15 Oca 2016 10:58
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:17
Sicili temiz, tam güvenilir, sadık “emir eri” yazar aranıyor!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son dönemlerde medyada “çok sesliliği”, “farklı düşünme hakkı”nı engelleyen ve yazarları dışlayan tavrı ele aldı…
Farkındasınızdır herhalde; bir süredir, şu veya bu yönde milim
sapan, birebir uyuşmayan ya da herhangi bir konuda farklı düşünen
hiçbir yazar medyada ya yer bulamıyor ya da derhal
uzaklaştırılıyor. Bu durum artık o kadar “normal”, “zaten olması
gereken” bir olay olarak karşılanıyor ki çıkıp kimse “Ne oluyor
yahu?..” dahi diyemiyor. Herkes durumu kanıksamış vaziyette!..
Uzun süredir “Yeni medya düzeni” ya da “medyaya çeki düzen veriyoruz” gerekçeleri altında (Ya patronlar ya da mutemet kişiler eliyle!) bir tasfiye, bir “temizlik” bir “hizaya sokma”dır ki gırla gidiyor. Yazarlara biat etme, boyun eğme, sürece uyum sağlama dışında pek bir seçenek kalmıyor. Geriye kalan tek teminat “koşulsuz sadakat” gösterme oluyor!
En son Gülay Göktürk’ün Fehmi Koru’nun gazetelerinden uzaklaştırılmaları bu gibi kokular yayıyor. Kaldı ki onlara gelinceye kadar zaten yeter miktarda “vaka” yaşanmış bulunuyor. Liste kabarık. Yani bugünlere bir günde yahut birkaç kişi ile gelmedik. Sırada daha kimler var bilinmez!
LÜTFEN KİMLİKLERİNİZİ VESTİYERDE BIRAKIN!..
Artık tümüyle imanı tam, söyleneni sayıklayan, papağan gibi tekrarlayan, neferlermiş, “militan yazarlar” aranıyor ve sadece onlar istihdam ediliyor. Dahası yazarlar bir “düşünce insanı” olarak değil, “düşünce süsü verilmiş klişeler”i aksettiren kişiler olarak görülüyor. Şayet bu standartlara uygun değillerse ya kapıdan içeri dahi sokulmuyor ya da derhal kapı gösteriliyor. Herkesin adeta “tornadan çıkmış gibi” olması isteniyor. Kimse bunun sonunda nasıl bir “düşünce iklimi ortaya çıkar?” diye sormuyor. Kimin umurundaki zaten?
Bu yüzden gazeteler birbirinin benzeri, neredeyse birebir aynı şeyleri söyleyen “Köşe doldurucular”la bezenmiş halde. Sadece “fikirleri” (?) değil, üslupları dahi birbirine benziyor. Ya grup halde hücum ediyorlar ya grup halde ricat ediyorlar. Birilerinin “adamı”, “hoparlörü”, “basın bülteni” olmadığınız sürece size hayat hakkı yok. Belli niteliklere sahip değilseniz ya da en ufak bir “defo”nuz varsa otomatikman diskalifiyesiniz demektir. Yüzünüze sürdüğünüz savaş boyaları sizi “iyi “ veya “kötü” yazar yapıyor!
Bu acayip iklimde artık herhangi bir konuda “düşünce ve ifade özgürlüğü”, “farklı düşünme hakkı”, “soru sorma iradesi”, “olayları değişik yorumlama inisiyatifi”, “Çok seslilik”, vb gibi kavramlar tümüyle unutulmuş vaziyette. Hatta artık “istenmeyen özellikler” kategorisinde. Halen bunu iddia eden, “bizim için geçerli değil” diyen varsa da düpedüz yalan söylüyor. En “liberal” etiketlisi bile böyle!
Bu arada insanlar gidişattan “şikayetçi” gibi görünse de sakın kanmayın. Herkes halinden gayet memnun görünüyor. Paşa paşa durumdan nemalanmayı sürdürüyor. Ta ki bir “yanlış” yapıp kendi başına gelene kadar!
BÜTÜN MAHALLELER OTORİTERLEŞMİŞ!..
