Sedat Ergin'e Almanya’da ifade özgürlüğü ödülü
Almanya’nın kamu yayıncısı Deutsche Welle’nin ifade özgürlüğü ödülü bu yıl, Sedat Ergin'e verildi.
Alman kanalı Deutsche Welle'nin 2016 İfade Özgürlüğü Ödülü,
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'e verildi.
BU ÖDÜLÜ ALMAK BENİM İÇİN BÜYÜK BİR ONUR
Ödül töreninde konuşan Sedat Ergin, "Deutsche Welle İfade Özgürlüğü
Ödülü'nü almak benim için büyük bir onur" diyerek sözlerine şöyle
devam etti:
EĞER ALDIĞINIZ ÖDÜLÜN KONUSU İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜYSE...
"Ödüller genellikle alıcısını memnun eder. Ancak ifade özgürlüğü
ödülü almak hiç de mutlu bir vesile değil. Eğer aldığınız ödülün
konusu ifade özgürlüğüyse bu özgürlüğün sıkıntılı hali de
kaçınılmaz olarak vurgulanmış olur.
HAFİF BİR ACI DUYDUĞUMU İFADE ETMEK İSTERİM
Bu ödül de ülkemdeki ifade özgürlüğünün durumu bakımından bir mesaj
taşıyor.Hafif bir acı duyduğumu ifade etmek isterim. 2016 yılında
ifade özgürlüğü konusunda dünyada vahim sorunların sürdüğü ortada.
Bu ödüllerin verilmesi de bunun kanıtı.
TÜRKİYE'DE GAZETECİLERE AÇILMIŞ YÜZLERCE DAVA
VAR
Türkiye'de gazetecilerin karşı karşıya olduğu sorunlar listesi bir
hayli uzun. Gazetecilere açılmış yüzlerce dava var. İfade
özgürlüğünü ayakta tutmak için azmimizi sürdürmek onu yok etmek
isteyenlere en etkili karşılık olacaktır
TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİK SÜRECİ BAŞLADIĞINDA
UMUTLUYDUK
Dünya genelinde çok sayıda sakat demokrasi pratiği var. Hepsi
topluma enformasyon akışını engellemeye çalışıyor. Bizi
endişelendirmesi gereken bir olgu Avrupa kıtasının da bu otoriter
eğilimlere bağışık olmamasıdır. Türkiye'nin AB üyelik süreci
başladığında umutlu ve iyimserdik. Bunun yerini şimdi karamsarlık
ve belirsizlik aldı. Bu gelişmede her iki tarafın da sorumluluğu
var. AB, Türkiye'nin reformlardan uzaklaştığını saptamada yetersiz
kaldı. AB üyelik süreci Türkiye'nin durumunda demokrasiyi koruyan
bir kalkan görevi görmedi. Bu AB için bir başarısızlıktır."
ERDOĞAN'A HAKARETTEN YARGILANDIĞI İÇİN
DW Genel Yayın Yönetmeni Peter Limbourg ödüle bu yıl Sedat Ergin'in
layık görülmesine ilişkin olarak, "Türkiye'de basın özgürlüğünden
yana olduğumuzu açıkça göstermek istiyoruz. Sedat Ergin bu ödülü
hak eden bir isim. O ve Hürriyet'teki meslektaşları, her gün
bağımsız gazetecilik ve basın özgürlüğü için mücadele ediyor"
değerlendirmesinde bulunmuştu.
DW'nin bildirisinde Sedat Ergin'in Cumhurbaşkanı'na hakaret
suçundan yargılandığına dikkat çekilmişti. Bildiride, "Ergin,
Türkiye'de haberleri nedeniyle hapis cezası tehdidiyle karşı
karşıya kalan diğer gazetecilerin kaderini paylaşıyor. Hürriyet,
Türkiye'nin en yüksek tirajlı bağımsız gazetesi. Hürriyet büroları
geçen yıl iki kez AKP yanlılarının baskınına uğradı" ifadeleri
kullanılmıştı.
'BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ADLİYE KORİDORLARINA
SIKIŞTIRILDI'
Ergin mart ayında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan hâkim karşısına
çıkmıştı. Ergin duruşma çıkışı gazetecilere yaptığı açıklamada,
"2016 yılında adliye koridorları ve duruşma salonları Türkiye'de
gazeteciler için yeni yaşam alanları olarak ortaya çıkıyor. Bu
aslında 2016 yılında Türkiye'de basın özgürlüğünün adliye
koridorlarına sıkıştırılmış olduğunun görüntüsüdür. Bugün muhtelif
baskı ve tehditlerle karşı karşıya olan bütün meslektaşlarıma
dayanışma duygusuyla burada selamlarımı göndermek istiyorum"
demişti.
DW, İfade Özgürlüğü Ödülü ile insan hakları ve ifade özgürlüğü için
yoğun çaba gösteren şahıs veya kurumları ödüllendiriliyor. Ödül,
DW'nin online aktivizm yarışması BOBS çerçevesinde haziran ayında
Bonn'da düzenlenen törende sahibine takdim ediliyor. Geçen yıl bu
ödüle Suudi Arabistanlı blog yazarı ve aktivist Raif Bedevi layık
görülmüştü.
SEDAT ERGİN'İN KONUŞMASININ TAM METNİ ŞÖYLE:
Deutsche Welle İfade Özgürlüğü Ödülü’nü almak benim için büyük bir
onur. Öncelikle Deutsche Welle yönetim kuruluna beni ve gazetemi bu
ödüle layık gördükleri için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
Bu fırsattan istifade ederek Deutsche Welle Genel Müdürü Peter
Limbourg’a da selamlarımı sunmak isterim. Geçen yıl eylül ayında
gazetemizin binası iki kez saldırıya uğradığı zaman bize destek
olmak için gazetemizi ziyaret etmesini her zaman hatırlayacağım. Bu
ziyaret bize, içimizden biri saldırıya uğradığında ve basın
özgürlüğü hedef alındığında gazeteciler arasında dayanışmanın ne
kadar değerli ve anlamlı olduğunu gösterdi.
Bu ödülü almanın bende karışık duygular uyandırdığını itiraf
etmeliyim. Ödüller genellikle alıcısına memnuniyet getirir. Ancak
ifade özgürlüğü ödülü almak hiç de mutlu bir vesile değil. Eğer
aldığınız ödülün konusu ifade özgürlüğüyse, bu özgürlüğün sıkıntılı
hali de kaçınılmaz olarak vurgulanmış oluyor. Ve bu ödül de ülkemde
ifade özgürlüğünün durumu bakımından bir mesaj taşıyor.
Duygularımın hafif bir acı taşıdığını ifade etmek isterim.
Konuşmamın içeriğini düşünürken aklımdan bir dizi düşünce geçti.
Üzerinde yaşadığımız gezegenin bilinmeyenlerle dolu bu evrende
izlediği bir yol var. Ve bu macera boyunca, bu gezegende yaşayan
insanların da ifade özgürlüğüyle en başından beri bir sorunu
oldu.
İfade özgürlüğü insanlığın en temel değerlerinden biri. İnsan
toplumlarındaki varoluşumuzun asli bir unsuru. Yaşamak için nefes
almaya, kalbimizin düzenli olarak atmasına ihtiyaç duyarız. Ve bir
insan gibi hissetmek ve varlığımızı ortaya koymak için sesimizin
duyulabilmesine ihtiyaç duyarız. Kendimizi ifade edebilmeye ihtiyaç
duyarız. Varlığımızın bu olmazsa olmazını bizden alan her ne olursa
olsun, insanlığın ideallerine ve haysiyetimize karşı gelmiş
olur.
