Şehrazat: Soluduğum havadan nefret ediyorum, ruhum yaralı!
Habertürk yazarı Balçiçek İlter’in bu haftaki konuğu ünlü besteci, söz yazarı ve yorumcu Şehrazat
Şehrazat deyince akan sular durur... Onun şarkılarıyla seven,
coşan, âşık olan, ayrılan, hüzünlenen bir nesildenim ben. Onca
şaşalı çevrenin içinde, onca ışığın altında o sadece “Şehro’’dur
sevdikleri için. İçi dışı bir, sözünü sakınmayan bir gönül
kadınıdır. Pazartesi Sohbeti için ikna etmek kolay olmadı, sık
konuşanlardan ve anlatanlardan değildir, her sözünün bir ağırlığı
vardır. Şehrom ile sanat dünyasından siyasete kadar sohbet
ettik.
Balçiçek İlter / Pazartesi sohbetleri Habertürk
-Türkiye’nin bir bölümü mutsuz, rahatsız... “Neşemizi
yitirdik” diyorlar. Onlardan mısın?
Evet onlardanım. Ruhumuz şu anda yaralı.
-Neden?
Altyapılarımız uyuşmuyor. Hayata bakış açılarımız, gördüğümüz
terbiye, görgümüz, hiçbir şeyimiz uyuşmuyor. Kan uyuşmuyor
yani.
-“Benim ne işim var?’’ diye mi hissediyorsun, “Onların ne
işi var?’’ diye mi?
Bana göre ülkem geçici bir hastalığa tutuldu.
-Nedir o hastalık?
Altyapısızlık. Görgü, kültür, bilgi, konuşma, hitabet... Farklı
yetiştirildik bizler, çok farklı. Dünya görüşleri farklı, anlayışı
farklı. Bu, onların bu ülkede yaşamayacakları anlamına gelmez.
Benim olduğu kadar onların da ülkesi. Ama biz galiba bu vatanı çok
ama çok fena hırpaladık, hırpalamaya da devam ediyoruz. Osmanlı’dan
bugüne kadar çok yüksek bir kültürel seviyeye sahip bir milletiz
biz. Ancak şu anda bu değerleri kaybetmiş gibi gözüküyoruz.
-“Ruhumuzu kaybettik” derken, kim o “Biz’’
dediğin?
Atatürk’ün çocuklarıyız biz. Ailem son derece demokrat,
açıkgörüşlü, ileri görüşlü insanlar.
-Sen ilkokuldan sonra Beyrut’a gittin değil
mi?
Evet. Babam, halalarım hep aynı okuldan mezun. Londra’ya Paris’e
yollasalar tek lisan öğreneceğim. Beyrut’a gidince 3 lisan
öğrendim. İngilizce, Fransızca, Arapça.
-Hayalin neydi?
Sadece müzik... Ümmü Gülsüm söylerdim. Yatakhanede konser verirdim.
Daha oturaktayken Johnny Guitar söylüyormuşum, annemden duyduğum
şekilde. Multikültür aldım. Müzik açısından müthiş bir kazanım,
zenginlik... Var olan her müziği emdim. Diana Ross, Beatles, Ümmü
Gülsüm söylerdim... Nasıl bir sentez düşünsene... Arada gelip
45’lik çıkardım falan Türkiye’de... İmkansız Aşk... Ümit Yaşar
Oğuzcan şiiri...
-Royal Academy of Art’a göndermek istemiş baban,
gitmemişsin....
“Babacığım bu toprakları özledim. Arkadaşlarımı özledim’’ dedim,
gitmedim.
-Ne yaptım burada?
Mutlu oldum, gezdim, eğlendim. 16 yaşındayım, şarkı söylüyorum.
Fecri Ebcioğlu’nun televizyon programlarına çıkıyorum falan. Ben
hayatımda hiçbir şeyi ciddiye almadım Balım, çiçeğim. Tanınmış
ailenin bir kızıyım her şeyden önce, Sevinç Tevs’in kızıyım. Annem
o dönem ilahe zaten. Ben her zaman bilinen bir çocuktum. Ünlü
doğdum zaten, üstelik kendim stardım (kahkaha....) Ama hiç
önemsemedim, hiç....
-Bu kadar ilgiyi nasıl önemsemedin?
Çocukken çok güzelmişim. Dünya etrafımda dönüyordu. El bebek gül
bebek yetiştim ama hiç şımarık olmadım. Hazmetmişim demek ki...
-Kültür mü devreye giriyor?
Hayat insanı terbiye ediyor.
-Seni nasıl etti?
Annem öldü 45 yaşında, ben 24 yaşındaydım. Üç yıl sonra da babamı
kaybettim. Yetim kaldım. Ortada kalmış gibi hissettim. İkisi de
kanserden gitti, acı bir ölüm şekli, kimseye vermesin. Acı çekerken
vefat etmeleri ruhumu çok kanattı. Güzel ve ağır bir terbiye...
