Sinema sanat ise filmleri neden yarıştırıyoruz?
Murat Tolga Şen, festivallerin jüri kararlarını eleştirdiği cesur bir yazıyla yine Türk sinemasının dertli tarafına neşter atıyor.
Bu bir Pazar yazısı… O yüzden öfkeli, kızgın, kavgacı bir tonda
yazmayacağım. Sadece şu “festival jürileri” meselesine ve sinema
sanatını yücelten festivallerde filmleri yarıştırma hadisesine
biraz dikkat çekmek istiyorum.
Artık festival yapan, yazan ya da sadece seyirci olarak filmleri
takip eden herkesin bildiği gibi, “jüri mefhumu” ülkemiz
festivallerini düşündüğümüzde bir standardı ifade etmiyor.
“Jürideki herkesi çıkar başkalarını getir, sonuçlar
hepten değişir”
Bu cümleyi ben kurmadım ancak o kadar çok insandan duydum ki. Artık
iyice anlamamız gereken şey şu sanırım; Jüriler sevdikleri filmleri
ödüllendiriyor. Bu “sevme” kısmında ise filmin kendisi kadar onu
yapanların ismi, seyredene yakınlığı da etkili.
Sinema bazı kurallar çerçevesinde yapıldığından bir yere kadar
ölçülebilir bir sanat. Sanat ölçülebilir mi? dediğimiz zaman mesele
epey karışacağından pek o sulara yelken açmayalım ancak filmleri,
ödül vermek üzere, tartıya çıkarıyorsak elimizde bir ölçme metodu
vardır ya da olmalıdır.
İşlerin fena halde karıştığı yer tam da burası… Birlikte yarışan
filmlerin festivali festivalini tutmuyor. Bir festivalin başının
tacı olan film başka bir festivalde tek bir ödül bile alamadan eve
dönebiliyor. aslında bir yere kadar anlaşılabilir bir durum ancak
Cennetten Kovulmak örneğinde olduğu gibi bir önceki yıl ön jüriden
geçemeyen film bir sonraki yıl başvurup “en iyi film”
seçilebiliyor. Gerçekten ilginç değil mi?
Tüm zamanların en acıklı jüri kazası ise Ateşin Düştüğü Yer
filminin 2011 Altın Portakal ön jürisinden vize alamayıp sonra da
Montreal’de en iyi film seçilmesidir. Portakal ön jürisinin
“İslamcı yönetmen” önyargısıyla yaklaşıp sıfır verdiği İsmail
Güneş’in filminin başına gelenler bununla bitmiyor, bir yıl sonra
Altın Koza’da yarışan filme hiç olmazsa “en iyi müzik” ödülünün
çıkacağını öngörürken jüri bu dalda ödül vermemeyi tercih ediyor.
Filmi ödüllendirmemek adına Saki Çimen’in emeğinin üzerine basılıp
geçildi. Çok yazık…
Bu yıl Adana’da beni çok şaşırtan bir filmle, Gözümün Nuru ile
karşılaşmıştım. Sinemamız açısından denenmemiş, muzip fikirler
barındıran içi sinema sevgisiyle dolu bir filmdi. Hatalı bir
tespitle 100 yaşına giren Türk sinemasında eşine rastlanmayan bir
deneme… Gözümün Nuru, Yozgat Blues ile birlikte Altın Koza’nın en
iyisi seçildi. Siyad ödülünü alacağından emin olmama rağmen Gözümün
Nuru’nun büyük ödüle uzanmasına şaşırmıştım çünkü ana jürilerin
hoşlanacağı türden bir festival paketi içermiyordu. Uzun planlar,
uzaklara dalanlar yoktu bu filmde…
Başka bir ilginç hadise ise, Altın Koza’nın en iyi iki filmi Yozgat
Blues ve Gözümün Nuru iken en iyi yönetmen ödülüne Reha Erdem’in
uzanmasıydı sanırım. Neye göre, kime göre olduğu çok tartışılır bir
karardı bu ve “ustaları kızdırmak” kimsenin işine gelmiyordu
sanırım. Öyle ya, festivallerin devamı da var, ustalar bir şekilde
ödüllendirilmeli ki, küsüp gitmesinler ve meydan hepten yeni
yetmelere kalmasın. Böyle bir kaygıyla verilmiş bir büyük ödüldü
Altın Koza’nın “en iyi yönetmen”i.
İFF, Altın Koza ve Altın Portakal’ın rövanşı ve son arena olarak
tanımladığım Malatya Film Festivali’nin (MUFF) sonuçları ayrıca
önem arzediyor. Malatya’da mutlaka yarışacağını umduğum Hayatboyu,
Köksüz ve Daire, festivalin şartnamesindeki “eser işletme belgesi”
maddesine takılarak elendiler ve festivalin ödüle en yakın iki
filmi Altın Koza’da büyük ödülü paylaşan Yozgat Blues ve Gözümün
Nuru oldu. Bakalım bu defa “en” kelimesinde iki kişilik yer var mı
derken Gözümün Nuru’nu hiç görmeyen bir takdirle karşılaştık.
En büyük iki ödül (en iyi film, en iyi yönetmen) Muhsin bey
aromalı, “festival filmi” olduğunun altını çizecek kadar kasaba
sıkıntısı içeren ancak iyi yazılmış/oynanmış karakterlerle
kıymetlenen bir film olan Yozgat Blues’a gitti. Filmi çok seven
jüri, İFF’in en iyi erkek oyuncusu seçilen Ercan Kesal’ı pas geçip
ödülü sıradışı bir karakter performansı gösteren Serdar Orçin’e
vermeyi tercih etti. Ercan Kesal’ın oyunun aynılaştığını düşünen
sadece ben değilmişim.
MUFF jürisinin kararlarını yargılamıyorum, bana göre, Saroyan
Ülkesi'nin "en iyi senaryo" ödülünü alması dışında, yılın en
isabetli ödüllendirmesi bu jüriden geldi. Dikkat çekmek istediğim
nokta, filmlerin kıymetinin jüri değiştikçe arttığı ya da azaldığı
ve bunun acayip bir şekilde olduğu… Aslına bakarsanız, ödülüne göre
film izlenmez, sizin kalbinize sıcacık dokunan bir film başkası
için diline değen soğuk bir taştır. Sorum şu; ölçüp biçmeye
kalktığımızda da her seferinde başka bir sonuç çıkıyorsa ve filmler
sanat eseriyse… Neden yarıştırıyoruz?
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]