"Gazeteci ve yazarların öldürüldüğü bir ülkeden geliyorum"
İnsanlık tarihini farklı düzeylerde anlatabiliriz. Bir düzeyde,
tarih ifade özgürlüğünün yolunu açanlarla bu özgürlüğü kısıtlamak
ve engellemek isteyenler arasındaki çatışmanın tarihidir. İfade
özgürlüğü için büyük bedeller ödemiş olanların hikayeleri de buna
dâhildir. Bu bedel insanların hayatlarını, sürgünleri, demir
parmaklıkları, zulmü, çeşitli baskı ve terör yöntemleri altında
çekilen kahrı da kapsar. Ülkemin tarihi bu bakımdan ödenen yüksek
bedellerin tarihidir. Ben birçok saygın gazeteci ve yazarını
suikastlere ve terörizme kaybetmiş bir ülkeden geliyorum. Gazetem
Hürriyet’e benden önce genel yayın yönetmenliği yapmış olanlardan
Çetin Emeç de bu listede yer alıyor.
2016 yılında en üzücü olan, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda
dünyada vahim sorunların, kaygıların ve acıların hâlâ sürmesidir.
İfade özgürlüğünün korunması için ödüllerin veriliyor olması bu
durumun açık bir kanıtı. Zira koşullar, bu ödüllerin verilmesini
gerektiriyor ve o nedenle ifade özgürlüğünü desteklemeye olan
önemli ihtiyaç hâlâ varlığını koruyor.
Maalesef insan hakları ve ifade özgürlüğünün gidişatını izleyen
saygın kuruluşların yeni yayınladığı tüm raporlar bu alanda dünya
genelinde bir düşüş eğilimi olduğuna işaret ediyor. Tüm bu raporlar
ifade özgürlüğüne yönelik tehdidin büyüdüğünü ortaya koyuyor.
Uluslararası ölçekte kabul gören Freedom House’un 2015 yılında
küresel siyasi haklar ve vatandaşlık hakları, dünyada özgürlüğün
durumu üzerine hazırladığı yeni raporu, bu yıl dokuzuncu kez art
arda düşüş kaydetti. Freedom House’a göre dünyanın egemen yönetim
biçimi olan demokrasinin - ve demokratik ideallere dayalı bir
uluslararası sistemin- kabulü 25 yıldır hiç olmadığı kadar tehdit
altında.
"İfade özgürlüğü küresel bir sorun"
İfade özgürlüğünden bahsettiğimizde henüz tam olarak teşhis
edilmemiş yeni küresel bir sorun karşımızda beliriyor. Bu sorun
ifade özgürlüğüyle ilgili konuların sadece üçüncü dünya
ülkelerinde, diktatörlüklerde ya da monarşilerde değil aynı zamanda
demokrasi olma iddiasını taşıyan ülkelerde gittikçe daha fazla
görünür hale gelmeye başlamasıdır. Bir demokrasinin tüm formel
gereklerinin görünüşte var olduğu ancak pratikte ifade özgürlüğünün
ve basın özgürlüğünün aslında kısıtlandığı durumları kast ediyorum.
Sonuç olarak demokrasinin özü sulandırılıyor. Bu, günümüzde
demokrasilerin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehditlerden
biridir.
Bugün tüm dünya genelinde çok sayıda sakat demokrasi pratiği var.
Siyaset bilimciler bu pratiklere yeni tanımlar getirmek için
uğraşıyorlar. “Seçimli otoriterleşme”, “liberal olmayan demokrasi”,
“popülist otoriterleşme” gibi tanımlamalar kullanarak kavramları
bir araya getiriyorlar. Tüm bu pratiklerin ortak bir paydası var.
Bunların hepsi çeşitli yöntem ve mekanizmalar yoluyla topluma
enformasyon akışını ve vatandaşların bilgiye erişimini kontrol
altına alma hedefini güdüyor. Demokrasi görünümü altında işleyen bu
tarz modeller, ifade özgürlüğü alanında karşılaşılan sorunları
teşhis etmeyi ve ele almayı daha da zorlaştırıyor.
