27 Nis 2010 11:36
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:15
SERDAR TURGUT CEMAATÇİ Mİ OLDU? AKŞAM YAZARI BU İDDİALARA NE YANIT VERDİ?
Akşam yazarı Serdar Turgut 'cemaatçi mi oldu' sorularına nasıl yanıt verdi?
Laiklik sonrası Türkiye
Dünyadaki eğilim Türkiye’de de yaşanıyor, ülkemiz hızla post-laik bir toplum olmaya doğru yol alıyor.
Bunun işaretleri hayli fazla, dinin gündelik yaşamda artan etkisi, laikliğin insanların manevi problemlerine tam cevap veremediğinin ortaya çıkmış olması ve dindar olmasa bile inancı hayatının merkezine yerleştirmeye uğraşan insanların sayısının fazlalaşması ve Deniz Baykal gibi bir siyasetçinin, Kutlu Doğum Haftası için yaptığı konuşma bile bu eğilimin göstergeleridir.
Bu süreci sadece siyasi ve sosyal bir çatışma alanı olarak tanımlamak istersek, hem kendimize hem de ülkeye büyük zarar vermiş oluruz.
Bence yapılması gereken şey, tespit etmiş olduğum bu eğilimin global bir trend olduğunu görmek ve hayatın akışını anlamamıza, anlamlandırmaya yarayacak düşünce sistematiğini geliştirmeye çalışmaktır.
Yaptıklarımın teorik çerçevesi
Bütün bunlara çok önceden içgüdüsel olarak giriştim. Doğru davrandığımı hissediyordum ama yaptıklarımın teorik çerçevesini tam kuramamıştım.
Bir şeyler eksik kalıyordu onu da Jürgen Habermas sayesinde doldurdum sanıyorum.
Habermas, Frankfurt okulunun geleneğini sürdürerek, insanlara ele alınması zor gelen din ve inanç konularını, tutarlı bir teorik çerçevede ele almaya girişti.
ABD’li felsefeci Stanley Fish’in dediği gibi Habermas ’Akıl neyin eksik olduğunun acaba farkında mı?’ diye sorup düşünmeye başladı.Çağımız aydınlanmanın inanç ile tanıştığı çağdır.
Aydınlanma öncesinde düşüncelerin merkezinde inanç vardı, sonra aydınlanma döneminde düşüncelerin merkezine insan konuldu ve büyük modernleşme projesi başlatıldı.
Bu anlattığım süreç global bir trenddir. Türkiye’de de cumhuriyet projesi ile bu aynen yaşanmıştır.
Habermas’ın dediği gibi aydınlanma, artık inanç ile tanışmıştır ve modernleşme inanca darbeler vurmaya çalışmıştır ama son gelinen noktada modernleşme, hem tıkanmıştır hem de modernleşme teorisyenleri projede bir şeylerin eksik kaldığını görmüş ve inancın olmamasının yarattığı boşluğun başka hiçbir düşünce ve duygu ile doldurulamadığını görmüşlerdir.
Şimdi yapılması gereken modernleşmenin bazı temel olmazsa olmazlarından vazgeçmek zorunda kalmadan, inançlı bir yaşamı modern toplumda gerçekleştirmeye imkan verecek düşünceyi oluşturmaktır.
Modernleşme ve inanç
Habermas’a göre ’akıl’ inancı dışlamaz ve hatta inanç önkoşul olarak aklın varlığını varsayar.
Akıl ve inancın bir arada yaşayacağı ve birbirlerini güçlendireceği toplumlara post-seküler toplumlar denilecek.
Kitabında Sabetay Sevi ile ilgili muhteşem bir analizi de bulunan Habermas da bunu umarım kabul edecektir; kendisinin tanımladığı bir post-seküler toplum olmaya Türkiye, Almanya’dan daha yakın gibi görünüyor.
Biliyorum her taraftaki bağnazlar açısından bu yapılabilir bir hedef olarak görülmüyordur ama iletişimsel akılcılığımızı elden bırakmadıkça, konuşma ve diyalog kanallarının açık olduğu kamusal alanımızı yarattıkça, inancın temelinde bulunan eşitlik ve daha iyi insan olma arayışlarının, gerçek yaşamımızda akılcı siyaset içinde de karşılığı olacağını göreceğiz.
Gerçi Habermas, bu düşüncesini Almanya’nın judeo-Hıristiyan geçmişini göz önüne alarak söylüyor ama bizim dinimizi de göz önüne alarak konuşursak analiz yine de değişmez.
Çünkü adil olmak ve daha iyi bir insan olmaya çalışmak arayışı, her üç tek tanrılı dinde ortak özelliklerdir.
Devlet filozofu ilan edilen Habermas’ın yaş günü kutlama partisine Almanya’nın gelmiş geçmiş tüm devlet adamları eksiksiz katıldılar.
