24 Kas 2013 12:28 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:46

Sinema sanat ise filmleri neden yarıştırıyoruz?

Murat Tolga Şen, festivallerin jüri kararlarını eleştirdiği cesur bir yazıyla yine Türk sinemasının dertli tarafına neşter atıyor.

Bu bir Pazar yazısı… O yüzden öfkeli, kızgın, kavgacı bir tonda yazmayacağım. Sadece şu “festival jürileri” meselesine ve sinema sanatını yücelten festivallerde filmleri yarıştırma hadisesine biraz dikkat çekmek istiyorum.

Artık festival yapan, yazan ya da sadece seyirci olarak filmleri takip eden herkesin bildiği gibi, “jüri mefhumu” ülkemiz festivallerini düşündüğümüzde bir standardı ifade etmiyor.

“Jürideki herkesi çıkar başkalarını getir, sonuçlar hepten değişir”

Bu cümleyi ben kurmadım ancak o kadar çok insandan duydum ki. Artık iyice anlamamız gereken şey şu sanırım; Jüriler sevdikleri filmleri ödüllendiriyor. Bu “sevme” kısmında ise filmin kendisi kadar onu yapanların ismi, seyredene yakınlığı da etkili.

Sinema bazı kurallar çerçevesinde yapıldığından bir yere kadar ölçülebilir bir sanat. Sanat ölçülebilir mi? dediğimiz zaman mesele epey karışacağından pek o sulara yelken açmayalım ancak filmleri, ödül vermek üzere, tartıya çıkarıyorsak elimizde bir ölçme metodu vardır ya da olmalıdır.

İşlerin fena halde karıştığı yer tam da burası… Birlikte yarışan filmlerin festivali festivalini tutmuyor. Bir festivalin başının tacı olan film başka bir festivalde tek bir ödül bile alamadan eve dönebiliyor. aslında bir yere kadar anlaşılabilir bir durum ancak Cennetten Kovulmak örneğinde olduğu gibi bir önceki yıl ön jüriden geçemeyen film bir sonraki yıl başvurup “en iyi film” seçilebiliyor. Gerçekten ilginç değil mi?

Tüm zamanların en acıklı jüri kazası ise Ateşin Düştüğü Yer filminin 2011 Altın Portakal ön jürisinden vize alamayıp sonra da Montreal’de en iyi film seçilmesidir. Portakal ön jürisinin “İslamcı yönetmen” önyargısıyla yaklaşıp sıfır verdiği İsmail Güneş’in filminin başına gelenler bununla bitmiyor, bir yıl sonra Altın Koza’da yarışan filme hiç olmazsa “en iyi müzik” ödülünün çıkacağını öngörürken jüri bu dalda ödül vermemeyi tercih ediyor. Filmi ödüllendirmemek adına Saki Çimen’in emeğinin üzerine basılıp geçildi. Çok yazık…

Bu yıl Adana’da beni çok şaşırtan bir filmle, Gözümün Nuru ile karşılaşmıştım. Sinemamız açısından denenmemiş, muzip fikirler barındıran içi sinema sevgisiyle dolu bir filmdi. Hatalı bir tespitle 100 yaşına giren Türk sinemasında eşine rastlanmayan bir deneme… Gözümün Nuru, Yozgat Blues ile birlikte Altın Koza’nın en iyisi seçildi. Siyad ödülünü alacağından emin olmama rağmen Gözümün Nuru’nun büyük ödüle uzanmasına şaşırmıştım çünkü ana jürilerin hoşlanacağı türden bir festival paketi içermiyordu. Uzun planlar, uzaklara dalanlar yoktu bu filmde…

Başka bir ilginç hadise ise, Altın Koza’nın en iyi iki filmi Yozgat Blues ve Gözümün Nuru iken en iyi yönetmen ödülüne Reha Erdem’in uzanmasıydı sanırım. Neye göre, kime göre olduğu çok tartışılır bir karardı bu ve “ustaları kızdırmak” kimsenin işine gelmiyordu sanırım. Öyle ya, festivallerin devamı da var, ustalar bir şekilde ödüllendirilmeli ki, küsüp gitmesinler ve meydan hepten yeni yetmelere kalmasın. Böyle bir kaygıyla verilmiş bir büyük ödüldü Altın Koza’nın “en iyi yönetmen”i.

İFF, Altın Koza ve Altın Portakal’ın rövanşı ve son arena olarak tanımladığım Malatya Film Festivali’nin (MUFF) sonuçları ayrıca önem arzediyor. Malatya’da mutlaka yarışacağını umduğum Hayatboyu, Köksüz ve Daire, festivalin şartnamesindeki “eser işletme belgesi” maddesine takılarak elendiler ve festivalin ödüle en yakın iki filmi Altın Koza’da büyük ödülü paylaşan Yozgat Blues ve Gözümün Nuru oldu. Bakalım bu defa “en” kelimesinde iki kişilik yer var mı derken Gözümün Nuru’nu hiç görmeyen bir takdirle karşılaştık.

En büyük iki ödül (en iyi film, en iyi yönetmen) Muhsin bey aromalı, “festival filmi” olduğunun altını çizecek kadar kasaba sıkıntısı içeren ancak iyi yazılmış/oynanmış karakterlerle kıymetlenen bir film olan Yozgat Blues’a gitti. Filmi çok seven jüri, İFF’in en iyi erkek oyuncusu seçilen Ercan Kesal’ı pas geçip ödülü sıradışı bir karakter performansı gösteren Serdar Orçin’e vermeyi tercih etti. Ercan Kesal’ın oyunun aynılaştığını düşünen sadece ben değilmişim.

MUFF jürisinin kararlarını yargılamıyorum, bana göre, Saroyan Ülkesi'nin "en iyi senaryo" ödülünü alması dışında, yılın en isabetli ödüllendirmesi bu jüriden geldi. Dikkat çekmek istediğim nokta, filmlerin kıymetinin jüri değiştikçe arttığı ya da azaldığı ve bunun acayip bir şekilde olduğu… Aslına bakarsanız, ödülüne göre film izlenmez, sizin kalbinize sıcacık dokunan bir film başkası için diline değen soğuk bir taştır. Sorum şu; ölçüp biçmeye kalktığımızda da her seferinde başka bir sonuç çıkıyorsa ve filmler sanat eseriyse… Neden yarıştırıyoruz?

MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]