"Avrupa da otoriter eğilime bağışık değil"
Bizi endişelendirmesi gereken bir olgu Avrupa kıtasının da artık bu
otoriter eğilime karşı bağışık olmamasıdır. Bugün Avrupa’da
demokratik standartları düşen ülkeler var. Hatta bunlar arasında
Avrupa Birliği üyesi olanlar var. Polonya, Macaristan’ın son
yıllarda sergilediği olumsuz örneği izliyor. Avrupa Birliği’ne tam
üyelik yolunda adımlar atan birçok Balkan ülkesinde de durumun
farklı olduğunu söylemek mümkün değil.
Yüzyılın başında büyük Avrupa projesi Doğu ve Orta Avrupa
ülkelerini bünyesine katarak muazzam bir genişleme adımı attı.
Genişlemeyle birlikte bu ülkeler demokrasi değerlerinin, hukukun
üstünlüğünün, açık toplumun ve piyasa ekonomisinin değerini
anlayarak dönüşecekti. Ne yazık ki bu proje en son bir durgunluk ve
hatta kriz dönemine girdi.
Hâlihazırda Avrupa’nın evrensel değerlerini nasıl koruyacağına dair
hararetli bir tartışma yürüyor. Mülteciler konusunda alınan
tedbirlerin Avrupa’yı kendi değerlerinden uzaklaştırdığına dair
yaygın bir eleştiri var. Yabancı düşmanlığının, hoşgörüsüzlüğün,
ırkçılığın, nefret söyleminin, İslamofobinin, otoriterleşmenin, biz
ve onlar şeklindeki kutuplaştırıcı retoriğin ve popülist söylemin
hızla zemin kazandığı zamanlardan geçiyoruz. Geçen yüzyılda
bıraktığımızı sandığımız hortlaklar yeniden meydana çıkıyor.
1990’ların başında Berlin Duvarı yıkıldığında ve Demir Perde
çöktüğünde Avrupa’nın geleceğine dair son derece iyimserdik. Hatta
bazıları bunun insanlığın sosyal ve siyasal evriminin sonu olduğunu
ve tarihin sonuna geldiğimizi ilan etti. Liberal demokrasi çağı
başlamış ve tarih geri döndürülemez ilerici bir rotaya kavuşmuştu.
Bugünün dünyasına bakıldığında Francis Fukuyama’nın çok naif bir
bakış açısına sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.
"AB Türkiye demokrasisine koruyucu kalkan olamadı"
Bu durum Avrupa kurumları açısından büyük bir meydan okuma anlamına
gelmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan bu yapılar
demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü gibi değerlerin
oluşturulmasında, korunmasında ve güçlendirilmesinde hayati bir rol
oynadılar. Avrupa Birliği kurumsal evrimi içerisinde dönüşerek bu
modelin zirvesi oldu.
Ancak bu kurumlar, artık günümüzde Avrupa kimliğini tanımlayan
değerleri ve idealleri korumak söz konusu olduğunda aynı tarz bir
etkiye sahip değiller. Avrupa kurumları kendi değerlerini
koruyamadıkları gibi ahlaki otorite olma özelliğini de
yitiriyorlar.
Avrupa Birliği üyeliğe aday olan kendi ülkem bağlamında bu konuyu
ele almak isterim. Üyelik sürecinden genellikle beklenen, aday ülke
açısından demokratik standartların yükseltilmesi ve ifade
özgürlüğünün korunmasına giden yolu açmak bakımından bir güvence
sunmasıdır. Doğrusu Avrupa Birliği 1990 sonrası genişleme süreci
sırasında tüm Doğu Bloku ülkelerinde bu ülkelerin işler demokratik
kurumlar oluşturma gayretleri içerisinde dönüştürücü bir etki
yarattı.
1999 yılının sonunda başlayan Türkiye’nin üyelik süreci de ilk
aşamalarında benzer bir etkiye sahipti. Gerçekten de sürecin ilk
aşamalarında büyük demokratikleşme reformları Türkiye’de yürürlüğe
girdi, birçok tabu tartışılmaya başladı ve nihayet ifade
özgürlüğünün sınırları istikrarlı bir şekilde genişledi. Bu döneme
bir gazeteci olarak tanık olmuş ve sürecin getirdiği ilerlemelerden
faydalanmış biri olarak söylüyorum bunu.
