06 Eyl 2012 14:02
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:06
ŞEMDİNLİ FOTOĞRAFINA ÇARPICI YORUM; ''ŞOVMEN GAZETECİLİK''İN SİYASALLAŞMASI!.."
Yurt yazarı Atilla Akar, Enis Berberoğlu'nun Şemdinli fotoğrafını “Şovmen Gazetecilik”in siyasallaşmış ve psikolojik harp yöntemleriyle harmanlanmış yeni bir versiyonu olarak tanımladı&...
“Şovmen Gazetecilik”in siyasallaşması!..
2011 Aralık ayı sonunda Medyaradar sitesine “Mahşerin Dört Atlısı ve Şovmen Gazetecilik” başlıklı bir yazı yazmıştım. (İlgili sitenin arşivinde halen bulunabilir.) Yazıda HÜRRİYET’in “4 Yüz Projesi” kapsamında gündeme gelen bir “Gazetecilik tarzı” nı eleştirmiştim. O esnada Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Ahmet Hakan ve Sedat Ergin “Geyik muhabbeti” düzeyinde fikir beyan ediyorlar ve bunları ok atma, dart atma gibi bazı şov unsurlarıyla süslüyorlardı.
Orada bu olguyu “Gazeteciliğin kıyamet alameti” olarak tanımlayıp şöyle demiştim; “Bana göre ‘Şovmen gazetecilik’ normal gazetecilik faaliyetiyle yetinmeyen, gazeteciliğini şov unsurlarıyla ‘soslayıp’ sunan, gazeteciliğe ‘atraksiyon’ ögeleri ilave eden, böylelikle kendisini daha ‘okunur’ kılmak çabası içine giren, popüler simge ve semboller katan, bunu magazinel bir şekilde sunan, aslında ‘dedikodu’ statüsündeki lafları bir ‘sosyolojik analiz’ ya da ‘profil oluşturmak’ edasıyla besleyen, ‘ilginç’ olma adına ona buna üslubunca ‘sataşan’ türde gazeteciliğin adıdır. Bu ‘tarz’ gazetecilik metotlarını şov unsurlarını ustalıkla kaynaştırmayı biliyor.”
Şimdi anlaşılan buna “Psikolojik harp” yöntemleriyle sarmalanmış bir “Siyasal” boyut da eklenmiş bulunuyor. “Algı mühendisliği” yapılıyor. Tek farkla ki bu kez Berberoğlu “One Man Show” yapmayı yeğlemiş. Ne diyeyim? Hakikaten gazetecilik okullarında “Ders” olarak okutulacak türden!
Yalnız bu defa yapılan “Şovmen gazetecilik” in “Mizansenci karakterini” de fersah fersah aşmış ya da ona “İlave bir cinslik” katmış durumda. Enis Berberoğlu Şemdinli’ye hakim tepeye “Coğrafya dersi verir gibi” bir edayla, masasını atmış, kendi tabiriyle “Sakız gibi” beyaz örtüsünü sermiş, yapma çiçeklerini serpiştirmiş (Uyduruk çiçeklerden uyduruk bir “Barış” mesajı yani!) ve “Yeni fincan takımını” açıp sabah kahvesinin her yudumun tadını çıkara çıkara içmiş. Ne diyeyim? Bir de yanında kemancılar götürüp, Çigan müziği dinleseymiş tam olurmuş. Yanı sıra Zana röportajındaki papyonunu takmayı unutmuş elbette! !
Berberoğlu “Anlatılanların hepsini unutun dilerseniz. Yazı zaten uçar gider. Aklınızda kalan sadece bu manzara olsun.” demiş. Zaten bizimde aklımızda bu “Manzara” kalıyor. Merak etmesin unutmak ne mümkün!
Kimi Ruşen Çakır gibi fotoğrafı “Post-Kolonyal” olarak tanımlıyor (Bu da metil alkollü sahte kolonya gibi “Çakma kolonyalizm” kokuları yayıyor!) kimi de Fatih Altaylı gibi belli imalarla “Sıradan bir gazetecilik faaliyeti olduğu kanısında değilim” diyor. Hangisi olursa olsun, bu fotoğraf gazetecilik açısından çok sıkıntılı imajlar taşıyor.
Girişte bahsettiğim yazımda “Yoksa bu ‘tarz’ın sınırı yok. Bir kez prim verildi mi yarın öbür gün karşımıza çok daha ‘acayip’ kılıklarda çıkabilirler!” demiştim. Hele bir de belli merkezlerden gaz verilir ya da “Yeşil ışık” yakılırsa tamamdır!
Eğer bu devletten birileri bakın “Halen buralarda bizim borumuz ötüyor” mesajını Enis Berberoğlu fotoğrafı üzerinden verdirmek istemiş ve iş Berberoğlu’nun o fotoğrafı verip vermemesine kalmışsa durum sanıldığından “Vahim” demektir. (Kürtler bu tarz mesajlara artık “Tav” olmayacaklarına göre demek ki asıl mesele Türkleri tava getirmektir!) Logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’ne inanmayacaktık da kime inanacaktık? Vah ki ne vah!..
