“Seri Katil” olayında bir gariplik var!..
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, son günlerdeki “Seri Katil Atalay Filiz” olayına dair iddiaları ve medyanın tutumunu ele aldı ve bir “Tarihsel Örnek” ile kıyasladı…
Efendim; son günlerde ortalık “Seri Katil” haberleriyle çalkalanıp
duruyor. Malum; “Seri Katil” olarak ilan edilen zanlı Atalay
Filiz’i yakalamak için ülkede adeta bir sürek avı tertipleniyor.
Attığı her adımla ilgili haberler medyada çarşaf çarşaf verildiği
halde bir türlü yakalanamıyor. Geçmişine ve arandığı olaylara dair
türlü hikâyeler yazılıyor. Tam bir gerilim filmi gibi yani!
OLAY ÖRGÜSÜ TUHAF!..
Lakin kimse kusura bakmasın; bu olayda anlatılan olay örgüsünün
kimi bölümlerinde bana göre bazı bariz “tuhaflıklar” var. (Tabii
bizim fazla “zeki” ve “uyanık” medyamız hep kendilerine servis
edilenlerle yetindiği için böylesi sorular soramaz!) Ben ise
anlatılan hikâyenin kimi kısımlarına nedense bir türlü tam ikna
olamadım. Bazı yanlar mantığıma bir türlü tam oturmuyor. Eksik
kareler var sanki.
Bana göre bu olayda tıpkı birkaç yıl önce Yenikapı surlarının orada
cesedi bulunan “Fotoğrafçı turist Sarai Sierra olayı” ve “Katil Laz
Ziya” iddiası kadar garip. Bu konudaki hikâyeye o zamanda inanmadım
şimdi de inanmıyorum. O vakit o olay üzerine en az 8-10 yazı kaleme
aldım ve tonla soru sorup gerekçelerimi sıraladım. Hatta “Laz Ziya
katil ise bende Karındeşen Jack’im” başlıklı hayli iddialı bir de
yazı bile yazdım. Şimdide biraz farklı ama “benzer” bir durumla
karşı karşıyayız gibi sanki.
Neyse; asıl konumuz bu değil. Ancak medyanın o olaydaki tutumuyla
bu olaydaki tutumu arasında (Tıpatıp olmasa da) bazı paralellikler
mevcut. Belki bu olayda “öldürme” olayları gerçek olabilir ama bize
empoze edilen “öldürme nedenleri” hakkında kuşkudayım. Yani gene
Sharlock Holmes’lüğüm tuttu anlayacağınız!
Dahası bu konuda “kuşkularım” hiç de yeni değil. Daha olayın hemen
ertesinde sonradan ayrıldığım bir gazetede yazdığım 20 Eylül 2013
tarihli “Dikkat çekici bir
cinayet!..” başlıklı yazımda bu olaydaki
gariplikleri sıraladım. Ayrıca Türk medyasında bu konuda soru soran
tek yazı olduğunu hatırlatırım. Şimdi olduğu gibi…
Bakın daha o zamandan neler söylemişim: “Ancak öyle veya böyle bu
konulardaki ilkeyi hatırlatmakta –dilimizde tüy bitse de- yarar
var; bazı kişilerin ölümü; konumları, meslekleri, aile bağları,
titrleri, vb. dolayısıyla baştan “Şüpheli”dir. O yüzden etraflıca
araştırılmalı, “Görünene bakarak” acele karar verilmemelidir.”
İLGİNÇ BİR TARİHSEL ÖRNEK; KAZIM ORBAY’IN
OĞLU…
Hiç şüphesiz “İyi aile çocukları”nın cinayet işlemeyeceği, cinayete
bir şekilde karışmayacağı ya da adının geçmeyeceğine dair bir kural
yok. Yahut babaları önemli mevkilerdeki çocukların “maktul”
olmayacağına dair. Bu olayda her iki durumda mevcut. Nitekim söz
konusu olayla birebir olmasa dahi bazı benzerlikler var gibi. Şimdi
bu “tarihsel örnek”e göz atalım…
16 Ekim 1945 günü Dr. Neşet Naci Arcan muayenehanesinde 7 tabanca
kurşunuyla vurularak öldürülecekti. Ne var ki iddialara göre asıl
katil dönemin Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay
olduğu halde, Vali Tandoğan’ın baskısı sonucunda Haşmet Orbay’ın
Robert Kolej’den arkadaşı Reşit Mercan isimli bir genç olayı
üstlenecekti. Ancak ilk başlarda bu senaryoya göre seyreden
mahkemede sonradan sanık ve tanıklar ifade değiştireceklerdi. Önce
Reşit Mercan cinayetten 20 yıla, Haşmet Orbay ise silah temininden
bir yıla mahkum olur. Fakat Yargıtay'ın kararı iptal etmesi üzerine
(Ki iptal kararında ısrar eden dönemin Yargıtay Başsavcısı
Fahrettin Karaoğlan’da otomobilinde ölü bulunacaktır.) dava yeniden
görülür.