1999 yılı aralık ayında Helsinki’deki AB zirvesinde Türkiye’nin tam
üyeliğe adaylığı açıklandığında, 2004 yılının aralık ayında
Brüksel’deki zirvede müzakerelerin başlatılması kararı alındığında
ve nihayet 2005 yılı ekim ayında Strasbourg’da müzakereler fiilen
başladığında, Türkiye’yi kaplayan iyimserlik dalgasının gücünü
hatırlıyorum. Hepimiz coşkulu ve ülkemizin geleceği için son derece
umutluyduk. Ruh hali iyimserdi.
Bu iyimser atmosferin yerini şimdi karamsarlık ve belirsizlik aldı.
Hiç kuşkusuz her iki taraf da bunda bir sorumluluk taşıyor. Özelde
Almanya ve Fransa Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin tutumlarını
değiştirdi. Bu pozisyon değişikliğinin Türkiye’deki reform
hevesinin kırılmasında belirleyici bir etkisi oldu. Ancak özellikle
2009 sonrasında Türkiye’deki reform sürecinde de bir durgunluk
olduğu bir olgudur. Reform sürecinden uzaklaşma eğilimi tedricen
ortaya çıktı ve ivme kazandı. Bu eğilimler ortaya çıkarken ve
sonuçları son derece görünür hale gelirken, Avrupa Birliği’nin bu
uzaklaşmayı saptama, okuma ve çözümleme konusunda büyük bir
kurumsal hata sergilediği de bir gerçektir.
Avrupa Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili son ilerleme raporuna
baktığımızda, ifade özgürlüğü ve demokrasi konusunda eleştiri
trendinin büyüdüğünü görüyoruz. Her yıl eleştirinin hacmi artıyor.
Burada bir çelişki yok mu? Teorik olarak üyelik sürecinin aday
ülkenin demokrasisini yükseltmesi beklenir. Ancak Türkiye’nin
durumunda üyelik süreci, koruyucu bir kalkan ya demokrasimizin
sağlığı için bir sigorta işlevi görmedi. Bu durumun kurumsal bir
sorun ve AB açısından bir başarısızlık olduğu inkar edilemez. Eğer
koruyucu kalkan işlerliğe sahip olsaydı bugün ben bu sahnede ifade
özgürlüğü ödülü alıyor olmazdım.
"Dışarıya özel güvenlikle çıkmam gerekiyor"
Ben büyük bir gazetenin genel yayın yönetmeniyim. Her gün dışarıya
özel bir güvenlikle çıkmam gerekiyor. Dahası eylül ayında
gazetemize yönelik fiziksel saldırılar ve önde gelen bir köşe
yazarımıza yumruk atılması sonrasında gazetem bana bir zırhlı araç
tahsis etmek zorunda kaldı. Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin en
büyük gazetesinin genel yayın yönetmeninin dışarıya zırhlı araç
içinde bir korumayla çıkması sıradan bir olay olamaz. Profesyonel
hayatımın 41’inci yılında geldiğim nokta bu. Tam üyelik
müzakereleri on yıl önce başladığında, 2016 yılında kendimi bu
durumda bulacağım aklımın ucundan geçmezdi. O zaman tasavvur
edilemez olan, şimdinin gerçekliğidir.