İlk gençliğimde çok severek okuduğum Wilhelm Reich’ın “Dinle Küçük Adam”ındaki “Küçük adamlar”a dönmüş herkes. Faşizmi sadece bir siyasal rejim olarak değil de bir “karakter biçimi” olarak gördüğümüzde siyasal konumlanışınız veya ideolojiniz fazla fark etmiyor. Her “mahalle”nin kendi “infaz timleri” var. Patronundan yayın yönetmenine muhabirinden okuruna kadar herkesin bir diğerinin “Big Brother”ı olması isteniyor. Herkes birbirinin “falso”sunu izliyor. “Oh oluyor”lar, “zaten o da hak etmişti”ler, “fazla dikine gitti”ler, “şimdi bu da yazılmaz ki kardeşim”lerle vicdanlar bastırılıyor. Bir tür delirme ve çürüme hali!..
Bütün bunlar “yandaş medya”da (Ki, işin bu noktalara varmasının en büyük müsebbibi onlar görünüyor) ve sağda “Erdoğan’ı koruma”, “hükümeti kollama”, “Paralelle mücadele”, vb adı ile yapılırken (Ayrıca kendi içinde “Erdoğancı”, “Davutoğlucu”, “Gülcü” versiyonları var) solda ise “Erdoğan nefreti”, “Cemaatle iyi geçinme”, “Yeter sertlikte muhalif davranmama”, “Kürt sorununda takınılacak tutum”, vb gerekçeleriyle gerçekleşiyor. Kazara iktidar olsalar kim bilir daha neler yaşanacak? Karneler bunlara göre tutuluyor!..
Bu yüzden artık “dokunulmaz”, “yeri garanti” yazar yok. En şöhretliler bile “yukarıdan” gelen bir emirle her an işinden olabilir. Rütbeler sökülür. Başka bir kapı bulabilirse ne alâ bulamazsa “internet yazarlığı”na terfi ediveriyor. Burada sağlıksız olan yazarların yazma yetenekleriyle ilgili bir “doğal eleme”ye göre değil, tamamıyla başka kriterlerle dışlanmalarıdır. Yoksa kimse illâ yerinde çivi çakacak diye bir kural yok!
Hiç şüphesiz her gazetenin (Belli etmemeye çalışsa dahi) bir “çizgi”si, bir siyasi tutumu vardır. Dolayısıyla kendilerine yakın insanlarla çalışmak istemeleri, köşelerini onlara açmaları bir ölçüde anlaşılırdır. Kimse gazetelerden “çizgi”lerini terk etmelerini de beklememektedir. Ancak aynı kulvarda olsalar dahi her yazarın bir kimliği, diğerinden farklılıkları, kimi noktalarda değişik düşünme opsiyonları da vardır. Bunlar bir şekilde tolere edilir. Bir “suç”, ayıp” ya da “ihanet” işareti olarak görülmez. Teminat altındadır. Bu tutum kiminde az, kiminde çok hep vardır. İç dengesini böyle bulur. Herkes kendi yağıyla bir şekilde kavrulur!
GAZETELER SİYASİ PARTİ YAZARLARDA PARTİ MİLİTANI DEĞİLDİR!...
