyorlar. Olmak istediğim yer tam da burası" diyor
Bundan çok da uzun olmayan bir süre önce Cüneyt Özdemir’in yavrusu, ilk göz ağrısı dipnot.tv’nin verdiği heyecanla kalem tutmaya başladı elim. Önce ‘Uluslararası istihbarat paylaşım sistemi Echelon haberiniz olmadan sizi dinliyor!’ diye yazdım, sonra kot taşlama işçileri, engelli vatandaşlar ve ölüm yıldönümünde Uğur Mumcu’yu andım. Bir amaca ulaşmak istediğinizde, sizi birinin iteklemesi, ‘güzel günler görme’ sürecini hızlandırıyor şüphesiz. Bana ‘destek atan’ da iş bu ya, Cüneyt Özdemir olmuştu. İşte o ‘Eski şef’le, yeni programı Soru-Yorum’u konuşmak için bir araya geldik bir gün.
Bu yıl “Bu mesleğe gençliğimi verdim” diyen Özdemir’in, CNN TÜRK’teki 12. yılı. Yeni programı Soru-Yorum’la birlikte haftanın beş günü canlı yayını var. Çok çalışmaktan eşiyle yeterince vakit geçiremediğinden şikâyet ediyor. Pek sosyal çevresi de kalmamış bu yoğunlukta. Madem bu kadar yoğun, neden, ‘Soru-Yorum’u kabul etmiş diye soruveriyor insan. Olay şu: Eşine zaman ayırmak için cuma günleri çalışmamayı tercih eden Özdemir, CNN TÜRK’ün böyle bir programa ihtiyacı doğunca, kanalını zor durumda bırakmak istemiyor. Bir başka neden ise ‘duygusal’: Dipnot.tv’yi ayakta tutabilmek için Özdemir, kazandığı her kuruşu internet sitesine yatırıyor.
12 yıldır devam 5N 1K artık herkesin malumu. ‘Soru-Yorum’da ise farklı dünyalardan konuklarla daha uzun bir zaman diliminde, güncel olması çok da şart olmayan konularda konuşuluyor. “5N 1K’da konukları haberin içeriği belirliyor, ‘Soru-Yorum’da ise biz belirliyoruz” diyor. Hatta izleyiciler www.cnnturk.com/soruyorum adresinden haftanın konuğuna sorularını yazılı veya video ile iletebiliyor. Peki bu rutin nereye kadar gider? Cüneyt Özdemir anchorman olur mu? Bu soruyu sorduğumda inanın hiç hevesli görünmüyor. “Şu yaptığımız işte biraz rutini aşabiliyoruz, kafamıza göre konuk çağırabiliyoruz ama anchorman olunca tamamen gündemin bir parçası oluyorsun” diye özetliyor. “Zaten ‘beyaz saçlı muhabirler dönemi’ denir anchormanliğe. Ben bu halimle iyiyim”.
Sayısı 68’i bulan tutuklu gazeteciler için ne yaptığını da soruyorum. Cüneyt Özdemir, Türkiye’de tutukluluk sürelerinin genel olarak çok uzun olduğunu ve gazetecilerin de bu uzun tutukluluk sürelerinden paylarına düşeni aldıklarını düşünüyor. Ergenekon, Balyoz ve Oda TV iddianamelerinin bir kısmını okumuş ve pek çoğunda bu gazetecilerin tutukluluğunun devamını gerektirecek bir şey görememiş. “Tutukluluk sürelerinin bu kadar uzun olmaması gerektiğini dile getiriyorum, haber yapıyorum ama ayrıca da bir şey yapmıyorum açıkçası” diyor. Özdemir “Sıra bana gelecek mi?” diye soruyormuş kendine. Zira tanıdığı pek çok gazeteci şu an tutuklu. “Üzülüyorum. Çok sık aklıma geliyorlar. Herkesin başına böyle bir şeyin gelebileceğini de biliyorum.”