Allah’ıma, dinime çok düşkünüm. Her zaman Rab’bime sığındım. Ölümü
her zaman kabullendim ama Allah sıralı ölüm versin.
-Burada mı kalmak iyi, orada mı kalmak iyi?
Henüz daha onu çözmüş değilim. Bugünkü dünyaya baktığımda orası
paklık gibi geliyor bana.
-Peki albümler çıktı, gece kulübü çalışmaları falan... Sen
sahneyi hiç sevmedin ama...
Sevmedim. Ben içimden geldiği zaman şarkı söylemeliyim. Hayatımda
bir şey rutine bağlandığı zaman ben mutsuzum. Mecbur olmamalıyım.
Kışım var, baharım var.. O zaman beni dinlemeye gelen insanlar
evime gelen insanlardı. Bir gecede bıraktım. “Çıkmıyorum’’
dedim.
-Neden?
İzleyenler, figürler değişti, para el değiştirdi, görgüsüzlerin
eline geçti piyasa. Bıraktım. Eşim dostum da gelmez oldu. Onlar da
bu havayı solumak istemiyorlardı.
-Darbe sonrası Türkiye yani... Bir şey söyleyeyim
mi?
Bomba patlar bunu söylersem ama ben o sabah kalktığım zaman
sevindim “Darbe oldu’’ diye. Durmuyordu silahlar, kan akıyordu
sürekli. Nişantaşı’nda bomba patladı, ölüyordum az daha... Gece
yarılarına kadar silah sesleri, korkuyordum çok.
-Peki bugün ne diyorsun, bir anda darbe oluyor ve silahlar
bir anda susuyor...
Hepsini görüyorum şimdi tabii. 63 yaşındayım. Her şeyi... “Ah
bugünkü aklım olsaydı.... (şarkı söylüyor)’’. Atatürk Türkiye
Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra emperyal güçlerin Büyük Ortadoğu
Projesi’ni hayata geçirdiklerinin farkındayım. BOP’un amacı Atatürk
ilkelerini bitirmek ve TC’yi yıkmak. O dönemde bunları göremedim
ben. Siyasetle ilgili değildim eskiden, son 20 yıldır
ilgileniyorum.
-Kaç beste oldu?
520 beste ve söz. Attığım imza sayısı... Bu bana Allah’ın lütfudur.
Söz yazabiliyordum eskiden ama beste yapmak farklı bir şey. Çok zor
iş.
-Sen bazı sanatçıları sözlerinle bestelerinle baştan
yarattın...
Aman efendim ben neyim ki? Keramet onlarda (gülüyor)... Ne
münasebet, hiçbir katkımız olmadı.
-Kırgınlık mı, kızgınlık mı var bu cümlede?
Kırılmam için çok sevmem lazım. Kızgınlık... Evet var.
-Neye kızıyorsun?
Nankörlüğe... Nasıl senin, Allah bağışlasın iki evladın var, bu
besteler de benim evlatlarım. Bunlar çalıntı değil, esinlenme
değil, o şarkının kıçını bu şarkının başına ekleme değil. Benim
hiçbir şarkım bir diğer şarkıma benzemez, benim kendime has bir
kokum vardır. Hiçbir zaman kendimi tekrarlamadım.
-Niye nankörlük yapıyorlar sana?
Sadece bana değil, tanıdığın bildiğin bütün üretenlere...
Psikolojik gebe kalıyorlar da ondan.
-Sanat anlamında geri mi gidiyoruz?
Evet. Fazıl Say gibi birinin bestelerinin yasaklandığı, eserlerinin
repertuarlardan çıkarıldığı bir yerde ne bekliyorsun ki... Fazıl
gibi bir değerimizin bunları yaşaması zaten herşeyin cevabıdır
bence. İşte bu yüzden benim gibi insanların şu an bu ülkede mutlu
olmaları mümkün değil. Ruhen sağlıklı olmamız mümkün değil. Ruhum
paramparça...
-En son neye canın sıkıldı örneğin?
Maden kazasında evladını kaybetmiş o acılı babanın ayakkabısı
mesela... Acaba o vali ve o hükümet kendi evlatlarına aynı
ayakkabıdan alır mı? Onu merak ediyorum.
-Peki üretebiliyor musun?
Bu ruh haliyle bile üretebiliyorum. Benim gibiler hayatın içinden
beslenir.
-“Ruhumuz yaralı’’ dedin. Ne olacak peki?
Vatanım, toprağım çok önemli. Her şey canımı sıkıyor. Şu anda
soluduğumuz havadan nefret ediyorum. Allah büyük, her şeyin bir
sonu vardır. Ülkemin üzerinde çok büyük bir negatiflik var ve ben
bu enerjiyi hissediyorum.
-Nedir o?
