Sicili temiz, tam güvenilir, sadık “emir eri” yazar aranıyor!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son dönemlerde medyada “çok sesliliği”, “farklı düşünme hakkı”nı engelleyen ve yazarları dışlayan tavrı ele aldı…
Farkındasınızdır herhalde; bir süredir, şu veya bu yönde milim
sapan, birebir uyuşmayan ya da herhangi bir konuda farklı düşünen
hiçbir yazar medyada ya yer bulamıyor ya da derhal
uzaklaştırılıyor. Bu durum artık o kadar “normal”, “zaten olması
gereken” bir olay olarak karşılanıyor ki çıkıp kimse “Ne oluyor
yahu?..” dahi diyemiyor. Herkes durumu kanıksamış vaziyette!..
Uzun süredir “Yeni medya düzeni” ya da “medyaya çeki düzen
veriyoruz” gerekçeleri altında (Ya patronlar ya da mutemet kişiler
eliyle!) bir tasfiye, bir “temizlik” bir “hizaya sokma”dır ki gırla
gidiyor. Yazarlara biat etme, boyun eğme, sürece uyum sağlama
dışında pek bir seçenek kalmıyor. Geriye kalan tek teminat
“koşulsuz sadakat” gösterme oluyor!
En son Gülay Göktürk’ün Fehmi Koru’nun gazetelerinden
uzaklaştırılmaları bu gibi kokular yayıyor. Kaldı ki onlara
gelinceye kadar zaten yeter miktarda “vaka” yaşanmış bulunuyor.
Liste kabarık. Yani bugünlere bir günde yahut birkaç kişi ile
gelmedik. Sırada daha kimler var bilinmez!
LÜTFEN KİMLİKLERİNİZİ VESTİYERDE BIRAKIN!..
Artık tümüyle imanı tam, söyleneni sayıklayan, papağan gibi
tekrarlayan, neferlermiş, “militan yazarlar” aranıyor ve sadece
onlar istihdam ediliyor. Dahası yazarlar bir “düşünce insanı”
olarak değil, “düşünce süsü verilmiş klişeler”i aksettiren kişiler
olarak görülüyor. Şayet bu standartlara uygun değillerse ya kapıdan
içeri dahi sokulmuyor ya da derhal kapı gösteriliyor. Herkesin
adeta “tornadan çıkmış gibi” olması isteniyor. Kimse bunun sonunda
nasıl bir “düşünce iklimi ortaya çıkar?” diye sormuyor. Kimin
umurundaki zaten?
Bu yüzden gazeteler birbirinin benzeri, neredeyse birebir aynı
şeyleri söyleyen “Köşe doldurucular”la bezenmiş halde. Sadece
“fikirleri” (?) değil, üslupları dahi birbirine benziyor. Ya grup
halde hücum ediyorlar ya grup halde ricat ediyorlar. Birilerinin
“adamı”, “hoparlörü”, “basın bülteni” olmadığınız sürece size
hayat hakkı yok. Belli niteliklere sahip değilseniz ya da en ufak
bir “defo”nuz varsa otomatikman diskalifiyesiniz demektir. Yüzünüze
sürdüğünüz savaş boyaları sizi “iyi “ veya “kötü” yazar
yapıyor!
Bu acayip iklimde artık herhangi bir konuda “düşünce ve ifade
özgürlüğü”, “farklı düşünme hakkı”, “soru sorma iradesi”, “olayları
değişik yorumlama inisiyatifi”, “Çok seslilik”, vb gibi kavramlar
tümüyle unutulmuş vaziyette. Hatta artık “istenmeyen özellikler”
kategorisinde. Halen bunu iddia eden, “bizim için geçerli değil”
diyen varsa da düpedüz yalan söylüyor. En “liberal” etiketlisi bile
böyle!
Bu arada insanlar gidişattan “şikayetçi” gibi görünse de sakın
kanmayın. Herkes halinden gayet memnun görünüyor. Paşa paşa
durumdan nemalanmayı sürdürüyor. Ta ki bir “yanlış” yapıp kendi
başına gelene kadar!
BÜTÜN MAHALLELER OTORİTERLEŞMİŞ!..
İlk gençliğimde çok severek okuduğum Wilhelm Reich’ın “Dinle Küçük
Adam”ındaki “Küçük adamlar”a dönmüş herkes. Faşizmi sadece bir
siyasal rejim olarak değil de bir “karakter biçimi” olarak
gördüğümüzde siyasal konumlanışınız veya ideolojiniz fazla fark
etmiyor. Her “mahalle”nin kendi “infaz timleri” var. Patronundan
yayın yönetmenine muhabirinden okuruna kadar herkesin bir diğerinin
“Big Brother”ı olması isteniyor. Herkes birbirinin “falso”sunu
izliyor. “Oh oluyor”lar, “zaten o da hak etmişti”ler, “fazla dikine
gitti”ler, “şimdi bu da yazılmaz ki kardeşim”lerle vicdanlar
bastırılıyor. Bir tür delirme ve çürüme hali!..
Bütün bunlar “yandaş medya”da (Ki, işin bu noktalara varmasının en
büyük müsebbibi onlar görünüyor) ve sağda “Erdoğan’ı koruma”,
“hükümeti kollama”, “Paralelle mücadele”, vb adı ile yapılırken
(Ayrıca kendi içinde “Erdoğancı”, “Davutoğlucu”, “Gülcü”
versiyonları var) solda ise “Erdoğan nefreti”, “Cemaatle iyi
geçinme”, “Yeter sertlikte muhalif davranmama”, “Kürt sorununda
takınılacak tutum”, vb gerekçeleriyle gerçekleşiyor. Kazara iktidar
olsalar kim bilir daha neler yaşanacak? Karneler bunlara göre
tutuluyor!..
