24 Nis 2012 13:46 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:34

SAYIN BAŞBAKAN HİÇ KUSURA BAKMASIN, O İFADESİNE ÜZÜLDÜM!

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Başbakan Erdoğan'la ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Bakın Tuna, Erdoğan'a neden yüklendi?

Şu cevabın güzelliğine bakın..

Hep Kılıçdaroğlu’na yüklenmek olmazdı; zaten eskisi gibi koşamıyor, "rampaları" çıkamıyordu.

Hangi yazının eksenine yerleştirseniz tıknefes kalıyor, yazıyı salimen düzlüğe çıkarmakta güçlük çekiyordunuz.
Çektiğiniz cefa yetmezmiş gibi "Şu adamın nesiyle uğraşıyorsunuz!" yollu dudak bükenler de gitgide artıyordu.
Kılıçdaroğlu’nu yazacağız sevdasına bu istihfaf soslu sitemlere daha ne kadar katlanacaktık!
Bizim de bir istiap haddimiz, bir dayanma gücümüz vardı.
Her şeyden evvel de marifet iltifata tâbiydi.
Şarj olsun, toparlansın, kelime yakmaya değer hale gelsin düşüncesiyle biraz dinlendirelim dedik.

Şükür ki şükür mevzusuz da kalmadık; 12 Eylül davası, ardından da 28 Şubat davası arzı endam etti.
12 Eylül dedim de şimdi aklıma geldi.

Kılıçdaroğlu "Sevgili yurttaşlarım! Diyorlar ki ’bu anayasa değişikliğine evet derseniz 12 Eylül darbesini yapanlardan hesap soracağız.’ Siz buna Allah aşkına inanıyor musunuz?.." dememiş miydi?
İmdi inanmakla da kalmadı maşallah müdahil oldu.
Sadece "müdahil" olmakla kalmadı; biz hiç ilişmeyelim biraz toparlansın derken, o dur durak bilmedi.

Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’e, "Hiçbir cami ahır yapılmamıştır. Onurlu bir din adamı olarak söyleyeceksiniz..." şeklinde onurdan daldı.

Yahu bu ne cevvaliyettir arkadaş, bi dur, bi soluklan.
Başbakan da anında cevabı yapıştırdı tabii: "Onur, monur, vesaire gibi laflarla cevap istiyor. Bu ifadeyi Diyanet İşleri Başkanımıza kullanacak kadar maalesef sen edepten, adaptan uzaksın (...) Senin zihniyetin, senin geçmişinde camilerin ahır olarak kullanılması var. Bu konuda hakaret edeceksen gel bana et, senin dilinden ben anlarım..."
Sayın Başbakan hiç kusura bakmasın; "senin dilinden ben anlarım" ifadesini "seni kimselere bırakmam" şeklinde anladım.
Haliyle üzüldüm.

Biz (tabiri caizse) nadasa bırakacağız siz elimizden alacaksınız; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "kalkınmasına" lafımız yok ama "adaletiniz" bu mu?
Bizim elimiz boş mu kalsın yani?
Haksızlık yapmak da istemem.
Kılıçdaroğlu öyle paslar atıyor ki; "Sidarta" olsanız vurmadan duramazsınız.
Dün de Vatan gazetesinde manşetten coştu.
SSK’da Genel Müdürlük yaptığı dönemde (yolsuzluğun yanısıra mezhepçi ve bölücü kadrolaşma şeklinde) BÇG tarafından fişlendiği için Başbakanlığı dava ettiğini söylüyor.

Neden kendisini fişleyen 28 Şubat’ı değil de Başbakanlığı dava ediyor diye sormayın, bilmiyorum.
Belki de selefi Baykal’ın, "TSK 28 Şubat sürecinde sivil toplum örgütü gibi çalışmıştır" sözünü unutamıyordur.
Sayın Kılıçdaroğlu, "BÇG fişlemelerini AKP’lilerden öğrendim" diyor ama bu bile yalan! Bir gazeteci arkadaşımızdan (Adem Yavuz Arslan) 2008’de öğrenmişti.
Hatta bu arkadaşımızın demesine göre, bundan dolayı kendisini dava etmiş, davayı kaybedeceğini anlayınca da davayı geri çekmişti.
Neyse artık, biz şenliğe devam edelim:
Başbakanlığın mahkemeye savunma gönderdiğini söyleyen Kılıçdaroğlu’na, Vatan gazetesi muhabiri soruyor: "Sizi savunmuş olabilirler mi?"
Şu cevabın "güzelliğine" bakın: "Beni savunduklarını hiç sanmıyorum Fişlemeyi savunacaklardır. Kesinlikle savunmamışlardır..."
Bence bu kadar emin olmasın.
Bu "güzelliği" bulmuşken kaybetmek istemez, "savunmuş" olabilirler.
Da, bize bir şey kalmıyor, biz kimi "savunacağız?!"

Salih Tuna / Yeni Şafak