Atilla Akar/Yurt
2011 Aralık ayı sonunda Medyaradar sitesine “Mahşerin Dört Atlısı ve Şovmen Gazetecilik” başlıklı bir yazı yazmıştım. (İlgili sitenin arşivinde halen bulunabilir.) Yazıda HÜRRİYET’in “4 Yüz Projesi” kapsamında gündeme gelen bir “Gazetecilik tarzı” nı eleştirmiştim. O esnada Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Ahmet Hakan ve Sedat Ergin “Geyik muhabbeti” düzeyinde fikir beyan ediyorlar ve bunları ok atma, dart atma gibi bazı şov unsurlarıyla süslüyorlardı.
Orada bu olguyu “Gazeteciliğin kıyamet alameti” olarak tanımlayıp şöyle demiştim; “Bana göre ‘Şovmen gazetecilik’ normal gazetecilik faaliyetiyle yetinmeyen, gazeteciliğini şov unsurlarıyla ‘soslayıp’ sunan, gazeteciliğe ‘atraksiyon’ ögeleri ilave eden, böylelikle kendisini daha ‘okunur’ kılmak çabası içine giren, popüler simge ve semboller katan, bunu magazinel bir şekilde sunan, aslında ‘dedikodu’ statüsündeki lafları bir ‘sosyolojik analiz’ ya da ‘profil oluşturmak’ edasıyla besleyen, ‘ilginç’ olma adına ona buna üslubunca ‘sataşan’ türde gazeteciliğin adıdır. Bu ‘tarz’ gazetecilik metotlarını şov unsurlarını ustalıkla kaynaştırmayı biliyor.”
Şimdi anlaşılan buna “Psikolojik harp” yöntemleriyle sarmalanmış bir “Siyasal” boyut da eklenmiş bulunuyor. “Algı mühendisliği” yapılıyor. Tek farkla ki bu kez Berberoğlu “One Man Show” yapmayı yeğlemiş. Ne diyeyim? Hakikaten gazetecilik okullarında “Ders” olarak okutulacak türden!
Yalnız bu defa yapılan “Şovmen gazetecilik” in “Mizansenci karakterini” de fersah fersah aşmış ya da ona “İlave bir cinslik” katmış durumda. Enis Berberoğlu Şemdinli’ye hakim tepeye “Coğrafya dersi verir gibi” bir edayla, masasını atmış, kendi tabiriyle “Sakız gibi” beyaz örtüsünü sermiş, yapma çiçeklerini serpiştirmiş (Uyduruk çiçeklerden uyduruk bir “Barış” mesajı yani!) ve “Yeni fincan takımını” açıp sabah kahvesinin her yudumun tadını çıkara çıkara içmiş. Ne diyeyim? Bir de yanında kemancılar götürüp, Çigan müziği dinleseymiş tam olurmuş. Yanı sıra Zana röportajındaki papyonunu takmayı unutmuş elbette! !
Berberoğlu “Anlatılanların hepsini unutun dilerseniz. Yazı zaten uçar gider. Aklınızda kalan sadece bu manzara olsun.” demiş. Zaten bizimde aklımızda bu “Manzara” kalıyor. Merak etmesin unutmak ne mümkün!
Kimi Ruşen Çakır gibi fotoğrafı “Post-Kolonyal” olarak tanımlıyor (Bu da metil alkollü sahte kolonya gibi “Çakma kolonyalizm” kokuları yayıyor!) kimi de Fatih Altaylı gibi belli imalarla “Sıradan bir gazetecilik faaliyeti olduğu kanısında değilim” diyor. Hangisi olursa olsun, bu fotoğraf gazetecilik açısından çok sıkıntılı imajlar taşıyor.
Girişte bahsettiğim yazımda “Yoksa bu ‘tarz’ın sınırı yok. Bir kez prim verildi mi yarın öbür gün karşımıza çok daha ‘acayip’ kılıklarda çıkabilirler!” demiştim. Hele bir de belli merkezlerden gaz verilir ya da “Yeşil ışık” yakılırsa tamamdır!
Eğer bu devletten birileri bakın “Halen buralarda bizim borumuz ötüyor” mesajını Enis Berberoğlu fotoğrafı üzerinden verdirmek istemiş ve iş Berberoğlu’nun o fotoğrafı verip vermemesine kalmışsa durum sanıldığından “Vahim” demektir. (Kürtler bu tarz mesajlara artık “Tav” olmayacaklarına göre demek ki asıl mesele Türkleri tava getirmektir!) Logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’ne inanmayacaktık da kime inanacaktık? Vah ki ne vah!..
Atilla Akar/Yurt