Oysa bugün neredeyse siyasi partilerde bile tam bulunmayan, beklenmeyen bir “birlik” arayışı medyadan, mensuplarından ve yazarlardan beklenmektedir. Bu durum artık öyle marazi ölçütlere vardırılmıştır ki, kimileri başka gazetelerdeki yazarlara dahi ayar atmaya kalkabilmektedir. (İlginçtir eskiden “suya sabuna dokunmayan” tiplerden rahatsız olurduk, şimdi “her şeye bulaşacağım” diye ortalığı tozu dumana katan tiplerden bezmiş hale geldik.) Artık farklı düşünme, bazı konulara benzer bakmama başlı başına bir “şüphe” nedenidir. En ufak bir aykırılık üzerinizin çizilmesine yetip artmaktadır. Çok yıpratıcı bir süreç bu…
Mevcut durum yazarlar üzerinde ilaveten bir “psikolojik baskı” oluşturmakta, kovulmasa bile korkusu dahi ele alacağı konularda, vereceği tepkilerde, üslubunda, gereksiz “oto-kontroller”e yol açmaktadır. Bu ise zaten fikrini özgürce beyan edememe anlamına gelmektedir. Kişilik bozucu etkileri vardır. Gündelik politikanın “boğucu” yansımalarıdır bunlar…
Daha ironik bir benzetme ile söylersek; sanki devletin çok önemli, güvenlik ve istihbarat ile ilgili bir birimine eleman alınıyor gibidir. Buralara insan seçilirken nasıl siciline, geçmişine, ilişkilerine hatta soyuna sopuna, ailesine kadar bakılıyorsa medyaya da yazar alınırken herhalde başka siciller tutuluyor. Bir tür “zihinsel ve ideolojik fişleme”den geçiriliyor. Sanki bir “güvenlik açığı” aranır gibi sadece “kendilerine tam sadakatla bağlılık” ön şart oluyor. Beklenen “sadakat”tan en ufak bir “sapma”, en basit bir “farklılaşma” dahi “yan çizme” hatta “ihanet” olarak algılanıp hemen gereken işlem yapılıyor.
Bu şartlarda aranan sadece bazı açılardan “sicili temiz”, “güvenilir”, “emir eri” yazarlardır. Ana kulvardan çıkmasa dahi, bugünkü dengeler içinde kesin ve net saf tutmayan hiçbir yazar süreçte ya kendine yer bulamayacak ya da dışlanacaktır. Ki, öyle de oluyor zaten…
İşin komiği, medya kendisine “düşünce özgürlüğü”, isterken “düşünce özgürlüğü”nün en büyük engellerinden birinin bizzat kendisi haline geldiğinin farkında değildir. Kendi yazarının bile farklı düşünme hakkına saygı göstermeyen medya, bir başkasının, tüm toplumun hakkını nasıl savunacaktır ki? Bugün medyanın tuhaf çelişkilerinden en önemlilerinden biri budur!..
Artık işler çığırından çıkmış, medya toplumu “tarafsız bilgilendirme, özgür yorum” misyonunu kaybetmiş, tümüyle bir “savaş aracı”na dönüşmüştür. Türkiye’nin bütün bu saçma eğilimleri, dayatmaları silip atacak yeni bakışlara, inisiyatiflere, çok sesli (makyaj olarak değil, gerçekten) yeni tip gazetelere ihtiyacı var!..
15.01.2016.
[email protected]
Uzun süredir “Yeni medya düzeni” ya da “medyaya çeki düzen veriyoruz” gerekçeleri altında (Ya patronlar ya da mutemet kişiler eliyle!) bir tasfiye, bir “temizlik” bir “hizaya sokma”dır ki gırla gidiyor. Yazarlara biat etme, boyun eğme, sürece uyum sağlama dışında pek bir seçenek kalmıyor. Geriye kalan tek teminat “koşulsuz sadakat” gösterme oluyor!
En son Gülay Göktürk’ün Fehmi Koru’nun gazetelerinden uzaklaştırılmaları bu gibi kokular yayıyor. Kaldı ki onlara gelinceye kadar zaten yeter miktarda “vaka” yaşanmış bulunuyor. Liste kabarık. Yani bugünlere bir günde yahut birkaç kişi ile gelmedik. Sırada daha kimler var bilinmez!
LÜTFEN KİMLİKLERİNİZİ VESTİYERDE BIRAKIN!..
Artık tümüyle imanı tam, söyleneni sayıklayan, papağan gibi tekrarlayan, neferlermiş, “militan yazarlar” aranıyor ve sadece onlar istihdam ediliyor. Dahası yazarlar bir “düşünce insanı” olarak değil, “düşünce süsü verilmiş klişeler”i aksettiren kişiler olarak görülüyor. Şayet bu standartlara uygun değillerse ya kapıdan içeri dahi sokulmuyor ya da derhal kapı gösteriliyor. Herkesin adeta “tornadan çıkmış gibi” olması isteniyor. Kimse bunun sonunda nasıl bir “düşünce iklimi ortaya çıkar?” diye sormuyor. Kimin umurundaki zaten?
