Silivri'de Umut Nöbeti tutan Mümtaz'er Türköne sola çattı: Nedir bu sünepelik Allah aşkına?
Silivri'de umut nöbeti tutan Türköne, solu suçladı: "Sol bitmiş. Üzerine ölü toprağı serpilmiş. İnançlarını, umutlarını kaybetmişler."
Dün MİT TIR’ları ile ilgili yaptıkları haber yüzünden tutuklanan
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Erdem Gül
için Silivri Cezaevi önünde tutulan ‘Umut Nöbeti’ne katılan Zaman
yazarı Mümtaz'er Türköne, "Haksız ve hadsiz bir iktidar, zulm ile
abad olmaya çalışıyor. Kendisi de dahil herkese zarar veriyor. Onu
durdurmak lâzım. Solda bu yetenek ve cesaret görülmüyor. Ağlayıp,
sızlayıp şikayet ederek neyi değiştirebilirsiniz? Nedir bu
sünepelik Allah aşkına?" dedi.
SOL ENTELİJANSİYA SİNİK VE EZİK
"Asıl takıldığım Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç'in yazısının
gösterdikleri" diyen Türköne, "Açık bir zulüm, hukuk kıyma
makinesinden geçirilip köfte haline gelip köpeklere yedirilircesine
yapılırken memleketimizin sol entelijansiyası çok sinik ve ezik
tepkiler sergiliyor" ifadesini kullandı.
TÜRKÖNE MARKS'A DA LAF ATTI
Karl Marks'ın "Bütün filozoflar dünyayı farklı biçimlerde
yorumladırlar, ama mesele onu değiştirmektir" şeklindeki sözlerine
de atıf yapan Türköne, "Haksızlığa dur demek, engel
olmak, bir şeyleri değiştirmek gibi bir dertleri, daha önemlisi
umutları görülmüyor. Sadece şikayet ve ezik bir teslimiyet var.
Marks'ın filozoflara verdiği meşhur görev, “değiştirmek”ten sadece
'şikâyet etmek'e dönüşmüş galiba" görüşünü dile getirdi.
Türköne'nin Zaman'da "Silivri notları: Solun çaresizliği"
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Dün, Abdülhamid Bilici ve Cafer Solgun ile birlikte Silivri'ye
“umut nöbeti” tutmaya gittik.
Bu nöbet basın özgürlüğü adına, tutuklu gazeteciler için tutuluyor.
Koca cezaevi kompleksinin girişinde, toprak alanda küçük bir araba
park yeri, iki tane karavan-büfe ve birkaç plastik sandalye. Bu
sandalyelerde oturup, nöbet yerini arada sırada terk edip, günün
diğer yarısının nöbetçilerine görevi teslim ediyorsunuz. Hava
soğuktu, gittikten sonra daha da soğudu. Bir önceki gün
Cumhuriyet'in yazıişleri kadrosu yayın toplantısını bu alanda
yapmış. Biz nöbeti Cumhuriyet'in reklam müdürü Özlem Ayden Salt'a
devrederken, kalın eldivenlerine ve atkısına rağmen titremesine
takıldım.
Cumhuriyet Gazetesi'nin ilk sayfasından fotoğraflı Silivri haberini
okurken, önceki gün bu alanda yapılan yayın toplantısına
katılanların izlenimlerini merak ettim. Aydın Engin'in “Tırmık”ı
mevzunun kenarından köşesindendi. Pınar Türenç ise hayvanat
bahçesinde aslan kafesinin önünde, küçük bir karınca yuvası ile
meşgul bir çocuğunkine aitti. Karavan büfelerden birine, adı “Son
Çare” olan büfenin çok basmakalıp hikâyesine takılmıştı. Genel
Yayın Yönetmeniniz cezaevinde tutuklu iken sırf durumu protesto
etmek için zemherî soğukta yayın toplantısı yapıp, neden bir piknik
hatırası yazılır ki?
Türkiye bir ara dönemden geçiyor. Neticede başımıza gelenlerin bir
askerî darbe döneminden farkı yok. Anayasa askıda, hukuk askıda.
Dünya çapında tutuklu bulunan 153 gazetecinin 32'si sadece
Türkiye'nin kontenjanına düşüyor. 78 milyonun her bir ferdinin
başını yerden kaldırmayacak kadar utanılacak bir durum.
Yıllar yıllar önce, bir cezaevi ziyareti için Pınarhisar'a
gitmiştim. Bugünün cumhurbaşkanını, Silivri'dekinden çok daha iyi
koşullarda ziyaret etmiştim. Bugün gerçek bir suçun, bir
kovuşturmanın söz konusu olmadığı tutukluluğun mümkün olan en ağır
cezaya dönüşmesinden belli. O gün Tayyip Erdoğan ile, ilçe
savcısından izin alarak hücresinde görüşmüştüm. Bugün Hidayet
Karaca veya Gültekin Avcı için Bakanlığa veya Bakırköy
başsavcılığına müracaat gerekiyormuş. Denedik, öğrendik. Sebep?
Çünkü basın suçluları en ağır tecrit koşullarında en yüksek
güvenlikli yerde tutuluyor. Eziyet olsun diye.
Asıl takıldığım Pınar Türenç'in yazısının gösterdikleri. Açık bir
zulüm, hukuk kıyma makinesinden geçirilip köfte haline gelip
köpeklere yedirilircesine yapılırken memleketimizin sol
entelijansiyası çok sinik ve ezik tepkiler sergiliyor. Haksızlığa
dur demek, engel olmak, bir şeyleri değiştirmek gibi bir dertleri,
daha önemlisi umutları görülmüyor. Sadece şikayet ve ezik bir
teslimiyet var. Marks'ın filozoflara verdiği meşhur görev,
“değiştirmek”ten sadece “şikayet etmek”e dönüşmüş galiba.
Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandıktan sonra, Cevahir önünde
toplanıp Cumhuriyet Gazetesi'nin önüne yürürken de aynı şeyi
hissetmiştim. Pazar kahvaltısında keyif çayını yarım bırakmaktan
şikayetçi yüzler, sanki basın üzerindeki baskıları protesto ediyor
gibiydiler. Sol bitmiş. Üzerine ölü toprağı serpilmiş. İnançlarını,
umutlarını kaybetmişler.
Diyalektiğin emridir: Karşıtı olmadan bir şeyin hiçbir anlamı
olmaz. Karşıtı olmadığı için bugünkü ara dönem iktidarının kendisi
bile anlam sorunları yaşıyor. Dengesini, ayarını tutturamıyor,
başını sağa sola çarpıyor. Memleketi yönetemiyor, kendi iktidarını
tahkim edemiyor. Âleme rezil rüsva oluyor, bizim de kimimize
Silivri'nin içinde çile doldurmak, geri kalanına da soğukta umut
nöbeti tutmak düşüyor.
Haksız ve hadsiz bir iktidar, zulm ile abad olmaya çalışıyor.
Kendisi de dahil herkese zarar veriyor. Onu durdurmak lâzım. Solda
bu yetenek ve cesaret görülmüyor. Ağlayıp, sızlayıp şikayet ederek
neyi değiştirebilirsiniz? Nedir bu sünepelik Allah aşkına?