SEVİŞTİKTEN SONRA ŞİİR YAZARIM! VASFİYE TEYZE'DEN ŞAŞIRTAN SÖZLER!
Genç kuşağın en başarılı oyuncularından Gonca Vuslateri, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a şaşırtıcı açıklamalar yaptı..
Gonca Vuslateri’nin sevişmekle ilgili açıklamaları ve mezarlık ziyaretleri oldukça dikkat çekti..
İşte o röportajın bir kısmı;
Ürkek, yalnız ve hüzünlü duruyorsun. Öyle misin?
- Öyleyim.
“Mezarlık seviyorum” ne demek?
- Mezarlıkları seviyorum çünkü kendimi orada iyi hissediyorum.
Bunları ilginç olmak için mi söylüyorsun?
- Yok ya. Seneler evvel, elimde Tezer Özlü’nün kitabı,
Aşiyan’dayım. Hastalandığı bir bölüm var, hastaneye yatıyor.
Fışkırarak ağlamaya başladım. Çünkü sözleri bana değdi. Hani Oscar
Wilde okuduğunda “Dokun bana!” dersin ya, öyle. İleriyi de
göremediğim bir dönem. Herkes “Yeteneklisin!” diyor ama bir çıkış
bulamıyorum, çok gencim, çok parasızım. Tezer Özlü’ye, “Buraya gel
ve bana bir şey söyle. En azından acıdan ölmeyeceğimi söyle!”
dedim. O sırada iki kız geldi yanıma, “Aşiyan Mezarlığı nerede?”
diye sordular. “Arkası” dedim.
“Biz, Tezer Özlü’nün mezarına geldik de!” dediler. Tez
hazırlıyorlarmış. Birden tüylerim diken diken oldu. “O da burada mı
yatıyor?” dedim şok içinde…
Ve kızlardan sonra, sen ziyaretine gittin…
- Elbette. Ona, ‘Bir Kuşun Portresini Çizmek’ şiirini okudum. Sonra Münir Nurettin’e gittim, böyle başladı mezarlık maceram. Sık sık gider sevdiğim sanatçılarla, edebiyatçılarla sohbet ederim, “Biliyor musun ne oldu…” diye aşk acılarını anlatırım, bir de tabii salya sümük ağlarım. En son Paris’te gittim. 2012 yılbaşına, tek başıma mezarlıkta girdim.
GONCA VUSLATERİ MAYOLU POZ VERDİ -FOTO GALERİ-
Dalga geçiyorsun!
- Hayır. Elimde bir şişe şarap, Edith Piaf’ın mezarına gittim. Mehmet’ten (Turgut) ayrıldığım dönemdi. Koreliler ve Japon turistler uzaktan fotoğrafımı çektiler. Galiba Edith Piaf’ın akrabası olduğumu filan düşündüler. Hönkürerek ağlıyordum. Halimi gören güvenlik görevlileri, “Çıkın diyemeyiz ama kötü durumdasınız. Eve gideceğiniz zaman haber verin de sizi bırakalım” dediler düşün! Sonra bana acıdılar, geceyi orada geçirmeme izin verdiler.
Bu nasıl açıklanabilir?
- Her şeyi açıklayamıyorsun hayatta. Ama iyi de oldu, mezarlığı baştan başa gezdim. La Fontaine, Molière… Her birinin toprağına sarıldım. Mezarlıklar sahicidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, orada, sadece birileri için dua edilir. Birlik ve teklik bilincine hizmet eden bir kutsallık ve saygı vardır. Bir de zannedilenin aksine, insanı, karanlık yanından çıkarır, aydınlığa taşır. Eve dönerken, içinden bir ses, “Hadi be yaşa!” der. En azından bana öyle oluyor…
Yeteneğinle ışık saçıyorsun. Ama ‘karanlık’ bir tarafın
da var…
- Hep öyleydim. Yorucuyum ben. En çok da kendime. Sahafa gider,
hoparlöre takılmayan, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma Alman pikapları
alırım. Hümeyra’yı tanırım, çok severim ama ille de evimde
45’liğini dinlemeliyim.
Anı yaşıyor gibi duruyorsun, yarının yok mu senin?
- Bende şu an ve geçmiş baskın. Özellikle de geçmiş. Yaşam enerjimi oradan alıyorum. Gelecek yok, yarın yok! Dünyada ölümden en çok korkan kızla konuşuyorsun şu anda...
Bir taraftan da, ‘hayatı lunapark gibi yaşamak’ istediğini söylüyorsun. İyi de, lunaparkın ışıkları söndüğünde ne oluyor?
- Karşında şimdi konuştuğun kız oturuyor! Buradan hep birlikte mezarlığa gidiyoruz! Şarabımızı da unutmayalım…
Bu kadın olmak, hırpalamıyor mu seni?