Bu yüzden gazeteler birbirinin benzeri, neredeyse birebir aynı şeyleri söyleyen “Köşe doldurucular”la bezenmiş halde. Sadece “fikirleri” (?) değil, üslupları dahi birbirine benziyor. Ya grup halde hücum ediyorlar ya grup halde ricat ediyorlar. Birilerinin “adamı”, “hoparlörü”, “basın bülteni” olmadığınız sürece size hayat hakkı yok. Belli niteliklere sahip değilseniz ya da en ufak bir “defo”nuz varsa otomatikman diskalifiyesiniz demektir. Yüzünüze sürdüğünüz savaş boyaları sizi “iyi “ veya “kötü” yazar yapıyor!
Bu acayip iklimde artık herhangi bir konuda “düşünce ve ifade özgürlüğü”, “farklı düşünme hakkı”, “soru sorma iradesi”, “olayları değişik yorumlama inisiyatifi”, “Çok seslilik”, vb gibi kavramlar tümüyle unutulmuş vaziyette. Hatta artık “istenmeyen özellikler” kategorisinde. Halen bunu iddia eden, “bizim için geçerli değil” diyen varsa da düpedüz yalan söylüyor. En “liberal” etiketlisi bile böyle!
Bu arada insanlar gidişattan “şikayetçi” gibi görünse de sakın kanmayın. Herkes halinden gayet memnun görünüyor. Paşa paşa durumdan nemalanmayı sürdürüyor. Ta ki bir “yanlış” yapıp kendi başına gelene kadar!
BÜTÜN MAHALLELER OTORİTERLEŞMİŞ!..
İlk gençliğimde çok severek okuduğum Wilhelm Reich’ın “Dinle Küçük Adam”ındaki “Küçük adamlar”a dönmüş herkes. Faşizmi sadece bir siyasal rejim olarak değil de bir “karakter biçimi” olarak gördüğümüzde siyasal konumlanışınız veya ideolojiniz fazla fark etmiyor. Her “mahalle”nin kendi “infaz timleri” var. Patronundan yayın yönetmenine muhabirinden okuruna kadar herkesin bir diğerinin “Big Brother”ı olması isteniyor. Herkes birbirinin “falso”sunu izliyor. “Oh oluyor”lar, “zaten o da hak etmişti”ler, “fazla dikine gitti”ler, “şimdi bu da yazılmaz ki kardeşim”lerle vicdanlar bastırılıyor. Bir tür delirme ve çürüme hali!..
Bütün bunlar “yandaş medya”da (Ki, işin bu noktalara varmasının en büyük müsebbibi onlar görünüyor) ve sağda “Erdoğan’ı koruma”, “hükümeti kollama”, “Paralelle mücadele”, vb adı ile yapılırken (Ayrıca kendi içinde “Erdoğancı”, “Davutoğlucu”, “Gülcü” versiyonları var) solda ise “Erdoğan nefreti”, “Cemaatle iyi geçinme”, “Yeter sertlikte muhalif davranmama”, “Kürt sorununda takınılacak tutum”, vb gerekçeleriyle gerçekleşiyor. Kazara iktidar olsalar kim bilir daha neler yaşanacak? Karneler bunlara göre tutuluyor!..
Bu yüzden artık “dokunulmaz”, “yeri garanti” yazar yok. En şöhretliler bile “yukarıdan” gelen bir emirle her an işinden olabilir. Rütbeler sökülür. Başka bir kapı bulabilirse ne alâ bulamazsa “internet yazarlığı”na terfi ediveriyor. Burada sağlıksız olan yazarların yazma yetenekleriyle ilgili bir “doğal eleme”ye göre değil, tamamıyla başka kriterlerle dışlanmalarıdır. Yoksa kimse illâ yerinde çivi çakacak diye bir kural yok!