Verilmek istenilen mesaj şuydu; ’Biz Alman devleti olarak Habermas’ın var olanı koruma altına almak amacıyla, akıl ile inancın bir arada yaşatılması için oluşturduğu konsensüse dayalı düşünce sistematiğine tam destek veriyoruz. Bunun için inancın temelinde bulunan eşitlik, adalet ve daha iyi insanlar yaratma amacına siyasi destek veriyoruz ve bunun şartlarını oluşturduğumuz takdirde aydınlanmanın inançla uzlaşması sürecinin sonucunu almış olacağız.
Türkiye’nin de bu işe girişmemesi için hiçbir makul neden yok. Modernleşmeyi tamamen reddetmeyen dindarlar var oldukça bunun gerçekleşmesi umudu daima var olacaktır.
Ancak şurası kesindir ki Türkiye, artık eski anlamıyla laik kalamayacaktır ya post- seküler bir toplum olmayı kabul edecektir; ya da laikliğin eski tanımını değiştirecektir.
Akıl ile inancı daima çatıştıran insanlar, bu muhteşem uzlaşmadan çekiniyorlar çünkü bunun mümkün olduğu görüldüğü takdirde Türkiye, büyük bir devrim gerçekleştirmiş olacak. Bu da insanları ürkütüyor.
Ülkemize medeniyetler arası diyalog bağlamında gelip konferans da vermiş olan Habermas’ın kitapları ve öncelikle de ’Religion and Rationality’ (Essays On Reason, God And Modernity) bir an önce çevrilip okunmalı, tartışılmalı.
Cemaat ile bağlantım
Ben uzun bir süredir yaşamımda bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. ’ÖTEKİ’yle kavga etmek yerine kendimi, ’öteki olmaktan çıkarmam gerektiğini’ çoktan anladım, bu nedenle Budizm kavramıyla söylersem bütün çakralarımı açtım; yani öğrenmemi, anlamamı sağlayan bütün algılama sistemlerim açık olarak öğreniyorum ve düşünüyorum.
Eski düşmanlarımın ve bana yeni düşman olanların yaymaya çalıştıkları gibi cemaate girmedim. Ne onlardan ne de benden böyle bir talep gelmedi, sadece içimde hiçbir önyargı taşımadan öğrenmeye, anlamaya çalışıyorum ve cemaatten insanlarla konuşuyorum görüşüyorum ve yazışıyorum hatta o yazışmalardan karşı taraftan izin alabildiğim takdirde bir kitap oluşturma projem bile var.
Ben bu konuşmalarımda, yazışmalarımda bir metodolojik ateist gibi davranırım. Habermas’ın anlattığına göre metodolojik ateist, üzerinde düşündüğü, yazdığı inanç ve din ile ilgili hiçbir önyargıya sahip olmadan işe girişen insandır.
Serdar Turgut/Akşam
Dünyadaki eğilim Türkiye’de de yaşanıyor, ülkemiz hızla post-laik bir toplum olmaya doğru yol alıyor.
Bunun işaretleri hayli fazla, dinin gündelik yaşamda artan etkisi, laikliğin insanların manevi problemlerine tam cevap veremediğinin ortaya çıkmış olması ve dindar olmasa bile inancı hayatının merkezine yerleştirmeye uğraşan insanların sayısının fazlalaşması ve Deniz Baykal gibi bir siyasetçinin, Kutlu Doğum Haftası için yaptığı konuşma bile bu eğilimin göstergeleridir.
Bu süreci sadece siyasi ve sosyal bir çatışma alanı olarak tanımlamak istersek, hem kendimize hem de ülkeye büyük zarar vermiş oluruz.
Bence yapılması gereken şey, tespit etmiş olduğum bu eğilimin global bir trend olduğunu görmek ve hayatın akışını anlamamıza, anlamlandırmaya yarayacak düşünce sistematiğini geliştirmeye çalışmaktır.
Yaptıklarımın teorik çerçevesi
Bütün bunlara çok önceden içgüdüsel olarak giriştim. Doğru davrandığımı hissediyordum ama yaptıklarımın teorik çerçevesini tam kuramamıştım.
Bir şeyler eksik kalıyordu onu da Jürgen Habermas sayesinde doldurdum sanıyorum.
Habermas, Frankfurt okulunun geleneğini sürdürerek, insanlara ele alınması zor gelen din ve inanç konularını, tutarlı bir teorik çerçevede ele almaya girişti.
ABD’li felsefeci Stanley Fish’in dediği gibi Habermas ’Akıl neyin eksik olduğunun acaba farkında mı?’ diye sorup düşünmeye başladı.Çağımız aydınlanmanın inanç ile tanıştığı çağdır.
Aydınlanma öncesinde düşüncelerin merkezinde inanç vardı, sonra aydınlanma döneminde düşüncelerin merkezine insan konuldu ve büyük modernleşme projesi başlatıldı.
Bu anlattığım süreç global bir trenddir. Türkiye’de de cumhuriyet projesi ile bu aynen yaşanmıştır.
