'SAYIN BAŞBAKAN, FAZLA OLUYORSA CEVAPLAMADAN GEÇİN!'
T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın, Başbakan Erdoğan'ın katıldığı ATV-A Haber ortak yayınında yaşananları yazdı.
'Sayın Başbakan, fazla oluyorsa cevaplamadan geçin!..'
Tayyip Erdoğan diyerek iki noktayı üst üste koyduğunuzda
birinciliği hangi özelliğine verirdiniz?
Soru, yaklaşık 10 yılı iktidarda geçen bir mazinin listesinde envai
çeşit cevap seçiyor kendisine. Çalışkan, mağdur, başarılı,
muktedir, ekipçi, samimi, zeki, otoriter, karizmatik, çalışkan,
öfkeli, tahammülsüz, pragmatik...
Ancak Erdoğan, bugün kendisine çekilen toplam çizgisinin altına,
bütün bu özelliklerini kapsayıp aşan bir “Başbakan” portresi
düşürüyor. Görüşlerini, “bütün ihtimallerin toplamı” gibi önümüze
koyan ve karşılığında itaat bekleyen bir Başbakan'dan söz
ediyorum.
Erdoğan'ın atv-ahaber ortak yayınında pazar akşamı yaptığı
açıklamalar içerden dışarıya birçok konuya, ama en çok işte o
“Başbakan”ın dünyasına uzanıyordu.
Misal; işkenceyle şöhret kazanmış, mağdurları isim vererek
gördükleri eziyetleri anlatmış, soldan sağa, liberalden İslamcıya
büyük bir ortak paydada görevden alınması için çağrılar yapılmış
bir polis şefi için “Tanırım, iyi çocuktur”dan başka bir lisan
konuşmadı Başbakan. Bu devletin dilindeki devamlılığı temsilen
“Polisimizi yedirmeyiz” demekte bir sakınca görmedi.
Erdoğan'ın müesses nizamla barışıdır bu. Çok değil, daha 15 sene
önce sadece şiir okuduğu için bu Başbakan'ı “halkı kin ve
düşmanlığa tahrik etmek”le suçlamış, belediye başkanlığından
devirmiş, hapsetmiş, seçilme hakkını gasp etmiş devletin de
zaferidir!
'Bir kısım medyayı nereye kadar
kabulleneceğiz?'
Erdoğan'ın yeri geldikçe yinelediği o sözü hatırlayın; “Manşetlerle
savaşarak buralara geldik.”
Doğru; ifade özgürlüğü ve siyasi hakları elinden alınıp boğulmaya
çalışılan bir mağdur olarak manşetlerle de savaştı Erdoğan. Ancak
muktedir olunca da manşetlerle savaşırsanız, iş değişiyor. Bunu
yapıyor Erdoğan.
İşkence, terör, Suriye ile kriz... Konu ne olursa olsun, piyasayı
“bir kısım medya”dan açıyor. Pazar akşamı da öyle yaptı. Şu sözler
Erdoğan'ın:
- Bir kısım medya PKK'ya halen destek vermeye devam ediyor. (…)
Daha önce medya yöneticileriyle terör örgütünün propagandasına
karşı görüşmeler yaptık. Ancak bu görüşmelerden olumlu sonuçlar
çıkmadı. Bir defa insanımızın moral değerlerini altüst ettikleri
gibi psikolojik üstünlüğü sağlamada da terör örgütüne belli
destekleri vermiş oluyorlar. Bunları görmemezlikten gelemeyiz.
Bunları gayet iyi görüyoruz. Tabii bunların değerlendirmesini de
kendi aramızda ona göre yapıyoruz.
- (Medyanın) Alışageldiği bir süreç vardı. Bu anlayış, “Bu ülkeyi
siyaset değil, bu ülkeyi biz yönetiriz” havası vardı. Bunun içinde
sermaye de vardı. Bunu da açık söylüyorum ve gerek sermaye, gerekse
bu bir kısım medya tabii o eski otoritelerini kaybettikleri için,
bunu sağlayamadıkları için, bunu başaramadıkları için, “Acaba AK
Parti iktidarını biz nasıl zayıf düşürebiliriz...” Bunun gayreti
içindeler.
- Şemdinli'de şehit olan askerlerin sayısının saklandığı yalan.
Malum onların kendilerine ait özel medyaları var ya oralardan,
internet sitelerinden, twitlerden falan buralardan yapılmış işler.
İşte o dediğim bir kısım medya bunu haber yapmak suretiyle “İşte şu
kadar asker şehit oldu gizleniyor. Şu kadar helikopter düştü,
gizleniyor” falan. Silahlı Kuvvetler, şehit olan erini gizler mi
veyahut da şu kadar düşen helikopterini gizler mi? Ama burada karşı
taraf bir psikolojik harekat yapıyor ve bu psikolojik harekata da
ne yazık ki bu medya alet oluyor. '”Kimin medyası diye” ben
soruyorum bu soruyu. Hani terör örgütünün yayın organları var bunu
biliyoruz, ama bir de onlarla ilişkisi olmadığını söylediği halde
bilerek veya bilmeyerek maalesef onların tezgâhına veya onların
ocağına odun taşıyanlar var.