Hiç şüphesiz her gazetenin (Belli etmemeye çalışsa dahi) bir “çizgi”si, bir siyasi tutumu vardır. Dolayısıyla kendilerine yakın insanlarla çalışmak istemeleri, köşelerini onlara açmaları bir ölçüde anlaşılırdır. Kimse gazetelerden “çizgi”lerini terk etmelerini de beklememektedir. Ancak aynı kulvarda olsalar dahi her yazarın bir kimliği, diğerinden farklılıkları, kimi noktalarda değişik düşünme opsiyonları da vardır. Bunlar bir şekilde tolere edilir. Bir “suç”, ayıp” ya da “ihanet” işareti olarak görülmez. Teminat altındadır. Bu tutum kiminde az, kiminde çok hep vardır. İç dengesini böyle bulur. Herkes kendi yağıyla bir şekilde kavrulur!
GAZETELER SİYASİ PARTİ YAZARLARDA PARTİ MİLİTANI DEĞİLDİR!...
Oysa bugün neredeyse siyasi partilerde bile tam bulunmayan, beklenmeyen bir “birlik” arayışı medyadan, mensuplarından ve yazarlardan beklenmektedir. Bu durum artık öyle marazi ölçütlere vardırılmıştır ki, kimileri başka gazetelerdeki yazarlara dahi ayar atmaya kalkabilmektedir. (İlginçtir eskiden “suya sabuna dokunmayan” tiplerden rahatsız olurduk, şimdi “her şeye bulaşacağım” diye ortalığı tozu dumana katan tiplerden bezmiş hale geldik.) Artık farklı düşünme, bazı konulara benzer bakmama başlı başına bir “şüphe” nedenidir. En ufak bir aykırılık üzerinizin çizilmesine yetip artmaktadır. Çok yıpratıcı bir süreç bu…
Mevcut durum yazarlar üzerinde ilaveten bir “psikolojik baskı” oluşturmakta, kovulmasa bile korkusu dahi ele alacağı konularda, vereceği tepkilerde, üslubunda, gereksiz “oto-kontroller”e yol açmaktadır. Bu ise zaten fikrini özgürce beyan edememe anlamına gelmektedir. Kişilik bozucu etkileri vardır. Gündelik politikanın “boğucu” yansımalarıdır bunlar…
Daha ironik bir benzetme ile söylersek; sanki devletin çok önemli, güvenlik ve istihbarat ile ilgili bir birimine eleman alınıyor gibidir. Buralara insan seçilirken nasıl siciline, geçmişine, ilişkilerine hatta soyuna sopuna, ailesine kadar bakılıyorsa medyaya da yazar alınırken herhalde başka siciller tutuluyor. Bir tür “zihinsel ve ideolojik fişleme”den geçiriliyor. Sanki bir “güvenlik açığı” aranır gibi sadece “kendilerine tam sadakatla bağlılık” ön şart oluyor. Beklenen “sadakat”tan en ufak bir “sapma”, en basit bir “farklılaşma” dahi “yan çizme” hatta “ihanet” olarak algılanıp hemen gereken işlem yapılıyor.
Bu şartlarda aranan sadece bazı açılardan “sicili temiz”, “güvenilir”, “emir eri” yazarlardır. Ana kulvardan çıkmasa dahi, bugünkü dengeler içinde kesin ve net saf tutmayan hiçbir yazar süreçte ya kendine yer bulamayacak ya da dışlanacaktır. Ki, öyle de oluyor zaten…
İşin komiği, medya kendisine “düşünce özgürlüğü”, isterken “düşünce özgürlüğü”nün en büyük engellerinden birinin bizzat kendisi haline geldiğinin farkında değildir. Kendi yazarının bile farklı düşünme hakkına saygı göstermeyen medya, bir başkasının, tüm toplumun hakkını nasıl savunacaktır ki? Bugün medyanın tuhaf çelişkilerinden en önemlilerinden biri budur!..
Artık işler çığırından çıkmış, medya toplumu “tarafsız bilgilendirme, özgür yorum” misyonunu kaybetmiş, tümüyle bir “savaş aracı”na dönüşmüştür. Türkiye’nin bütün bu saçma eğilimleri, dayatmaları silip atacak yeni bakışlara, inisiyatiflere, çok sesli (makyaj olarak değil, gerçekten) yeni tip gazetelere ihtiyacı var!..
15.01.2016.
[email protected]