- Hırpalamak mı? Durumumu izah etmeye yeterli bir fiil değil. Hep psikoloğum oldu benim. Dönem dönem dişlerimi sıktım. Ama o da normal ölçülerde değil, kıracak kadar. Hiçbir şey hayatımda normal ölçüde değil. Dişlerimi sıkmazsam öleceğim, nefes alamayacağım gibi geliyordu. Ağzımdaki dişler kırılsın da rahatlayayım gibi bir durum vardı. Birkaç sene önce Göksel Bekmezci’de kalıyorum. Harbiye’de bir zemin katında yaşıyordu, apartmana girerken ve çıkarken hep bana, “Seni çok seviyorum, canım arkadaşım” diye seslenirdi. yedi senedir bu hiç değişmedi. Bir gün merdivenden çıkarken, “Göksel, bir süredir dişlerimi sıkmıyorum ama aslında çok sıkıyorum. Geçer mi?” dedim. Ama bakmıyorum ona, kendi kendime konuşuyorum zannediyorum. Meğer duyuyormuş. Demesin mi? “Bazen de sıkmadan geçmez!” İnanır mısın, o günden beri artık böyle bir sorunum kalmadı. Ben, hayatı gerçekleri kabul etmeden yaşayamıyorum. Kendimi de kabul etmem gerekiyor: Ben buyum, karanlıksam karanlık, aydınlıksam aydınlık. Kabul etmediğim ve bir başkasıymış gibi davrandığımda, vücudum kendini otomatik olarak parçalamaya başlıyor. Hayvanlardaki, ölü bebeği yok etme güdüsü gibi. Emiyor ve bünyeyi zehirliyor. Ben de doğuramadığım şeyi, emmeye çalışmaktan vazgeçtim çünkü bu beni yok ediyor.
Aile senin için ne demek?
- Özlem.
30’a 3 kala kafa nerede?
- Çocuk yapmakta.
Evlilik?
- Bir arkadaşım arar mesela, “Boşanıyoruz!” der. Koşucuyu yalnızlığa hazırlamak gerekir ya, ona güç veririm. Ama telefonu kapatınca, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarım. Ben yol arkadaşlığına, süreci paylaşmaya, hatta birlikte yaşlanmaya inanıyorum. İleri yaşlara kadar devam edecek bir birlikteliğim olursa, eşim bir başka aşk da yaşayabilir…
Şimdi?
- Şimdi 27 yaşındayım! Ağzını burnunu kırarım!
“Ruh yoksulluğu, en nefret ettiğim şey” diyorsun…
- Evet, çok hissettiğim bir şey bu. Ruhu yoksul insanı kim n’apsın?
Seviştikten sonra şiir yazıyorsun, öyle mi?
- Evet. Sevişmenin hayatımdaki yeri böyle bir şey. Ben sevişmekten, bir tek edebiyat çıkacağına inananlardanım. Somut olarak bir de çocuk çıkabilir ama o da edebi bir eser sayılabilir. Demek istediğim, sevişmek kıymetli bir şey. Ama yanlış anlama, karşındakinin karakterinden ziyade, sevişme kıymetli. Yanlış bir adamı seversin, ama hayatın boyunca en güzel seviştiğin ten, onunkidir. O hissiyatı başka kimseden alamazsın. Sevişmek, kimsenin giremeyeceği bir oda. Şiir, hakaretler, ilanı aşklar hep o odadan çıkar…
ELİNİN İÇİNDE UYUMAK İSTEDİĞİM ADAMDI
Mehmet Turgut sana deli gibi âşıktı. Çok güzel sözler ediyordunuz birbirinize. Bitince aşkınız, biz de hayal kırıklığına uğradık…
- Aşkımız bitti ama hâlâ birbirimize güzel sözler söylüyoruz. Birbirimizin güzeliyiz. İyi ki o kadar sevmişiz birbirimizi. İleride çocuğum bile olsa, Mehmet’in sırtına çıkacaktır. Hayatımın öyle bir yerde duruyor Mehmet.
“Elinin içinde uyumak istediğim adam” diyordun ona. Şiirsel bir tanımlama…
- Aile geçmişim inişli çıkışlı olduğu için, “Sana vardım” diye giriyorum bir insanın hayatına. O da yorgun bir çocuk görünce, babacan bir yürekle sevdi. Kendimi onda güvende hissettim. Ben korkuları olan bir kızım. Bazen karanlıktan bile korkarım. Karanlıkta ağlayan bir çocuğa bakar gibi baktı bana. Şu an gideyim ve “Nefes alamıyorum” diyeyim yine aynı konforu sunar bana.
Röportajın tamamını okumak için tıklayın