Ajanslar araştırmacı gazeteciliği öldürdü
Bugün, dile kolay 21 yıllık bir gazeteci olan Cüneyt Özdemir gazeteciliğin rengini kaybettiğini düşünüyor: “Teknoloji hayatımıza bu kadar çok girince, daha özgür ama daha tembel olduk. Haber denince insanlar bilgisayar başına geçip uzun uzun yazıyor. Halbuki eskiden haber demek, haber kaynaklarıyla görüşmek, konuşmak, araştırmak demekti. Bir de ajans gazeteciliği çok gelişti Türkiye’de. 4-5 tane haber ajansımız var. Ajansların bu kadar çok olması araştırmacı gazeteciliği öldürdü. İyi muhabirler ajanslara gitti, ajanslar da özel haber yapmamaya başladı. Herkes aynı genel haberlerin peşinde koşmaya başladı.” Onu Twitter’da takip edenler bilir, arada “Bırakıp gideceğim bu gazeteciliği” der. Gaza mı geliyor yoksa hakikaten bırakır mı? “Gaza geliyor olabilirim ama bırakabilirim de, illa gazeteci olarak üretmek şart değil ki” diyor. “Sinema yönetmeni olurum, senaryo veya kitap yazarım. Eliniz kolunuz bağlanırsa, söylenecek sözlerinizi artık yayımlayamayacak bir otokontrol mekanizmasına mecbur hissederseniz kendinizi, mesleği bırakmayı düşünebiliriz bence.”
Haymatlos bir yerde duruyorum
Cüneyt Özdemir, Türkiye’de bazı şeylerin hiç değişmediği görüşünde: “Siyasetin dili kavga dili. İktidar buyurgan, muhalefet hırçın. Ortak müştereklerde konuşamıyoruz. Sağcısı, solcusu, ulusalcısı bir araya gelip “Kaçak binaları yıkalım” veya “Gelin şu kadına şiddet konusunu çözelim” diyemiyoruz. Böylesine kavgacı bir ortamda nasıl bir anayasa yapacağız, kuşkularım var.” Siyasete girmişken, o soruyu sormadan geçmiyorum. Özdemir iddia edildiği gibi AKP’li mi? “Değilim” diyor. “Bir şeye doğru veya yanlış diyemeyecek duruma geldik. ‘Doğru’ mu diyorsunuz, hemen sen ‘ocusun’ oluyorsun. ‘Yanlış’ mı, hemen ‘şucusun’. Oysa ben bir gazeteci olarak çok haymatlos bir yerde duruyorum. Sözlüklerde, sağda solda, köşelerde ‘AKP’lisin’ diyenlerin geçen gün Başbakan’la ilgili çıkışımdan sonra sus pus olduğunu görüyorum, hepsi övgüler yazıyor bana. Ne oldu kardeşim, hani ben AK Particiydim? Bir Gülenci, bir ulusalcı, bir AKP’li, bir solcu diyorlar. Ve biliyor musun, aslında tam da olmak istediğim yer burası. Evet, hepsini desinler, bir sakıncası yok. Ben ‘Annemin başı örtülü’ diyorum, millet bana ‘Sen AK Partilisin’ diyor. Annemin başı 45 yıldır örtülü, AK Parti mi varmış o zaman?
Gazetecilik, siyaset, başörtüsü… Hepsini bir kenara bırakalım, güzel bir haber paylaşalım. Cüneyt Özdemir baba oluyor! İlk kez bu kadar heyecanlı olduğunu söyleyen Cüneyt Özdemir ve eşi Zeynep İnanoğlu’nun 4 ay sonra doğacak bebeklerinin cinsiyeti erkek ve ismi henüz belli değil. Özdemir bu konuda pek konuşmak istemiyor, nazar değer diye korkuyor. Ne diyelim? Adam haklı beyler!
Özdemir’in bir günü nasıl geçiyor?