Bunları nereye kadar kabulleneceğiz? İsmen mi bunları ifşa
edeceğiz? Bunları okuyanlar, benim vatandaşımın aklıselim ile
değerlendirmek suretiyle gereken tavrı takınması lazım. Aynı
zamanda televizyon ekranlarında izliyoruz, bunlara gereken tavrı
koymamız lazım.
Şu anda bütün samimiyetimle söylüyorum Güneydoğu'da PKK'nın
korkusu, ürküntüsü onların uzantısı olan partiye oy vermeye
itmektedir. Bu ürkme, bu korkma olmadığı anda bu oylar çok ciddi
manada eksilir. (…) Bölge halkı ile kurulan yakın iletişim artarak
devam ettirilecek. Çünkü bu iletişimin çok daha geniş kapsamlı
olarak yürümesi lazım. (…) İşte bu iletişimde medyanın, yazılı ve
görsel, terör örgütünün propagandasını yapmaksızın burada hükümetle
beraber hareket etmesi lazım. Yol göstermesi gerekiyorsa yol
göstersin. Çünkü onun da düşünen insanları var, kalemşörleri var.
Düşünüyorlar. Ama neyi düşünüyorlar? Veya kiminle yer
alıyorlar?
'İsterseniz cevap vermeyin'
Başbakanlık civarından gelen “propagandasını yapmayın” mesajı
üzerine Suriye Devlet Başkanı ile söyleşiden son anda vazgeçen
gazeteler, hükümeti Uludere konusunda eleştirdiği için işinden olan
yazarlar, ekranlara çağrılacak konuklar ve dile getirilecek
görüşler için uygulanan vetolar, televizyonlardan peş peşe
kaldırılan programlar ortadayken Başbakan'ın sözlerini nasıl
okumalıyız?
Elbette muhalif bir medya, bu grup içinde de muhalefet etmeyi
pazarlarken gerçekleri çarpıtan yayınlar var bu ülkede. Ancak,
tirajlar ile reytinglerin ağırlıklı bir bölümünü temsil eden medya
“denetimli serbestlik” esasıyla çalıştığına göre, aslında muhalefet
istemiyor Başbakan. Ve medyayı “izlediklerini,
değerlendirdiklerini” söyleyip cevabını mütemadiyen verdiği retorik
sorular atıyor ortaya:
- Bunları ne kadar kabulleneceğiz?
- İsmen mi bunları ifşa edeceğiz?
Neresinden tutacaksınız? Bazı soruların önemini teslim edelim, ama
gazeteciler tarafından kızdırılmamaya çalışılan bir Başbakan,
itiraz ettiği bir gazeteciliği “ne kadar kabullenebileceklerini”
sorguluyor... Ve gazeteciler o Başbakan'a, “Peki hükümet Şemdinli
olaylarıyla ilgili olarak günlerce tek satır açıklama yaptı mı”
kabilinden bile bir soru soramıyor.
Yine de, “yanlış anlamayın” mimiklerine hâkim olamayan kıdemli bir
gazetecinin Başbakan karşısında sesinin titremesine, bir diğerinin
“Bu konuyu açmak fazla olabilir, cevaplandırılmadan da geçilebilir”
mazeretiyle “soru arz edecek” hâle düşmesine, bir başkasının
övgüyle başlamadan soru soramamasına bakmayın, daha zor günler
bekliyor haberciliği. Başbakan, bunun işaretlerini hiçbir zeminde
esirgemiyor. Misal, AKP kurucularından Ayşe Böhürler'i, Şemdinli'de
çok can kaybı olup olmadığını sorduğu için, “Yok öyle bir şey!
Kaynağın Fırat Haber Ajansı mı” diye paylayabiliyor.
Yeni Şafak'taki köşesinde “Kör, sağır, dilsiz olmayı yasaklayan bir
dine mensup olup gördüklerimizi, işittiklerimizi ifade etmemek
arasında çelişkiler yaşarken en iyisi (…) susma orucu tutmak"
diyen Böhürler, ihtimal Başbakan'ın tavrına gönderme yapıyor.
Ne dersiniz; Böhürler, “fazla oluyorsa cevap vermeyin” irtifasında
dolaşan bir gazeteciliğe, “hiç olmazsa susma orucu tutmak” gibi
asgari bir çare de önermiş olmuyor mu?
Velhasıl manşet savaşlarında değişen bir şey yok. Habercilik,
Başbakan'ın manşetlerine karşı savaşıyor.