26 Mar 2007 14:11 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:47

"SEN MEDYADA İCAZET MAKAMI DEĞİLSİN"!...AYŞE ARMAN "23 SEVGİLİ" NEDENİYLE KENDİSİNİ ELEŞTİREN HINCAL ULUÇ'A SERT ÇIKTI!..

Ayşe Arman,röportaj yaptığı ünlü kadın kuaförü Muammer Yaprakgül'ün "Evlenirken 23 sevgilim vardı" sözü karşısında kendisini "Aynı anda 23 sevgili nasıl olur?" sorusunu yöneltmeyip suskun kalmakla eleştiren Hıncal Uluç için ne yazdı?..

Hayranlık duygusu yitirmek


En fenası ne biliyor musunuz?

Hayranlık duygusunu yitirmek.

Bundan daha üzücü bir şey düşünemiyorum.

Ben mesela, sadece hayranlık duyduğum erkeklere aşık oluyorum.

Benim için bu kadar belirleyici.

Hayranlık duyduğum insanlarla, dost olmak istiyorum.

Hayranlık duyduğum insanlarla, çalışmak istiyorum.

Okuduğum yazarlara da, hayranlık duyayım istiyorum.

* * *

Zekásına, yaratıcılığına, bilgisine, alçakgönüllülüğüne, dürüstlüğüne, iyi niyetine, hayat enerjisine, espri anlayışına, gelişime açık olmasına, kıvraklığına, libidosuna, testesteronuna ya da ne haltsa işte...

Bir şeylerine hayran olmalıyım bir insanın.

Bir kadının ya da bir erkeğin.

Bir romancının ya da köşe yazarının. Hayranlık, benim merakımı körüklüyor, heyecanlandırıyor, baştan çıkarıyor.

Ama galiba, en çok da saygı uyandırıyor.

Hayranlık duyduğum birini, başka bir yere koyuyorum.

"Ondan benim öğreneceklerim var" diyorum.

Ama eğer bu duygu yoksa, anında, "Bana müsaade, ben almayayım, alana da mani olmayayım" mooduna geçiyorum.

* * *

Sevgiliyse söz konusu olan mesela, ayrılmak istiyorum.

İş arkadaşları ise, artık onlarla çalışmak istemiyorum.

Bir köşe yazarıysa hayranlığımı yitirdiğim, okumak istemiyorum.

Ayıp belki ama...

İtiraf ediyorum işte, umursamıyorum, burun kıvırıyorum.

Belki hiç hakkım yok ama ben öyle hissediyorum.

Sanki ondan öğrenebileceğim bir şey kalmamış gibi geliyor.

O artık, benim içimdeki yaprakların hiç birini kıpırdatmıyor.

* * *

Ne zaman, nerede, nasıl yitirdim bilmiyorum ama...

Hıncal Uluç´a karşı hayranlık duygularımı kaybetmiş bulunuyorum.

Ve çok üzülüyorum.

Gerçekten üzülüyorum.

Yani en fenası başıma.

Bir zamanlar hayranlık duyduğum bir adamdı. "Ben de onun gibi düşünüyorum ama onun kadar sesli söyleyemiyorum" dediğim yazılar yazardı.

Farklı, orijinal ve içinden geldiği gibi.

Hesaba, kitaba dayanmayan.

Ama sonra, tuhaf bir şey oldu.

Belki bunun adı, dengeyi şaşırmak, kaçırmak ya da yaş almak, bilmiyorum.

Kendini herkesin, her şeyin üzerinde bir yerde konumlandırmaya başladı.

Sanırım dostları da onu uyarmadı.

Birilerinin "Kendine gel" demesi gerekiyordu, demedi.

Çocuğu yaşında birinden hayat dersi almaya elbette ihtiyacı yoktur ama silkinmesi gerekiyor sanki. O, "Her şeyi ben bilirim" havasından vazgeçmesi gerekiyor. O, bir icazet makamı değil bu medyada. Kimse değil. Öyle davranmak, "Ben dersem olur, demezsem olmaz" yapmak, "Benim beğendiğim iyi iştir, beğenmediğim değildir"e, işin en kötüsü inanmak, bence vahim, çok vahim. Onu seven birilerinin acilen onu dürtmesi icap ediyor. Ama öyle bir ruh halinde ki, kendi sesinden ve kahkahasından başka hiçbir şey duyamıyor.

Uzaktan onun başına gelenleri bir hayat dersi gibi izliyorum.

"Demek ki, bu da bir insanlık hali. Aman hepimize ibret olsun!" diyorum.

* * *

Dün, geçen hafta yaptığım Muammer Yaprakgül röportajı üzerine bir yazı yazdı.

Ben, kendini yoktan var eden biriyle röportaj yapmışım.

Yaptığı işte, Türkiye´de marka olmuş biri.

Hangi kadına sorarsanız sorun, kuaför Muammer´i bilir, MOS´u bilir.

Bence müthiş bir başarı hikayesi.

Çöpçü de olacaksan, en iyi çöpçü