Reşit Mercan bu kez katilin Haşmet Orbay olduğunu itiraf eder ve
"Savcı ve polisler beni kim olduğunu söylemekten korktuğum devlet
görevlisinin yanına çıkardılar. O devlet büyüğünün tehditleri
karşısında her şeyi kabul ettim" diyen sanık can güvenliği
garantisi üzerine bu devlet büyüğünün Vali Nevzat Tandoğan olduğunu
açıklar. Yeni mahkeme sonucunda Haşmet Orbay cinayetten 18 yıl,
Reşit Mercan ise adaleti aldatmaktan 8 yıl ceza alır. Her ikisi de
1950 affından yararlanarak serbest kalırlar. Ancak cinayetin gerçek
nedeni resmi olarak bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Vali Tandoğan
ise 9 Temmuz 1946 gecesi tabancayla ve tek kurşunla intihar eder.
Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay ise görev süresi dolmadan 30 Temmuz
1946’da istifa edecekti.
Ancak olayların arka planı biraz deşildikçe arkasından çok başka
iddialar ortaya atılacaktı. Özellikle de öldürülen Dr. Neşet Naci
Arcan’ın aynı zamanda Sovyet Büyükelçiliği’nin anlaşmalı doktoru
olduğu düşünüldüğünde olay başka çehreler kazanabilecek gibi
görünüyordu. Hele de katilin bir Genelkurmay Başkanının oğlu olduğu
hesaba katılırsa akla başka soruları da getirebiliyordu. Cinayeti
KGB ya da MAH (MİT) işlemiş olabileceği de söylenecekti. (Bir
diğer iddia ise Tito liderliğindeki Yugoslavya’daki Bosnalı
Müslümanlara giden paralardır.) Nitekim yıllar sonra yapılan bir
röportajda Haşmet Orbay cinayeti “Vatani sebepler” yüzünden
işlediğini ima edecekti. (Konuyu merak eden okurlar İhsan Tombuş’un
“Ankara Cinayeti” kitabına bakabilir. Bilgi Yayınevi. 2003)
KAFAYA ÜŞÜŞEN SORULAR
Şimdi bu olayda kafamızda soru işaretleri oluşturan ve bir “acaba
penceresi” açan soruları soralım o zaman. Dediğim gibi bunlar
sadece sorudur ve kimseye şu veya bu yönde bir isnat yükleme veya
aklama amacıyla sorulmamıştır.
1) Ankara’daki olayda ölenlerden
Göktuğ Demiraslan’ın Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu (TÜBİTAK)'ta çalışması, babasının Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Personel Daire Başkanı Tümgeneral Hasan Hüseyin
Demirarslan olması, diğer maktulün ise Rus uyruklu, 26 yaşındaki
Elena Radckova olması kendi başına soru işaretleri
doğurmaktadır.
2) Yakın geçmişteki ASELSAN’daki
seri ölümler, kripto uzmanlarımızın ölümü, TAI’deki esrarengiz
ölümler ve benzerleri düşünüldüğünde olay kendiliğinden bir
“Acaba”yı hak etmiyor mu sizce?.
3) 2011’den beri “kayıp” (?)
olan ve Atalay Filiz tarafından öldürüldüğü öne sürülen Rus
sevgilisi Olga Seregina’nın da “yabancı” olması dikkat çekicidir.
Bu önemli isimlerin çocuklarının başına birdenbire “Rus sevgililer”
üşüşmüştür. Acaba bu bir “Bal tuzağı” operasyonu olabilir mi?
4) Basında yer alan haber ve
iddialara göre Atalay Filiz’i polis ve orduya (Ordu istihbaratı
mı?) ilaveten MİT’de aramaktadır. Polisi anladık da ordu ve
bilhassa MİT onu neden aramaktadır? Türkiye’de MİT’in FBI gibi bir
misyonu yoktur. Bu ABD’de bir “Seri Katil”i CIA’nın araması gibi
bir durumdur. MİT, sıradan bir cinayet zanlısını niye arar ki?