“Sabah 09.00 suları uyanıyorum, yaklaşık 12 gazeteyi okuyarak güne başlıyorum. Ondan sonra Taksim’deki ofise geçiyorum. Ofiste o gün 5N 1K’da neler yapacağımızı konuşuyoruz. Ardından köşe yazımı yazıyorum, o yaklaşık iki saat sürüyor. Sonra dipnot.tv ile ilgili toplantılar varsa onlara bakıyorum. Akşam 17.30’da Taksim’den Güneşli’ye doğru yola çıkıyorum. O sırada uyuyorum muhakkak her gün. CNN TÜRK’teki yayın 19.30’da başlıyor, 21.00’de bitiyor. 22.00 suları eve varıyorum, yorgun
bir şekilde eşimle kucaklaşıyorum. Gece 01.00 civarı da uyuyorum. Hafta sonu ise genelde seyahat etmeye çalışıyorum. Şimdi eşim hamile olduğu için daha az seyahat ediyoruz gerçi ama bu seyahatler benim için bir kaçış oluyor.”
‘Kimi kimden koruyacaksın?’
32. Gün programının 25. yıl programını izleyenler hatırlar. Özdemir o programda, Eşref Bitlis dosyasını anlatırken, “Takip ediliyorduk, bana komplo kurdular” diyor. İtirafçılardan giriyoruz konuya. “Susurluk dönemi, ortalık itirafçı dolu. Bir itirafçı beni aradı ve bir dosya vereceğini söyledi. Adama hep gittiğim Kanlıca Çay Bahçesi’nde randevu verdim. Bir gittim, karşımda siyah gözlüklü, takım elbiseli biri. Çay ocağının yanında iki adam daha, biraz ileride de siyah camlı beyaz bir cip. Bir mahalle kahvesinde böyle adamlar görünce şaşırdım. Neyse, itirafçı dedi ki: “Bizde bir ses kaydı var. Bu ses kaydında dönemin İçişleri Bakanı Kürt işadamlarını öldürme emri veriyor”. “Böyle bir şey olamaz. Olursa da bana değil, polise teslim edin” dedim. Olay aslında şu; bize güya İçişleri Bakanı’nın ses kaydını verecekler, biz de karşılığında yurtdışına çıksınlar diye iki PKK’lıya pasaport vereceğiz. O dönem birkaç gazeteci bu tuzağa düştü. Hatta bir sivil toplum kuruluşunun ünlü bir mensubu, PKK’lılara pasaport vermekten cezaevine girdi”. “Peki ya bugün?” diye sormadan edemiyor insan. Özdemir, tehditler alıyor, telefonlarının dinlendiğinden, e-mail’lerinin takip edildiğinden kuşkusu yok. Zamanında yardımcısı, silah alma fikrini sunmuş ama o ‘Boş ver’ demiş. Kendisi şu an Allah’a emanet! Emniyete gidip, koruma için bir girişimi olup olmadığını sorduğumda, “Kimden korumak için?” diye soruveriyor. Bir düşüneyim… Herkesten olabilir. Yüzünde acı bir tebessümle yanıtlıyor: “İşte mesele tam da bu sorudan kaynaklanıyor. Kimi kimden koruyacaksın?”
‘Çok daha soğukkanlıyım’
“21 yıllık gazetecilik hayatımda kendimde gördüğüm değişim, olgunlaşıp, yaşlandığım... Acılar karşısında tecrübeli olmayı ve soğukkanlı olmayı öğrendim. Herkesin panik olduğu bir anda ben soğukkanlıyım. Bir tek ben değilim, hepimiz böyleyiz. Nerede olağanüstü bir kriz, deprem, felaket, ters giden bir şey... Orada hepimizin sinirleri alınmış gibi. Çok daha soğukkanlıyım. Birçok şeyi galiba bu yüzden içime atıyorum. Kriz dönemlerinde ağlamayı geçtim panik olamamak bile umarım bizi bir dert sahibi etmiyordur. “