Hitabet, seviyesiz duruş, yeşil düşmanlığı ve bu olağanüstü israf,
bilmiyorum... Neler geçmemiş ki? Bu da geçer be ya hu! Ben iktidar
ile tabanının ilişkisini ‘aşk’a benzetiyorum. Sonsuza kadarmış
gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi. Taa ki bir gün akıl devreye girene
kadar. Akıl devreye girdi mi biliyorsun aşk biter, âşık olduğun
artık sıradandır. Bu mudur? Budur, balım çiçeğim.
‘Aşkı dibine kadar yaşadım’
-Bir gecede sahneyi bıraktın... Maddi anlamda zorlanmadın
mı?
Zorlanmaz mıyım? Kitap satmaya başladım, Görsel Yayınları’nda. Kapı
kapı dolaşıp kitap sattım. Yüzüme çok kapı kapandı. Tanıyan da
oldu, tanımayan da. Çok parasız kaldım, kırılma noktalarım oldu.
Bir gecede kazandığın para nerede, bir ayda kitap pazarlamadan
kazandığın para nerede... Ama ben bunu göze aldım. Sahneye çıkmak
istemiyordum.
Sahneyi istemiyorsun ama Arif Mardin seni Amerika’ya
götürmek istiyor, Ahmet Ertegün de öyle... Herald Tribune de
haberini yaptırıyorlar “Sarah Vaughn’un rakibi’’ diye. Ama
gitmiyorsun...
Gitmedim. Dünya umurumda değil o zamanlar. Rockefeller Plaza’da
evimi tuttular falan. Bodrum’a gelmişler beni arıyorlar,
telefonların fişlerini çektim beni bulamasınlar diye.
-Aşk mı?
Aşk... İstemedim sevdiğim adamdan ayrı kalmak.
-Değdi mi?
Değmedi tabii. Şimdi gitmek lazımdı diye düşünüyorum. Hele şu
aralar kesinlikle gitmek lazımmış diye düşünüyorum (gülüyor...)
-Kadınlar böyledir ama..
Her kadın değil... O anda gitmek istemiyorum o kadar, böyle bir ruh
hali. İnsan zamanla kendini tanımaya başlıyor. Kendi içindeki
tavanını tabanını çok güzel görüyor. O zaman üzülüyorsun.
-Gerçek aşk yaşadın mı?
Evet yaşadım, hem de dibine kadar. “En az en çok hatalarım...’’
Şarkımdaki gibi... Kodu budur.
‘Müzik piyasasında da ‘biz ve onlar’ var’
-Peki müzik sektöründe canını sıkan bir şeyler var mı?
Tröstleşme var.
-Nasıl?
Detayına girersem sinir sistemim bozulacak. “Bizden ve onlardan’’
diye bakılıyor. Ancak benim şarkılarımın dinleyicilerle
buluşmasına, Allah’tan başka kimse mani olamaz. Benim adım Şerro!..
(kahkahalar) Allah var gam yok, kul ne ki? Bugün var yarın yok.
-Bu aralar “Allah’’ın adı sanat dünyasında çok kullanılıyor
...
Ha sen Allah ile aldatmaktan bahsediyorsun... Ve Maun Suresi
diyorum sadece... Ben bu çevredeki gerçekleri bildiğim ve herkesi
yakından tanıdığım için, ağızlarından Allah’ı düşürmeyenleri
gördükçe, gülümsemiyorum gülüyorum açık açık. Ben zaten
biliniyorum, inancım çok kuvvetlidir. Ama bu son dönemdeki
telaffuzlara gülüyorum. Telaffuz etmek ayrı bir şey, Allah’ın
onayladığı davranışlara göre yaşamak ayrı bir şey. Eee bakıyorum,
olmuyor. “Allah” diyor ama kul hakkı yemiş. Eee ben bunlara
şaşırmıyorum. Dinleri imanları para demiştim ya... Sadece
gülüyorum.
-Ne zor bir çevre? Ama sen hep kendini çektin. Şaşaanın
dışında kaldın.
Hiçbir zaman içinde olmadım, kendi dünyamı yaratmışım. İş başka,
dostluk başka. Ben birinin karşısında oturduğum zaman bilmediğimi
öğrenmeliyim. Bilmediğini öğretmeliyim. Habire öğret öğret, hiçbir
şey alma. Bu monologa giriyor ve ben bunalıyorum, sıkılıyorum,
uzaklaşıyorum.
‘Deniz’inki günah keçiliği’
-Deniz Seki’nin başına gelenler hakkında ne
düşünüyorsun?
Çok üzülüyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşım o. Şu anda maruz
kaldıklarını ‘günah keçiliği’ olarak görüyorum. Muadilleri çok var
ama nedense kimse bu zulme uğramadı. Sanki Deniz ‘kadın’ olduğu
için, ibret olsun diye bunları yaşattırıyorlar. Oysa ortalık her
konuda ibretlikten geçilmiyor.