Habermas’ın dediği gibi aydınlanma, artık inanç ile tanışmıştır ve modernleşme inanca darbeler vurmaya çalışmıştır ama son gelinen noktada modernleşme, hem tıkanmıştır hem de modernleşme teorisyenleri projede bir şeylerin eksik kaldığını görmüş ve inancın olmamasının yarattığı boşluğun başka hiçbir düşünce ve duygu ile doldurulamadığını görmüşlerdir.
Şimdi yapılması gereken modernleşmenin bazı temel olmazsa olmazlarından vazgeçmek zorunda kalmadan, inançlı bir yaşamı modern toplumda gerçekleştirmeye imkan verecek düşünceyi oluşturmaktır.
Modernleşme ve inanç
Habermas’a göre ’akıl’ inancı dışlamaz ve hatta inanç önkoşul olarak aklın varlığını varsayar.
Akıl ve inancın bir arada yaşayacağı ve birbirlerini güçlendireceği toplumlara post-seküler toplumlar denilecek.
Kitabında Sabetay Sevi ile ilgili muhteşem bir analizi de bulunan Habermas da bunu umarım kabul edecektir; kendisinin tanımladığı bir post-seküler toplum olmaya Türkiye, Almanya’dan daha yakın gibi görünüyor.
Biliyorum her taraftaki bağnazlar açısından bu yapılabilir bir hedef olarak görülmüyordur ama iletişimsel akılcılığımızı elden bırakmadıkça, konuşma ve diyalog kanallarının açık olduğu kamusal alanımızı yarattıkça, inancın temelinde bulunan eşitlik ve daha iyi insan olma arayışlarının, gerçek yaşamımızda akılcı siyaset içinde de karşılığı olacağını göreceğiz.
Gerçi Habermas, bu düşüncesini Almanya’nın judeo-Hıristiyan geçmişini göz önüne alarak söylüyor ama bizim dinimizi de göz önüne alarak konuşursak analiz yine de değişmez.
Çünkü adil olmak ve daha iyi bir insan olmaya çalışmak arayışı, her üç tek tanrılı dinde ortak özelliklerdir.
Devlet filozofu ilan edilen Habermas’ın yaş günü kutlama partisine Almanya’nın gelmiş geçmiş tüm devlet adamları eksiksiz katıldılar.
Verilmek istenilen mesaj şuydu; ’Biz Alman devleti olarak Habermas’ın var olanı koruma altına almak amacıyla, akıl ile inancın bir arada yaşatılması için oluşturduğu konsensüse dayalı düşünce sistematiğine tam destek veriyoruz. Bunun için inancın temelinde bulunan eşitlik, adalet ve daha iyi insanlar yaratma amacına siyasi destek veriyoruz ve bunun şartlarını oluşturduğumuz takdirde aydınlanmanın inançla uzlaşması sürecinin sonucunu almış olacağız.
Türkiye’nin de bu işe girişmemesi için hiçbir makul neden yok. Modernleşmeyi tamamen reddetmeyen dindarlar var oldukça bunun gerçekleşmesi umudu daima var olacaktır.
Ancak şurası kesindir ki Türkiye, artık eski anlamıyla laik kalamayacaktır ya post- seküler bir toplum olmayı kabul edecektir; ya da laikliğin eski tanımını değiştirecektir.
Akıl ile inancı daima çatıştıran insanlar, bu muhteşem uzlaşmadan çekiniyorlar çünkü bunun mümkün olduğu görüldüğü takdirde Türkiye, büyük bir devrim gerçekleştirmiş olacak. Bu da insanları ürkütüyor.
Ülkemize medeniyetler arası diyalog bağlamında gelip konferans da vermiş olan Habermas’ın kitapları ve öncelikle de ’Religion and Rationality’ (Essays On Reason, God And Modernity) bir an önce çevrilip okunmalı, tartışılmalı.
Cemaat ile bağlantım
Ben uzun bir süredir yaşamımda bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. ’ÖTEKİ’yle kavga etmek yerine kendimi, ’öteki olmaktan çıkarmam gerektiğini’ çoktan anladım, bu nedenle Budizm kavramıyla söylersem bütün çakralarımı açtım; yani öğrenmemi, anlamamı sağlayan bütün algılama sistemlerim açık olarak öğreniyorum ve düşünüyorum.
Eski düşmanlarımın ve bana yeni düşman olanların yaymaya çalıştıkları gibi cemaate girmedim. Ne onlardan ne de benden böyle bir talep gelmedi, sadece içimde hiçbir önyargı taşımadan öğrenmeye, anlamaya çalışıyorum ve cemaatten insanlarla konuşuyorum görüşüyorum ve yazışıyorum hatta o yazışmalardan karşı taraftan izin alabildiğim takdirde bir kitap oluşturma projem bile var.
Ben bu konuşmalarımda, yazışmalarımda bir metodolojik ateist gibi davranırım. Habermas’ın anlattığına göre metodolojik ateist, üzerinde düşündüğü, yazdığı inanç ve din ile ilgili hiçbir önyargıya sahip olmadan işe girişen insandır.
Serdar Turgut/Akşam