Türkiye’deki gazetecilerin karşı karşıya olduğu sorunlar listesi
bir hayli uzun. Maalesef fiziksel saldırılar da kısa süre önce bu
listeye dâhil oldu. Meslektaşlarım çok daha vahim sorunlarla karşı
karşıyayken benim kendi sorunlarımdan şikayetçi olmam dürüstçe
olmaz. Mahkemelere giderseniz, koridorlarda duruşmalarını bekleyen
gazeteciler görmeniz bir tesadüf değildir. Üst düzey yöneticilere
hakaret veya terörizme destek gibi suçlamalarla gazetecilere
açılmış yüzlerce soruşturma ya da dava vardır. Gazetecilerin ve
köşe yazarlarının davaları, verdiğimiz haberlerin kayda değer bir
kısmını oluşturuyor. Kendim de bir haber nedeniyle Cumhurbaşkanı’na
hakaret etmekten 4 yıl hapis cezasıyla yargılanıyorum. Geçen mart
ayında hayatımda ilk kez sanık olarak hâkim karşısına çıktım.
Geçmişte mahkemelerde hep muhabir sıfatıyla bulundum. Sanık
sandalyesinde oturmak, hâkim karşısında durmak çok farklı bir
duygu. Bu sırada meslektaşların tutuklanmaları, hakkında soruşturma
açılanlara uzun süreli tutuklamalar ve onları cezaevine gönderme
hükümleri diğer ciddi endişe kaynakları.
Türkiye’deki sorunun bir boyutu yasaların gazetecilere kolayca dava
açılmasını mümkün kılmasıdır. Dahası zaten kısıtlayıcı olan
yasaların bazı savcı ve hâkimler tarafından sert bir biçimde
yorumlanması, gazetecilerin hayatını daha da zorlaştırıyor. Örneğin
Doğan Medya Grubu terörizme destek suçlamalarıyla son yedi aydır
soruşturma altında bulunuyor. Tüm bu olan bitene bakıldığında, tüm
bu pratikler bir araya getirildiğinde bu, ifade özgürlüğüne açıkça
caydırıcı bir etki yaratıyor.
Türkiye’deki önde gelen medya grubunun en büyük gazetesinin genel
yayın yönetmeniyim. Genel yayın yönetmeninin duruşu her şeyden çok
arkasındaki yayıncının iradesini yansıtır. Eğer bir editör olarak
görevimi sürdürebiliyorsam bu, büyük ölçüde arkamdaki irade
sayesindedir.
Doğan Grubu’nun bağımsız gazetecilik uğraşı içinde olması,
Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün en önemli
güvenceleri arasında yer alıyor. Biz sadece işimizi yapmak ve bunu
da evrensel kriterlerle uyumlu bir şekilde yapmak istiyoruz. Grup
olarak özellikle 2009’dan sonra bunun için büyük bir bedel ödedik
ve böyle yapmayı da sürdürüyoruz. Gazetemize yönelik saldırılar bu
bedelin sadece küçük bir kısmı. Grubumuzun karşılaştığı adil
olmayan pratiklerin listesi bir hayli uzun, ancak bu meseleleri
şimdi burada listelemek benim açımdan uygun olmaz. Her halükarda
aldığım ödül, meslektaşlarım ve benim için bağımsız gazetecilik
hedefine giden yolda yürümeye devam etmek bakımından biliyoruz ki
büyük bir teşvik olacaktır.
Bu fırsatı kullanarak Deutsche Welle yönetim kuruluna bir kez daha
teşekkür etmek isterim. Bu ödülü alırken, tüm dünyada demir
parmaklıklar arkasında özgürlüklerinden mahrum kalan veya yasal
misilleme tehditleriyle ya da çeşitli baskı yöntemleriyle gözdağı
verilen tüm gazetecilere dayanışma duygularımı iletmek isterim.
Ödülü alan kişi ve kurumların ötesinde, bu tür ödüllerin en büyük
önemi, demokrasinin en hayati unsurlarından biri olan ifade
özgürlüğü idealinin yüceltilmesine yaptıkları katkıdır. İfade
özgürlüğünü desteklemek için burada buluşmuş olmamız, yeterince
anlamlıdır. İfade özgürlüğünü ayakta tutmak için gösterdiğimiz azmi
sürdürmek, bu özgürlükten korkanlara ve onu yok etmek isteyenlere
vereceğimiz en etkili karşılık olacaktır. Sabrınız için teşekkür
ederim.