5) Bu olay aydınlanmadığı ve
“Katil” ilan edilen kişi halen yakalanmadığı halde neden basit bir
“kıskançlık ve aşk cinayeti” diye gösterilmektedir?
6) Zanlı ilan edilen kişi üç
yıldır çok mu iyi gizlenip, izini kaybettirmiştir yoksa birileri
tarafından korunmuş mudur?
7) Şimdi ise bütün bunlara
ilaveten zanlı Atalay Filiz’in babasının Ege’de it dalaşı esnasında
Yunan jetini düşüren pilotumuz olduğunu öğreniyoruz. İlginç değil
mi?
8) Gene medyada Atalay Filiz’in
“Yunanistan’a kaçmaya çalıştığı” söylenmektedir. Babası Yunan
uçağını düşürmüş biri niye Yunanistan’a kaçmaya çalışsın ki?
9) Basında yer alan “Seri Katil”
tanımı olayların peş peşe gelişi dışında klasik “Seri Katil”
profiline uymamaktadır. O halde medya neden ısrarla bu tabiri
kullanmaktadır? Cehaletinden mi yoksa bilinçli bir etiketleme mi
vardır?
10) Gene medyaya yansıdığı kadarıyla Lise
öğretmenleri onu “Issız bir ormana bıraksanız orada ağaç kabuğu
yiyerek hayata tutunabilirdi” şeklinde tanımlamaktadırlar?
Liselerde “Survivor” dersleri verilmektedir de bizim mi haberimiz
yoktur? Komando eğitimi mi alınmaktadır? Atalay Filiz bir tür
“Rambo” mudur? Öyleyse bu vasıflarını ne zaman nerede
kazanmıştır?
MEDYANIN İKİRCİMLİ AMA NEDENSE KESİN DİLİ!
Ayrıca haberlerde kullanılan şu dile bakın. Önce Maltepe’de işlenen
bir başka cinayete dair: “Öte yandan polis şüphelinin başka cinayet
olaylarını da gerçekleştirmiş olabileceğini belirterek soruşturmayı
derinleştirildi. Maltepe'de geçtiğimiz Şubat ayında bavul içinde
bir kadın cesedi bulunmuş, ancak bugüne kadar yabancı uyruklu bir
kadına ait olduğu tahmin edilen cesedin ne kimliği ne de kimin
öldürdüğü tespit edilememişti.”
Önce cesedin bavulda taşındığı söyleniyor sonrasında ise şu
ifadeler kullanılıyor: “Bavulun içinde ceset bulunma ihtimalinin
düşük olduğunu söyleyen yetkililer, bavulun ceset taşımak için çok
küçük olduğunun tespit edildiğini söylediler. Şüphelinin öldürdüğü
tarih öğretmenini gece saatlerinde başka bir yöntem kullanarak
ormanlık alana atmış, ardından da bavulunu alarak kaçmış
olabileceği üzerinde duruluyor.”
İzmir’de olduğu ve günlük ev kiralamaya çalıştığı söylendikten
sonrasında ise: “Bu bilgilere rağmen polis kaynakları, söz konusu
şüphelinin Atalay Filiz olduğunun kesinlik kazanmadığını, benzerlik
nedeniyle ciddi olarak üzerinde durulduğunu da belirtti.” Yani elde
ne var? Sıfıra sıfır! Bolca teori ve varsayım. Ancak hepsi nedense
kamuya yansıtılırken sanki birer kesinlikmiş gibi sunuluyor.
Neyse; hiç şüphesiz çeşitli aşamalara dair akla üşüşen daha bir
dolu soru var. Ne var ki bunları saptayacak ya da “suçlu” ile
“suçsuz”u ayıracak yahut kimin ne kadar suçlu olduğunu çözecek de
ben değilim. (Bu ülkede koca bir devlet var!) En ufak bir
istihbarata da sahip değilim. Ben ancak kafamda oluşan kimi
soruları paylaşabilirim. Aynı şekilde medyanın bu konuda
sorusuzluğunu sorgulayabilirim ancak. Gene de olay –kesinliği
olmasa da- “tuhaf kokular” yayıyor gibi…
Sezilerim beni yanıltmıyorsa şayet…
06. 06. 2016.
[email protected]