Bu yüzden artık “dokunulmaz”, “yeri garanti” yazar yok. En
şöhretliler bile “yukarıdan” gelen bir emirle her an işinden
olabilir. Rütbeler sökülür. Başka bir kapı bulabilirse ne alâ
bulamazsa “internet yazarlığı”na terfi ediveriyor. Burada sağlıksız
olan yazarların yazma yetenekleriyle ilgili bir “doğal eleme”ye
göre değil, tamamıyla başka kriterlerle dışlanmalarıdır. Yoksa
kimse illâ yerinde çivi çakacak diye bir kural yok!
Hiç şüphesiz her gazetenin (Belli etmemeye çalışsa dahi) bir
“çizgi”si, bir siyasi tutumu vardır. Dolayısıyla kendilerine yakın
insanlarla çalışmak istemeleri, köşelerini onlara açmaları bir
ölçüde anlaşılırdır. Kimse gazetelerden “çizgi”lerini terk
etmelerini de beklememektedir. Ancak aynı kulvarda olsalar dahi her
yazarın bir kimliği, diğerinden farklılıkları, kimi noktalarda
değişik düşünme opsiyonları da vardır. Bunlar bir şekilde tolere
edilir. Bir “suç”, ayıp” ya da “ihanet” işareti olarak görülmez.
Teminat altındadır. Bu tutum kiminde az, kiminde çok hep vardır. İç
dengesini böyle bulur. Herkes kendi yağıyla bir şekilde
kavrulur!
GAZETELER SİYASİ PARTİ YAZARLARDA PARTİ MİLİTANI
DEĞİLDİR!...
Oysa bugün neredeyse siyasi partilerde bile tam bulunmayan,
beklenmeyen bir “birlik” arayışı medyadan, mensuplarından ve
yazarlardan beklenmektedir. Bu durum artık öyle marazi ölçütlere
vardırılmıştır ki, kimileri başka gazetelerdeki yazarlara dahi ayar
atmaya kalkabilmektedir. (İlginçtir eskiden “suya sabuna
dokunmayan” tiplerden rahatsız olurduk, şimdi “her şeye
bulaşacağım” diye ortalığı tozu dumana katan tiplerden bezmiş hale
geldik.) Artık farklı düşünme, bazı konulara benzer bakmama başlı
başına bir “şüphe” nedenidir. En ufak bir aykırılık üzerinizin
çizilmesine yetip artmaktadır. Çok yıpratıcı bir süreç bu…
Mevcut durum yazarlar üzerinde ilaveten bir “psikolojik baskı”
oluşturmakta, kovulmasa bile korkusu dahi ele alacağı konularda,
vereceği tepkilerde, üslubunda, gereksiz “oto-kontroller”e yol
açmaktadır. Bu ise zaten fikrini özgürce beyan edememe anlamına
gelmektedir. Kişilik bozucu etkileri vardır. Gündelik politikanın
“boğucu” yansımalarıdır bunlar…
Daha ironik bir benzetme ile söylersek; sanki devletin çok önemli,
güvenlik ve istihbarat ile ilgili bir birimine eleman alınıyor
gibidir. Buralara insan seçilirken nasıl siciline, geçmişine,
ilişkilerine hatta soyuna sopuna, ailesine kadar bakılıyorsa
medyaya da yazar alınırken herhalde başka siciller tutuluyor. Bir
tür “zihinsel ve ideolojik fişleme”den geçiriliyor. Sanki bir
“güvenlik açığı” aranır gibi sadece “kendilerine tam sadakatla
bağlılık” ön şart oluyor. Beklenen “sadakat”tan en ufak bir
“sapma”, en basit bir “farklılaşma” dahi “yan çizme” hatta “ihanet”
olarak algılanıp hemen gereken işlem yapılıyor.
Bu şartlarda aranan sadece bazı açılardan “sicili temiz”,
“güvenilir”, “emir eri” yazarlardır. Ana kulvardan çıkmasa dahi,
bugünkü dengeler içinde kesin ve net saf tutmayan hiçbir yazar
süreçte ya kendine yer bulamayacak ya da dışlanacaktır. Ki,
öyle de oluyor zaten…
İşin komiği, medya kendisine “düşünce özgürlüğü”, isterken “düşünce
özgürlüğü”nün en büyük engellerinden birinin bizzat kendisi haline
geldiğinin farkında değildir. Kendi yazarının bile farklı düşünme
hakkına saygı göstermeyen medya, bir başkasının, tüm toplumun
hakkını nasıl savunacaktır ki? Bugün medyanın tuhaf çelişkilerinden
en önemlilerinden biri budur!..
Artık işler çığırından çıkmış, medya toplumu “tarafsız
bilgilendirme, özgür yorum” misyonunu kaybetmiş, tümüyle bir “savaş
aracı”na dönüşmüştür. Türkiye’nin bütün bu saçma eğilimleri,
dayatmaları silip atacak yeni bakışlara, inisiyatiflere, çok sesli
(makyaj olarak değil, gerçekten) yeni tip gazetelere ihtiyacı
var!..
15.01.2016.
[email protected]