"SESLER KISILSIN,KALEMLER SUSSUN MU?" FEHMİ KORU'DAN BAŞBAKAN'A ELEŞTİRİ!..
Haftanın 6 günü Fehmi Koru,6 günü ise Taha Kıvanç imzasıyla yazı yazan Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru,hem köşe yazarlarına hem de politikacılara "dolu dolu özgürlük" talebinde bulundu.
Başbakan Tayyip Erdoğan medyadan şikâyet eden ilk politikacı değil, sonuncu da olmayacak... Demokrasinin kusursuz işlediği ülkelerde de, politikacıların dikkati, medyanın üzerindedir.
Başka hiçbir sebeple olmasa da dikkatlerini dağıttığı için...
Gazeteciler, yazarlar -yaptıkları işin doğası gereği- politikacıları kızdıracak bir şeyi yazma veya söyleme fırsatını mutlaka bulurlar... Bir tarama yapın göreceksiniz, İngiltere'de Churchill, Fransa'da de Gaulle, ABD'de Kennedy gibi popüler politikacılar bile, politik hayatlarında basınla didişecek bir sebep mutlaka bulmuşlardır.
Grubu önünde yaptığı toplantıda "Çok ve çabuk yazıyorlar" eleştirisine muhatap ettiği yazarlar, yazılarını, onun istediği gibi haftada yalnızca bir kere, öyle yarım saatte değil de yarım günlerini vererek yazsalar da, ortaya Tayyip Erdoğan'ı tatmin edecek bir tablonun çıkmayacağına emin olabilirsiniz.
Politikacı ile gazeteci arasında çıkar çelişkisi vardır; bu sebeple de kolayca ters kutuplarda yer alabilirler.
Keşke biraz daha hoşgörülü olabilse politikacılar, keşke Başbakan Erdoğan da kendisine yönelik eleştirilere biraz daha fazla tahammül gösterebilse...
Ancak sorun Başbakan Erdoğan'ın köşe yazarlarına dönük rahatsızlığını dışa vuran sözlerinden kaynaklanmıyor yalnızca, onun asabını bozan yazının işlediği tez de sorunlu. Başbakanın "Daha az yazmalılar" tepkisini verdiği yazı "Politikacılar daha az konuşmalı" tezini işliyordu. Yazarların daha az yazdığı bir Türkiye'nin kafasının daha dingin olabileceği düşünülebilse de, politikacıların konuşmadığı veya az konuştuğu bir Türkiye'nin bugünkünden daha iyi bir ülke olacağından o kadar da emin değilim.
Yazarın arzu ettiği gibi politikacılar konuşmasa köşe yazarları hakkında kalem oynatacak konu bulmakta zorlanmazlar mı? Bütün politikacıların yazarın "Az konuşun" tavsiyesini tuttuğu bir politik ortam, giderek Başbakan Erdoğan'ın rüyası olduğu anlaşılan köşe yazarlarının daha az yazdığı bir ortama dönüşür.
Türkiye politikacıların konuşamadığı dönemleri geçmişte çok yaşadığı için de tavsiye hayli sakıncalı. Daha önceye gitmeye gerek yok, 12 Eylül (1980) askeri müdahalesini yapan komutanlar, bir gecede partileri kapatmış, politikacıları susturmuştu. Politikacının adıyla beyanat vermesi yasaklanmış, Bülent Ecevit yasağı ihlâl ettiği için mahkûm edilmişti. Süleyman Demirel'i 'bir bilen' sıfatı arkasına gizleyip demeçlerini gazete sütunlarına taşıyan yazarlar bile askerlerin gazabından nasiplerini almışlardı.
Politikacıya "Sus" demek, ya da az konuşmasını tavsiye etmek, Türkiye'de akla olağanüstü dönemleri düşürdüğü için, geçimini yazı yazarak sağlayan birine hiç mi hiç yakışmıyor. Politikacıların konuşması, toplumun politikacıların açtığı tartışmaya katılması, ülkede demokrasinin yerleşmesini getireceği için hayırlı bir olaydır.
Bugün ülkenin ne kadar sorunu varsa hepsi politikacıların onları gündeme taşıması sayesinde tartışılıyor. Nerelerde hata edildiğini, neler yapılması gerektiğini, hangi noktalarda titizlik gösterileceğini hep bu tartışmalar sırasında öğreniyor toplum. 12 Eylül'ün 'politikaya soğutma' amaçlı uygulamalarından kurtulmak için az çalışılmadı.
Neymiş? Demek ki, politikacıların daha az değil, içeriği dolu dolu olmak şartıyla, mümkün olduğu kadar çok konuşması hayırlıymış...
Aynı durum yazarlar için de söz konusu. Haftada kaç yazı yazdığı veya yazısını hangi sürede kaleme aldığı önemli değil bir yazarın, önemli olan içinde politikacıların da bulunduğu okurlarına ne sunduğu... Yazıları doğruların yapılmasına ya da yanlışlıkların engellenmesine yarıyorsa, bırakalım yazarlar yazabildikleri kadar yazsınlar.
Yazarın çekinmeden yazdığı, politikacının korkmadan konuştuğu bir Türkiye'dir esas olan...
Fehmi Koru/Yeni Şafak